Adem-i kabul / kabulsüzlük başkadır,
Kabul-ü adem / yokluğu kabul başkadır.
Bu çeşit cezbe ve uzlet ehli veya işitmeyen ya da bilmeyen adamlar;
Peygamberi bilmiyorlar veya düşünmüyorlar ki kabul etsinler.
O noktada cahil kalıyorlar.
Marifet-i İlâhiyeye karşı
Yalnız “Lâ ilâhe illallah” / “Allah’tan başka ilâh yoktur.” biliyorlar.
Bunlar necat / kurtuluş ehli olabilirler.
Fakat Peygamberi işiten ve dâvâsını bilen adamlar onu tasdik etmez / onaylamazsa,
Allah’ı tanımaz. Onun hakkında yalnız “Lâ ilâhe  illallah.” kelâmı / sözü
Necat / kurtuluş sebebi olan tevhîdi / Allah’ın bir oluş keyfiyetini ifade edemez.
Çünkü o hal, bir derece özür sebebi olan cahilane adem-i kabul / kabulsüzlük değil,
Belki o kabul-ü adem / yokluğu kabuldür. İşte bu inkârdır.
Mucize ve eserleriyle kâinatın fahrı / övünç sebebi
Ve beşer nev’inin / insanlığın şeref medarı / sebebi olan Muhammed’i inkâr eden adam,
Elbette hiçbir cihette hiçbir nura mazhar olamaz ve Allah’ı tanımaz.
Adem-i kabul / kabulsüzlük, kabul-ü adem / yokluğu kabulle iltibas olunur / karıştırılır.
Adem-i kabul / kabulsüzlük için, sabit delil yokluğu onun delilidir.  
Kabul-ü adem / yokluğu kabul, ademe / yokluğa delil ister.
Biri şek / şüphe, diğeri inkârdır.
Dalâlet yolu / yanlış ve sapık bir yol olduğu için, kolaydır.
Tahrip ve tecavüz olduğu için, çoklar o yola sülûk ediyor / giriyorlar.
Halbuki küfür ve dalâlet yolu o kadar müşkilâtlı ve suubetli / zordur ki,
Hiç kimse ona girmemesi lâzım. Çünkü girilmesi kabil ve imkân dahilinde değil.
Oysa, iman / inanç ve hidayet yolu / doğru yol; o kadar kolay ve zâhir / açıktır ki,
Herkes ona girmeliydi. Neden böyle olmuyor derseniz:
Küfür ve dalâlet iki kısımdır.
Bir kısmı amelle ilgili ve fer’î / teferruat ve ayrıntılarla alâkalı olmakla beraber,

İman hükümlerini nefyetmek ve inkâr etmektir ki, bu tarz dalâlet kolaydır.
Hakkı kabul etmemektir; bir terktir, bir ademdir, bir adem-i kabul / kabulsüzlüktür.
İkinci kısım ise, amelî ve fer’î olmayıp, belki itikadî ve fikrî bir hükümdür.
Yalnız imanın nefyini / inkârını değil, belki imanın zıddına gidip bir yol açmaktır.
Bu ise bâtılı kabüldür, hakkın aksini ispattır.
Bu kısım, imanın yalnız nefyi / inkârı ve nakîzi / zıt ve karşıtı değil, imanın zıddıdır.
Adem-i kabul / kabulsüzlük değil ki kolay  olsun. Belki kabul-ü adem / yokluğu kabuldür.
Ve o ademi / yokluğu ispat etmekle kabul edilebilir.
“El - ademü lâ yüsbetü.” kaidesiyle, adem / yokluğun ispatı elbette kolay değildir.
İşte imtinâ / imkânsızlık derecesinde suubetli ve müşkilâtlı / güç ve zor olarak gösterilen küfür /
İnançsızlık ve dalâlet bu kısımdandır ki,
Zerre miktar şuuru / bilinci bulunanın bu yola sâlik olmaması / girmemesi lâzımdır.
Hem bu yolun, o kadar dehşetli elemleri ve boğucu karanlıkları var ki,
Zerre miktar aklı bulunan, o yola talip olmaz.
Bu kadar elîm / acı ve karanlıklı, müşkilâtlı / zorlu yola
Nasıl ekser insanlar giriyorlar?
İçine düşmüş bulunuyorlar, çıkamıyorlar.
Hem insandaki nebatî ve hayvanî kuvveleri / his ve duyguları, âkıbeti görmedikleri,
     Düşünemedikleri ve o insandaki insanî lâtifelere galebe ettikleri için, çıkmak istemiyorlar.
     Hazır ve muvakkat / geçici bir lezzetle mütesellî oluyor / tesellî buluyorlar.