Siyâsîler, sözde, İlâhiyatçılar, sözde, bilim adam’ları, sanki Şîî’lik, Ehl-i Sünnet’in muadili, eşdeğer’de, bir hak mezhepmiş gibi, “

Siyâsîler, sözde, İlâhiyatçılar, sözde, bilim adam’ları, sanki Şîî’lik, Ehl-i Sünnet’in muadili, eşdeğer’de, bir hak mezhepmiş gibi, “Sünnî’lik, Şîî’lik, Sünnî’ler, Şîî’ler,” diye söze başlayıp ahkâm kesmektedirler. 1979’da, zâten, her bakımdan tefessüh etmiş Şah’lık rejiminin yıkılması üzerine, İran’da, Millî İrade’yi gasp eden, Sâsânî, Förs ve Molla’lar darbe’sini, Türkiye’deki ba’zı siyâsî’lerin, sözde ba’zı bilim adam’larının, rejimin adının; “İran İslâm Cumhuriyeti” olmasından dolayı da, bir İslâm Devrimi, zannet’meleri ma’zur görülebilinir.
Aradan geçen 47 yıl ve bunca tecrübe’den sonra, hâlâ, ba’zı, sözde, bilim adamlarının, sözde İlâhiyatçı-Araştırmacı yazar’ların, sözde, İlâhiyatçı bilim adam’larının Şîa’yı ve Şiî’leri, aklamaya-paklamaya çalışmaları cidden hayret verici bir şeydir.
Bilindiği gibi, Şîa’nın ve Şîî’lerin temel kâide ve kurallarından birisi, Takiyye’dir.
TAKİYYE: Esas i’tibariyle kişinin canına veya malına müteveccih bir tehlike karşısında, inancını gizleyip gerektiğinde inancının tam aksini söylemesi anlamında kullanılan bir terimdir.
Takiyye’yi, Hicrî birinci asır’dan i’tibâren, önce, Hariciler kullanmışsalar da, daha sonraki asır’larda, Şîa’ya mensup muhtelif Fırak-ı Dâlle kullanmış, şimdiler’de, başta İran Şîî’leri olmak üzere, Irak, Lübnan, azınlık olmalarına rağmen, ba’zı Körfez ülkelerinde bulunan bütün Şîî’ler, prensip olarak Takiyye’yi benimsemişlerdir.
Yâni, asıl inançlarıyla, söylemleri çok farklıdır. Kendi devlet’lerinin adı, İran İslâm Cumhuriyeti olmasına rağmen, dünya siyaseti’nin, görüşülüp karara bağlandığı, Birleşmiş Milletler zemininde, İran’ın, her hususta, tam bir anlayış içinde olduğu, herhangi bir İslâm devleti değil, Vatikan Devletidir. Zira, her iki inanç sistemi de, birer insan, birer Yahûdî tarafından dizayn edilmiş sistemlerdir de ondan!...
İran İslâm Cumhuriyeti, 1979’dan beridir, zaman zaman, İsrail Devleti’ne karşı olduğunu, A.B.D., büyük şeytan, İsrail ise, küçük şeytan benzetmeleri yapıyor, fakat, İsrail aleyhine tek bir icraatı yok, İsrail’in en mağduru Filistin Devletine ve Filistin halkına ne maddî ve ne de, ma’nevi destek vermiştir.
Siz, hiç, petrol zengini, İran Devleti’nin, üstelik adı da, İran İslâm Cumhuriyeti olan bu devletin, Filistin devletine ve Filistin Müslüman’larına yardım ettiğini duydunuz mu?
Çağımızın “Deli Petrosu”, kabul edilen, Rus Çarı ile, kol-kola girerek, 5 yıldan beridir, halkına zulmeden, 400 binini katleden, beş milyona yakın bir kısmını memleketlerine terk’e mecbur eden, çağımızın en zâlim diktatör’lerinden, Esed’in yanında yer alarak, Rus uçakları hava’dan, Şîî milis’ler kara’dan, Suriye’li, rejim muhalifi gruplar, Müslümanlar üzerine ölüm yağdırmaktadırlar.
İran, bu hareketi ve benzer hareketleriyle, Ümmet-i Muhammed’i bölük-bölük bölmüş, tam bir kıyıma uğratmıştır. İran’ın, bu tefrika hareketi, belki de, Abdullah Sebe’in, dizayn ettiği, birinci Hicrî yılındaki Tefrika hareketinden sonra, en büyük tefrika hareketidir. Buna rağmen, geçtiğimiz ay, İran İslâm Cumhuriyeti tam da bugünlerde, Uluslararası Vahdet Konferansı tertip etmiştir.
Yaman bir “Takiyye” örneğidir.
Bizim Safderûn, Diyânet İşleri Başkanımız, Muhterem, Mehmed Görmez Bey de, bu konferans’a iştirak etmiş, konuşma yapmış, İran Cumhurbaşkanı, İran Dinî Lideri, Ali Hamanay ile görüşmeler’de bulunmuştur. Bu ziyaretten sonra, Yemen’deki Şîî Husi militanlarından dolayı, zâten, araları açık olan, İran ve Suûdî Arabistan’ın arası, İran’ın, Rus Çarı ile kol-kola Suriye’ye müdahalesi üzerine iyice açılmıştı. – Te’lif’i Beyn’e katkı te’min için Suûdî Arabistan Krallığı’nı ziyaret etmişti. Diyânet İşleri Başkanı, Mehmed Görmez’in Suûdî Arabistan’ı ziyaret ettiği günler’de, Suûdî Arabistan’ın İran-Tahran’daki, Büyükelçiliği, İran’lı, Şîî milisler tarafından ateşe verilmiş, yakılmış-yıkılmış mevcud eşya yağma edilmiştir. Büyükelçilikten ayrı olarak, İran’ın bir başka şehr’inde bulunan, Konsolosluk Binası da aynı şekilde, yakılmış-yıkılmış ateşe verilmiş, tahrip edilmiş, içinde bulunan kıymetli eşya yağmalanmıştır. Bu hâl karşısında, Diyânet İşleri Başkanı, acaba, Suûdî yetki’li’lerine ne diyebilmiştir, kestirilmez.
“Ne olursa olsun, sizin sefâretiniz, diğer diplomatik temsilcilikleriniz, yakılmış-yıkılmış, talan edilmiş bile olsa da, siz yine de İran ile iyi münasebetler çerçevesinde kalınız mı demiştir?”
Başkaca, hiçbir sebep bulunmasa bile, sırf sefaret yakılması-yıkılması, tahrip edilmesi, talan edilmesi bile, Suûdî Arabistan’ın İran ile diplomatik münasebetlerin kesilmesi-sonlandırılması için kâfi bir sebeptir.
“Elçi’ye zeval olmaz, Aman Dileyen’e kılıç çekilmez,” hem Müslümanlarca, hem de bütün insanlık tarafından kabul görmüş, umûmî kural ve kaide’lerindendir.
Birbirine fiilî olarak harp ilan etmiş iki devletin, karşı tarafın o ülkedeki temsilcileri ve temsilcilikleri masun’dur, mutlâk koruma altındadır.
Nerede kaldı, kardeş iki İslâm ülkesi münasebetlerde, kardeşliğin icap ettirdiği iyi münasebetler, sefaret’lerde ve diğer temsilciliklerde bulunan, misâfir’lerimize karşı misafirlik hukuku...
Yeniden hortlatılmaya çalışılan, Şîa severliğe, Şîa’yı ve Şîî’leri aklama-paklama, yağlama-yıkama faaliyet’lerine bir son verilmelidir. Nereden türedikleri belli olmayan, “Araştırmacı-Gazeteci, Araştırmacı-Bilim Adamı, Araştırmacı-İlâhiyatçı,” oldukları kendilerinden menkul bu güruha bir “dur” denilmelidir. Son yıllar’da, Hükûmet’in “her il’e bir üniversite” politikası sebebiyle açılan çok sayıda Devlet Üniversitesi, başta, İstanbul olmak üzere, büyük şehir’lerde, artan vakıf üniversitelerinde, ihtiyaçtan çok fazla İlâhiyat Fakültesi açılmıştır. Adı, İlâhiyat Fakültesi olmadığı halde, diğer ba’zı fakülte’lerde de, Yüksek Dinî Eğitim verilmektedir. Bu kadar çok İlâhiyat Fakülte’sinde binlerce öğretim üyesi, binlerce, eğitim elemanı olmalıdır. Fakat gazete sütunlarında ve TV kanallarında, arz-ı endâm eden’lerin sayısı, iki elin parmaklarını geçmez. Bunların hepsi, “Ellâ Mezhebiyye” mezhebine mensup oldukları için yıllardır, yok Efendim, “Sünnî’lik, Şîî’lik, Sünnî’ler, Şîî’ler,” gibi, Ehl-i Sünnet ile Şîî’liği muâdil’dir, her ikisi bir ağaç’ın eşit, iki dalıdır, her ikisi de hak mezheptir, “zırvalarını” tekrarladılar. Hayır! Efendiler! Ehl-i Sünnet, bizâtihî, Allah’ın indirdiği, vahyettiği, Peygamber’imizin, tebliğ buyurduğu, Ashab-ı Güzîn ve Hulefâ-i Raşidîn’in, tam olarak, uyguladığı ve bizlere kadar eksiksiz gelen, “Sırat-ı Müstekîm,”dir. Şîa ise, yüze yakın dalı ve kolu olan, Fırak-ı Dâlle’den bir fırka olup, Sırat-ı Müstekîm’den ayrılmış, (Ana Yoldan Ayrılmış, çıkmaz sokaklara sapmış) bir fırka’dır.
Diyânet İşleri Başkanlığı da, artık, ba’zı kompleks’lerden kurtulmalıdır. Türkiye’de, kendilerine, “Alevî” diyen, 70’den fazla fırka vardır. Bunların ekserisi, Cum’a namazı kılarlar, Ramazan ayında oruç tutarlar, terâvih namazı kılarlar, daha doğrusu, bunlar, aslında, Ehl-i Sünnet’dirler, diğer Ehl-i Sünnet Müslüman’larıyla aralarında bir fark yoktur. Bunların “Alevi’liği” daha ziyâde, geleneksel ve aile tevarüsüdür. Kendilerine “Alevî” diyenlerden ba’zıları, azınlıkta da olsalar, kadîm Şamanizm inancında olanlar, Haz.Ali’ye “İlahlık” isnadına kadar varan Gulat-ı Şîa’dan olanlar, Yüce İslâm Diniyle hiç bir noktada, bağdaşmayan inançlara sahip olanlar...
Bunların talepleri, dînî değil, siyâsî’dir. Taleplerini siyâsî’lere iletsinler, cevabını da siyâset kurumundan almaya çalışsınlar.
Mektep’lerde, okutulan, “Din Kültürü ve Ahlâk” ders’lerine karşı çıkan, isteğe bağlı din derslerine karşı çıkan, çocuklarının okullardaki din ders’lerinden muaf tutulması için, Milletlerarası Mahkemelere müracaat eden’lerin, din ile, Diyânet ile ne alakaları olabilir ki?!.. Türkiye Cumhuriyetinde Müslümanlar cami’i’lerini kendileri yaparlar. Cami, Kur’ân Kursu, yurt binası, İmam-Hatip Okullarını hep Müslümanlar yaptılar. Devletin herhangi bir katkısı söz konusu değildir. “Cem Evleri bizim için, ibadethane’dir,” diyorsunuz. Aslında öyle değil, fakat, siz öyle inanıyorsanız, elbette inanmak en tabiî hakkınızdır. Cami’i’lerde su ve elektrik sarfiyatının alınmaması, Diyânet İşleri Başkanlığı’nı alakadar eden bir husus değildir. Belediye veya alakalı, Elektrik Dağıtım Şirketini alakadar eder. Diyânet’in temeli, Ehl-i Sünnettir, Diyânet aslına hizmete devam etmelidir...