Çok büyük bir kazayı, ufak sıyrıklarla atlattığınızı düşünün. Ya da üzerinize hızla gelen bir aracın altında kalmaktan, son anda kurtulduğun

Çok büyük bir kazayı, ufak sıyrıklarla atlattığınızı düşünün. Ya da üzerinize hızla gelen bir aracın altında kalmaktan, son anda kurtulduğunuzu. Hatta daha ileri gidelim. Bir hayvanat bahçesini gezerken, aç arslanların kafesine düştüğünüzü hayâl edin. O anki korku ve heyecanınızı hangi kelimelerle anlatabilirsiniz? Yaşadığı anın her bir saniyesi, bir ömür kadar uzun gelir insana. Tek bir şey düşünebilirsiniz: kaçmak ve kurtulmak! İşte ''panik atak da neymiş?''  ''hiç yaşamadım, bilmem''  diyenlere yukarıdaki örnekler,  biraz olsun empati yapabilmek için verildi. Anksiyete ve buna bağlı panik atak geçirenler, bu korkuları her an yaşayabiliyor. Bir düğünde, tatilde, her yerde ruhları mutmain huzurlu olamıyor malesef. Çocuk yaşta tanıştığım bu problem, ilk gençlik yıllarında bana da hayatı zehir etmişti ondan biliyorum. Hemen hemen her insanın  hayatında bir dönüm noktası var mutlaka, benim milat  dediğim olaylar da gençlik  çağında yaşadığım sıkıntılı günlermiş, yıllar sonra farkettim. Sonra ne mi oldu? Yazının başlığından da anlayacağınız gibi değiştim. İlerde daha detaylı anlatacağım konuyu, şimdilik küçük bir benzetme ile açıklayayım. Tırtıllar, kelebek olma zamanlarında pupa adı verilen bir kozaya girer.  Bu kozada birkaç gün kaldıktan sonra kelebek olarak hayatlarına devam ederlermiş. Ruhu bir tırtıl olarak düşünürsek, pupa adlı koza, yaşadığımız zor anları temsil ediyor. Sonra oluşan güzel kelebek ise hayatımıza  olumlu ve kalıcı değişikliklerle yön vermek için  kanatlanan ruhumuz... Problemi sonlandırdım çok şükür.. Burada yazacağım,  birkaç hafta  sürecek bir yazı dizisi ile, yepyeni  başlangıçlara, basamak yapmaya karar verdim yaşadıklarımı. Her son yeni bir başlangıçtır çünkü. Öyle bir basamak olmalı ki, yalnız şahsım adına değil, bu konudan muzdarip başka insanlar adına da, beraber  yükselmek  için kullanacağımız  bir basamak... Her insan, bir başkasının da kendisi gibi aynı şeyleri yaşadığını bildiğinde, yalnız olmadığını anlıyor. Bu durum psikolojik yönden rahatlamaya sebep oluyor tabi. Bu köşede paylaşacaklarım,  kesinlikle başka insanların düşüncelerini etkilemek, ya da değiştirmek amacı ile yazılmayacak.. Sadece kendi hayatımdan yola çıkarak, başka hayatlara ayna olmak istiyorum. Baktıkça içinizi aydınlatacak bir ayna gibi, okudukça yüreğinizi serinletecek satırlar yazmak niyetindeyim inşallah. ''Aşk insanı şair eder, panik atak da yazar'' Şu anda temel sloganım bu... Şair demişken; Yunus Emre'nin bir şiirinde dediği gibi ''Beni bende demem, bende değilim. Bir ben vardır bende, benden içeri'' Bu haftaki yazımızı, konuya bir giriş olarak düşünürsek, bu dizeler  tam da başlamak için aradığım kelimeler! Önce içimizdeki ''ben''den  başlayalım. Ne kadar tanıyoruz kendimizi? Biz kimiz? Şu koskoca kâinatta zerre kadar olan insan, kendini nasıl ve nerede görüyor? Sadece et ve kemikten yaratılmış bir varlık olsaydık,  işimiz kolaydı. Hayattaki mücadelemiz de, çok daha kolay olurdu şüphesiz. Ancak, o kadar basit yaratılmadık. Yaratılışımız  karmaşık, bir o kadar da mükemmel... Yunus Emre'nin dizelerindeki gibi bir ''ben'' var ki içimizde ve onu tanımadan ne kendimizi ne de hakkı bulabiliyoruz. Bu kadar karmaşık bir yapının bir rehbere ihtiyacı olmalı diye başladı maceram. Günlük hayatı kolaylaştırmak için aldığımız bir eşyanın bile, onu tarif eden bir klavuzu varken, biz  öylesine, başıboş rastgele dünyaya gelmiş, öyle de yaşıyor olamayız. Mahlukatın en şereflisi olarak yaratılan insan, bu şerefi neye borçlu olduğunu araştırıp bulmak zorunda. Bu yüzden hayatı anlamaya çalışmadan önce, kendimizi tanımaya ve anlamaya çalışalım. Ufak bir giriş yaptığımız konuya,  bir dahaki yazımızda devam edelim inşallah. Sağlıcakla kalın...