Umre ziyaretimizin, aslında  havaalanında başladığını anlamıştım.İstanbul'dan  Medine'ye ve dönüşte  Mekke'den İstanbul'a varıncaya kadar ya

Umre ziyaretimizin, aslında  havaalanında başladığını anlamıştım.İstanbul'dan  Medine'ye ve dönüşte  Mekke'den İstanbul'a varıncaya kadar yaşadıklarımız bize sabrı öğretmek içindi.
Neler mi yaşadık?
Öncelikle hem Türkiye,  hem de Suudi Arabistan havaalanında  prosedür gereği yapılan işlemler beklemeyi ve tahammülü öğretti. Gruplar halinde yapılan işlemler uzun sürdüğünden sabırla beklemenizi gerektiriyor çünkü..

Daha önce de yazdığım gibi  ravza ziyareti için beklemek, Mescidi Nebevi'ye girmek ya da oradan ayrılmak için beklemek.. Hep bir kural ve nizama uyma gereği; nefse sabrı öğretiyor.
 Hayat bana sabretmeyi zaten öğretmişti. Zorluk çekmedim ama aceleci insanlar için durum farklıydı.
Öğrendiklerimiz bununla da kalmadı. En önemlisi,  bu şehirde aslında, dünyanın ve kendimizin   bir ''hiç'' olduğunu anladık.

Allah'u Teala'nın ''Ey habibim, sen olmasaydın alemleri yaratmazdım'' ifadesinden yola çıkarak kendinin  ''hiç''olduğunu anlıyor insan.

Olmasaydı olmazdık ama dünya O'na bile kalmadı. Biz neyin kavgasını yaşıyoruz.
Ne kadar boş şeyler için üzülmüş, dünyaya ne kadar meyletmişiz. Eminim herkes kendi içinde bunun muhasebesini yapmıştır.
Çünkü ister istemez,
ayak bastığınız andan, ihrama girinceye kadar geçen sürede, kendinizle yüzleşmek zorunda kalıyorsunuz.
Kimliğiniz, mesleğiniz ve statünüz ne olursa olsun. Vardığınız yerde, sadece Allah'ın kulusunuz. Hepsi bu..
Medine'de  bizden dua isteyenlere ve  ümmeti Muhammed'e, eş, dost akrabaya herkese bolca dua ettik. Çünkü biz orada kâinatın Efendisi'nin misafirleriydik.
İnşallah bu sıfatla dualarımızın geri çevrilmeyeceğini umarak, istedikçe istedik yaradandan...

Yine burada muhacir-ensar ilişkisini anlamamıza yardım eden insanlar gördük. Mescid-i Nebevi'den çıkıp otelimize giderken,  Allah rızası için yiyecek içecek dağıtanlar. Onlar Medine'de halâ ensar ruhunun o naif güzelliklerini bize hatırlattı.

Vee ayrılık vakti..
Sevgiliden ayrılma vakti, çok hüzünlüydü. Otobüsün camından, yeşil kubbeyi görebileceğim en son noktaya kadar dönüp  dönüp baktım. Tekrar nasip etmesi için Allah'a yalvardım.
Mekke'ye giderken ihram olayı başladı.
İhramı şöyle düşünün, erkekler için, tüm giysilerini çıkarıp, kefeni andıran bir beze bürünme. Bayanlar için kıyafet değişmiyor sadece kurallara uymak yeterli. Tabi ihramı sadece kılık kıyafet olarak  düşünmek yanlış olur.

Kadın erkek farketmiyor. Asıl ihram gönüllerde başlıyor.
Dünyadan sıyrılıp, maddiyattan uzaklaşıp manevi bir atmosfere girmektir ihram.

Niyetlerimizi getirip ihrama girdikten sonra, 

yolda,  yıllardır çok  sevdiğim cümleleri, yani telbiye duasını  sık sık tekrarladık.
''Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyk la şerike leke lebbeyk. İnnel hamde venni'mete leke vel mülk. La şerike lek''

"Emret ya Rabbi, buyur ya Rabbi!.Çağırdın, biz de geliyoruz ya Rabbi!.Davetine sözümüz ve özümüzle geliyoruz, buyur Allah'ım. Ey ortak ve benzeri olmaktan münezzeh Rabbimiz! Hamd Senin, minnet Senin, mülk de Senin. Sen teksin, eşsizsin, emsalsizsin, buyur ya Rabbi!"

Nasıl güzel bir teslimiyetti anlatamam.
Varını, yoğunu geride bırakıp, başına gelebilecek herşeyi göze alarak sadece O'na yönelmek!

İnsan hayatı boyunca böyle kalsa. Ne dert, ne tasa...
Çok güzel bir duyguydu.

Medine Mekke arası yaklaşık 5-6 saat sürüyor.

Otobüsle  saatlerce gittiğimiz bu mesafede, bol bol düşünmeye vakit buldum.
Hicreti düşündüm mesela.
O devirde nasıl bir iman gücü vardı. Şimdi bile ıssız, kuş uçmaz kervan geçmez yerler...
Efendimiz'in Hz. Ebubekir'le yolculuğunu düşündüm. Bunca yolu nasıl katetmişler.

Ne zorluklara katlanmışlardı kimbilir?

Her türlü lüksü bir arada yaşadığımız bu ziyaretlerde bile, bazen şikâyetçi  olabiliyor. Çok çabuk şeytana ve nefsimize yenik düşüp, söyleniyorduk. Yazının başında bahsettiğim sabır olayını düşününce ne kadar zayıf olduğumuzu anladım. Sabretmek, şükretmek..
Bu kavramları bildiğimizi sanıyoruz. Aslında bilmiyoruz. En ufak zorlukta pes ediyoruz. Hayatta da böyle değil mi?

Oysa Peygamberimiz ve Sahâbeler   gerçekten bu dünya ve nimetlerinden sıyrılıp sadece Allah'a yönelmişlerdi.
Aç da kalsalar, susuz da, yurtlarından çıkmak zorunda kalsalar  da Onları ayakta tutan tek şey Allah'a olan teslimiyetleri ve aşklarıydı.

Hz. Ebubekir olmak, Hz. Ömer, Hz. Fatıma (r.a.) olmak kolay değildi.
Onlar gibi olmak için Onlar  gibi yaşamak gerekiyordu anladım.
Defalarca hac ya da umre yapmak değildi marifet.
Marifet, yaşadığın her günü hac, umre tadında yaşamaktı. Yolda giderken,  Muhammedi (s.a.v.) hayat yoluna açılan kapıyı hafiften araladığımızı düşündüm. Yani inşallah...

Vee  sonunda Mekke...

Selam ve dua ile...