Enflasyon Verilerinden Hareketle Bütünsel Ekonomiye Bakış Ağustos ayı TÜFE oran

Enflasyon Verilerinden Hareketle Bütünsel Ekonomiye Bakış


Ağustos ayı TÜFE oranı %2,30 artış olarak açıklandı. Yıllık bazda ise %17,90’a ulaştığını görüyoruz. Bu artışın içindeki en büyük pay gıda, ulaşım ve giyim kalemlerine ait görünüyor. Eylül ayında da enflasyonda artış göreceğimizi öncü göstergelerden anlıyoruz. Ağustos ayı içinde döviz kurundaki ani artış, enflasyonu tetikleyen en büyük sebep olarak karşımıza çıkıyor. Bu yazıyı kaleme aldığımız dakikalarda henüz Merkez Bankası’nın döviz-faiz kıskacına bir müdahalesi olmadı. Enflasyon verilerinin ardından Merkez Bankası tarafından yapılan açıklama; enflasyona gerekli tepkinin verileceği, 13 Eylül’deki toplantıda yeni bir para politikası şekillendirileceği dillendirildi. Piyasanın bu açıklamadan çıkarttığı yorum, Eylül’de faiz artışı gelebilir şeklinde oldu. Faiz artışının gelip gelmemesinin ötesinde ne kadarlık bir artış olacağı da önem arz ediyor. JP Morgan açıkladığı raporda 5 puanlık (500 baz puan) artış beklediğini belirtiyor. İç piyasa analistleri de buna benzer görüşler içindeler. Olması gerekenle olacak olan farklı sonuçlar doğurabilir. Böyle bir ortamda tabi ki ilk ve en etkili hamle faiz artışıdır. Arjantin örneğini geçen hafta gördük. Para birimlerindeki değer kaybını önlemek için bir anda 15 puanlık faiz artışına gittiler. %45’den %60’a ulaşan bir faiz görüntüsünü kabullendiler. TCMB’nin politika faizi %17,75’de yer alıyor. Ama bankalara borç verme faiz oranları %19-%20’lerin üzerinde… Eylül ayındaki toplantıda Para Politikası Kurulu’nun politika faizini pas geçeceği ya da en fazla %2,50’lik faiz arttıracağı görüşündeyim. Geç likidite penceresini devreye sokup, asıl artışın oradan geleceği kanaatindeyim.


Döviz, faiz, enflayon üçlüsü birbirini tetikler vaziyette ilerliyorlar. Bankalardaki faiz oranları TCMB’nin aksiyonlarını beklemeden her geçen gün artıyor. Ticari kredi faizlerinin %30’dan başladığını görüyoruz. Bir de bunlara komisyon adı altında alınan ek masrafları eklediğinizde bazı bankalarda %40’ları geçen oranlarla karşılaşıyoruz. İşin daha da vahim tarafı, uzun vadeli ticari kredi neredeyse bulunamaz hale geldi. Bankalar, yüksek oranlı ama kısa vadeli kredi satmanın peşindeler. Aslına bakarsanız şu dönemde kredi satmanın peşinde dahi değiller. Dalganın bitip, kimlerin sağ kalacağını görmek için bekle-gör taktiği izlediklerini düşünüyorum. Yani bankalar için ‘aktif dinlenme’ dönemi yaşanıyor diyebiliriz. 2019 Temmuz ayına kadar 100 milyar dolar’dan daha yüksek bir borç ödemesi bizi bekliyor.  ABD Merkez Bankası FED, faiz arttırmaya devam edecek. Dolayısıyla dış borcu yenilerken dahi daha yüksek maliyetlere katlanacağız. Bir de bunun üzerine bankalarımızla ilgili kredi derecelendirme kuruluşlarının not indirimi geldiği için risk primleri de yükseliyor. Böylelikle hem TL hem döviz faiz oranlarının yükselme ihtimalinin güçleneceği bir döneme girmiş bulunuyoruz. Merkez Bankası’nın para politikasını yeniden şekillendireceğini açıkladığı Eylül toplantısı bu nedenlerle daha da önem arz ediyor. Faiz dışında başka bir enstrüman mı kastediyor, bunu hep birlikte göreceğiz.



Merkez Bankası, son dönemde hızla düşen Türk Lirası’nı bir nebze olsun dengede tutabilmek için faiz dışında rezerv hamlesini yaptı. Piyasaya döviz satarak ve bankalara likidite sağlayarak bunu oluşturmaya çalıştı. Tabi ki rezervlerinde düşüş de meydana geldi.


Bundan sonraki süreçte hem rezerv hem de faiz hamlesi mi kullanılır, bunu hep birlikte göreceğiz. Yukarıda belirttiğim gibi; piyasanın beklediği kadar yüksek bir oranda faiz artışı olacağı kanaatinde değilim. Daha çok; geç likidite penceresi ile faiz arttıracağını düşünüyorum.