“Ben bunu söylemiştim, zâten ifâde etmiştim. Ben bunu yazmıştım, ben bunu öngörmüştüm,” gibi böbürlenmeyi hiç sevmem. 45 yıllık yazı haya

“Ben bunu söylemiştim, zâten ifâde etmiştim. Ben bunu yazmıştım, ben bunu öngörmüştüm,” gibi böbürlenmeyi hiç sevmem. 45 yıllık yazı hayatımda da bu duruma pek düşmedim; Ancak, ba’zen, hâkîkatleri tebârüz ettirebilme adına, “Ben söylemiştim, ifade etmiştim, yazmıştım,” demek mecburiyetinde kaldığımız anlar da olmuştur.
İşte şu anlarda böyle bir durumla karşı karşıya bulunuyorum. Kaza’ya ma’ruz kalmadan önceki haftalarda, Nisan-Mayıs 2015 tarihleri arasında, “İran-Irak, Fitne ve Gümüş Hilâl Ablukası” serlevhalı, beş yazı yazdım. Altıncı ve kaza öncesi son yazı “Günümüzün Fitne-i Uzması (Büyük Fitnesi)” serlevhalıydı...
Bu yazılarda ve daha önceki def’atle yazdığımız yazılarda, Şîa’nın aslında, Yüce İslâm diniyle, Allah’ın Kur’ân’da vaz’ettiği, Haz.Peygamber’in sünnet’lerinde (sahih hadis’lerde) ortaya koyduğu şerî’atla uzaktan-yakından, herhangi bir alakasının bulunmadığını, Şîa’nın, tıpkı Katoliklik gibi beşerî aklın va’zettiği bir sistem olduğu tarihî seyrindeki perspektifle ve delillerle ortaya koyduk. Katolikliği dizayn eden, nasıl ki, (Saint Paul) Pavlus ise, Şîa’yı dizayn eden de, bir başka Yahûdî, Yemen-Sana’lı, Abdullah İbn-i Sebe’dir. (Bu hususta tafsilatlı ma’lumat almak isteyenler, internet sitemizden daha önceki yazılarımıza müracaat edebilirler.)
Memleketimizde çok büyük bir kesim, hususiyle bugünkü iktidarın tevârüs ettiği Siyâsî Akım, İran’da, her bakımdan tefessüh etmiş, yıkılmaya mahkûm, yıkılmak üzere olan, Şah Rejimini deviren, Fransa’da sürgün’de iken, İran’a dönen, Humeynî önderliğinde yapılan, Förs, Molla’lar darbesini, İran’da bir İslâm Devrimi gerçekleştirildiğini zannetti. Demokratik olmadığı halde ismi, Demokratik olan ülkeler bulunduğu gibi, gerçek ma’na’da, İslâm’la alakası bulunmayan, İran, Förs-Molla’lar Devleti’nin adı da, bugün, İran İslâm Cumhuriyeti’dir.
1979 İran Förs ve Molla’lar rejimi, başta Türkiye olmak üzere, muhtelif İslâm ülkelerine rejim ihracı için büyük gayret sarf etti ve bunun için büyük çapta, mâlî imkanlar aktardı.
1979 İran Förs ve Molla’lar devrimini ta’kip eden yıllar’da, memleketimizde “Cum’a Dergisi”, gibi isimler taşıyan, 50’ye yakın gazete-dergi, sayısız kitap neşredildi. Bunların hepsinin gayret’leri, Şîa’yı İslâm’a yamamak, Şîa’nın, İslâm’ın asıl unsuru olduğunu isbat zımnındaydı. Bunlar’dan ba’zıları, geç de olsa, hâkîkati anlayıp bu gayretlerine bir hadde son verdiler. Fakat her şey ayan-beyan ortaya çıkmış olmasına rağmen, hâlâ, Şîî’lerden çok, Şîa’yı müdafaa eden bedbaht’lar var...
Belli ki, bunlar hâlâ midelerinden İran Rejimi’ne bağlıdırlar ki, hâlâ, “bindikleri araba’nın düdüğünü çalmaya,” devam ediyorlar. Bunlar’dan birisi, 12 Eylül 1980 Darbesine kadar beraber çalıştığımız, Bizim Gazete’miz Sabah’ta, köşe yazarıydı. Sağlık Me’muru olarak da Sağlık Bakanlığı’nda çalışıyordu. Sivri dillliydi, yazdığı yazılarından dolayı kendisi ve Yazı İşleri Müdürümüz, cezâî ta’kibata ma’ruz kalmışlar, mahkûm olup bir müddet cezaevi’nde tutulmuşlardı. Beş vakit namazını kılar, diğer dinî vazife’lerini ifa eder, Türkiye’deki diğer Müslümanlar gibi, Ehl-i Sünnet mensubu bir Müslümandı.
1980 Darbe-i Hükûmetinden sonraki kargaşa ve karmaşa’dan istifade ile, İran’a kaçtı. İran’da, Tahran Radyo’sunda, Türkçe Yayınlar Bölümü’nün başına geçirildi. Türkiye’den de rahatlıkla dinlenebilen bu radyo, İran Devriminin, Şîa palavra’larını diğer İslâm ülke’lerine hususiyle Türkiye’ye ihraç için bir propaganda vasıtası olarak kullanılıyordu. Bu zât da, bilerek bu propaganda’ya âlet ediliyordu. Bu radyo’da, yaklaşık, bir saat’e yakın bir müddet zarfında, İmam Humeynî’nin konuşmalarından bölümler veriliyor. “Ehl-i Beyt” sevgisi maskesiyle ashab-ı Kiram’a, Hulefâ-i Râşidîn’e açıkça sövülüyordu. Mahud zât’ın dilinden, Humeynî’nin ifadesiyle, şöyle deniliyordu. Kanlı ihtilâli niçin gerçekleştirdikleri zımnında, “Şah’ın zulmü, Ömer’in zulmünü geçmişti,” deniliyordu. Pek âlâ; Anlaşıldığına göre, buradaki “Ömer”den kasdolunan, bütün dünya’da, amansız İslâm düşmanı gayrimüslimler tarafından bile kabul edildiği gibi, “dünya’da Adalet’in timsâli” olarak şöhret bulmuş, Peygamber’imizin 2. Halifesi, Haz.Ömer bin Hattâb’dır. Bu da, Şîa’nın, İran İslâm Cumhuriyeti’nin, daha doğrusu, Förs ve Molla’ların, Ashab düşmanlığı’nı hangi noktalara taşıdığını gösteriyor.
Türkiye’de arandığı ve yasaklı olduğu yıllarda, sakal bıraktığı, Molla kılığına girdiği, İran rejimi tarafından kendisine verilen sahte pasaport’la, Türkiye’ye, def’alarca girip-çıktığı bilinmektedir. Şimdiler’de, herhalde oradaki vazifesini tamamlamış olmalı ki, vazifesine Türkiye dahilinde devam ediyor.
Bugünlerde, iktidara yakın olduğu bilinen ba’zı televizyon kanallarında arz-ı Endam etmekte, Şîa’yı ve Şîî’leri tezkiye ve tasfiyeye (Şîî’leri yıkayıp yağlamaya devam ediyor.)
Geçen hafta ta’kip ettiğim bir televizyon programında, İran’ın, Suriye’de zâlim, kâtil Esed’in yanında yer alması ve Şîî milis’lerin, Suriye Rejimi, kâtilleriyle birlikte, Müslüman’ları katletmeleri, gibi mevzu’larda fikrine müracaat edildiğinde, zâlim, kâtil Esed’le ve Rusya ile kol kola girip, Müslüman’ları katleden, Şîî milisler ve İran İslâm Cumhuriyeti hakkında bir şeyler söylemesi beklenirken, birden Şîa ve Şîî’leri müdafaaya geçmiş, “Şîa ve Ehl-i Sünnet, bunlar, İslâm Ağacı’nın iki dalı mesabesindedir. Aslında birbirinden herhangi bir farkı yoktur,” demiştir.
Hayır Efendiler! İslâm, aslâ, dalları-budakları olan bir ağaç değildir. İslâm, Peygamber’imizin ve ashabı’nın üzerinde yürüdüğü, Sırat-ı Müstekîm’dir.
Ebûbekr bin Ebî Şeybe, Muhammed bin Beşir, Muhammed bin Ömer, Ebû Selme Ebû Hüreyre radiyallahu anh’den:
Resûlüllah Efendimiz Hazret’leri buyurdu ki:
“Yahûd, (Yahûdî Kavmi) yetmişbir fırkaya ayrıldı. Benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır.”
Avf bin Mâlikten:
Resûlüllah salla’llahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Yahud (Yahûdî Kavmi) yetmiş bir fırka’ya ayrıldı. Bu fırka’lardan sadece birisi cennete girecek, yetmişi cehennemliktir. Nasâra, (Hıristiyanlar) yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Sadece bir fırka cennete girecek, yetmiş bir fırka cehennemlik. Muhammed’in nefsi, yedi kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki: Elbette, benim ümmetim de, yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bir fırka cennete girecek, yetmiş iki fırkası ise, cehennemdedir. Yâ Resûlellah! Onlar (cennete girecekler), kimdir, Yâ Resûlellah! denildi de: cemaat üzerine olanlar,” buyurdu. (Hiçbir suretle tefrikaya düşmeyen, Allah’ın Resûlü’nün ve ashabı’nın yolundan sapmadan o yol üzerinde devam edenler.)
Diğer ba’zı rivâyetlerde, Fırka-i Nâciye (cehennem’den kurtulmuş cennete girmiş olan fırka, ta’rif edilirken, “Mâ Ene Aleyhi ve Ashâbî” (Benim ve ashabı’mın yolunda olanlar,) diye ta’rif edilmiştir.
Hadis-i Şerif’te kasdolunan tefrika, Füruğ ve ba’zı amellerdeki ihtilaf değildir. İslâm’ın Aslelusûl (temel iman ve akâid) mes’ele’lerinde ihtilâftır. Yoksa, Füruğa ve ba’zı amellerde ihtilâf aksine rahmettir. Çünkü Peygamber’imiz, “Benim Ümmetimin (Ümmetimin Ulema’sının) herhangi bir mes’ele’de, ihtilâfı geniş ma’na’da rahmettir, ittifakı ise, kat’î delildir.
İ’tikatta ve ameldeki mezhep’ler bu cümledendir. Fakat yüze yakın kolu bulunan, Şîa ile Ehl-i Sünnet arasındaki ihtilaf, tamamen, İslâm’ın Aslelusûl ve i’tikattadır.
Şîî, İran, Rusya ile işbirliği halinde, “Şîa Gümüş Hilâl Ablukasını, Türkiye hariç, Irak, Lübnan, kısmen Yemen ve Suriye’de tamamlamış görünüyor. Arap’ların, “El’ley Hublâ” (Gece Gebedir) diye veya, el-Leyâlü Hüblâ, diye (Geceler Gebedir) bir Darb-i Meselleri vardır.
Gece’ler pek çok şeylere gebedir.
Necid Çölleri, kısmen İran ve daha ziyâde Irak toprakları, Peygamber’imizin Mu’cizevî haberiyle, Fitne’nin kaynağı, “Karnü’ş-Şeytân” (Şeytan’ın Boynuzu)...
“Ehlü’l-Irâk, Ehlü’n-Nifâk Ve’ş-Şikâk, (Irak Ahâlisi, nifâk ve şikâk ahalisidir.)
Bakalım daha neler göreceğiz!..