Tarihte bu vatan kadar, tarihte bu millet kadar, tarihte bu devlet kadar düşmanı olmuş bir millet, bir vatan ve bir devlet olmamıştır ve olmayacaktır da. Hiç rahat bırakılmadık. Ya dıştan ya içten hep meşgul edildik. Hep ayakta kalmak, hep istiklâl ve hürriyetlerimizi müdafaa etmek zorunda kaldık.

Fâtih’in 17 devletle aynı anda savaşı ve üstün gelmesi. Kanunî’nin saltanatının üçte biri at sırtında geçmesi. XIV. Asırdan beri değil yalnız Rumeli’den, Anadolu’dan da atılmak istenmemiz. Bugün de varlığımıza tahammül edemeyip, parçala böl taktiği ile, içimize fitne fesat tohumları saçılması.

“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez.”

Hükmü doğrultusunda bin bir gayret sarfedilmesi, bizlerin dâima pür-dikkat ve uyanık olmamızı gerektirmektedir. Fakat yine hüsrana uğrayacaklar. “Toplu vurdukça yürekler” nifak topları geri tepecektir. Çünkü şâirin dediği gibi:

“Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürürz,

Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz yürürüz.”

Evet, Batı’nın ve Kuzey’in ve bütün şer kuvvetlerin rağmına; bu devlet, bu millet ve bu vatan, diğer kardeş devletlerle birlikte; bütün çirkin, iğrenç ve rezil engellemelere rağmen, istikbâl ufuklarında, bir güneş gibi doğacak ve dünyadaki bütün pislikleri, dünyadan silip süpürecektir.

Çünkü felâket ve helâket asrı geride kalmaktadır. Çünkü Hak’ın şafağı sökmüştür. Güneşi doğdurmamak nasıl mümkün değilse, Doğu’nun yıldızının doğuşunu engellemek de; çirkin, mülevves, azgın ve emperyalist Batı’nın, artık haddi değildir.

Kuzeyimizdeki Kızıl Dev siyaset arenasından çekilmiş; kalan Kızıl Ordu ise, içten parçalanmanın eşiğinde, Batı ise çöküşün arifesindedir. Doğu’nun önündeki mânialar, bir bir kalkıyor ve kalkmak üzeredir.

İnanıyoruz ki bu vatan, bu millet ve bu devleti söndürmek isteyen bedbahtların; bizzat kendi istikbâl yıldızları sönecek. Bu vatan, bu millet ve bu devletin değil, onların izzet, ikbâl, şan ve şerefleri tersine dönecektir.

Yazıma vatan, millet ve devletin parlak istikbâlinden haber veren, gönüllerimize muştular sunan, samimî bir kalbin içten yakarış ve feryatlarıyla son veriyorum:

“Gazilerin, fâtihlerin konağı

Seyyitlerin, serverlerin otağı

Bu vatandır şehitlerin yatağı

O şehitlerin ala dönmüş kefeni

Miskler kokar güle benzer bedeni

Öper melekler de nurlu nâşını

Armağansın çünkü asîl millete

Düşmeyelim bir gün bile zillete

Götür bizi şanlı büyük devlete

Zaferlerle şanlar bulur bu millet

Şark’a Garb’a ziya salsın bu devlet

(Çünkü) nurdan kanadın, hem sağlam kolun var

(Çünkü) nurdan senin Hak’a giden yolun var”