Küçüklüğümde konu komşu toplanır alüminyum bir tepsiyi bir çalgı gibi kullanarak toprak örtü, taştan, kerpiçten ya da tuğladan yapılmış kırmızı kiremitli evlerde türküler söylenirdi …

Anamın sesi de yanıktı hani! Her türkü duyduğumda anamın sesini hatırlar, yokluğunda kulağımda çınlayan sessiyle avunurum.

Anamın türkülerle Mevla’ya yakarış dili ve sesi hala kulaklarımdadır!

İlk hatırladığım türkü “Harmandalı, Efem geliyor…” cümlesiyle başlayan Ege türküsüdür. Daha sonra düğünlerde Seymen öncülüğünde davul zurna eşliğinde oynadığımız ve gelin alayına karışan zeybek oyunlarının yanık türkülerini hatırlarım.

Davul zurna eşliğinde köy düğünlerinde gelin alma zamanının yaklaştığı bir anda döne döne oynarken yağmur ve çamurun azizliğine uğrayıp yere düştüğümü an zihnimde tatlı bir hatıra olarak yaşamaya devam eder. Hiçbir zaman türkülerden uzaklaşmadım. Aksine ilk gençlik yıllarımı saymazsak ikinci gençlik yıllarımda yeniden alevlendi türkü sevdası içimde. Ve her duyduğum Harmandalı Türküsünde kalkıp oynama isteği yeniden alevlendi içimden. Hala daha öyledir. Şimdilerde oğlumla beraber oynarız Harmandalı havasını duyduğumuzda.

Bazen bir ümitsizlik peyda olur. Türkülerimiz adına ve Ege’den gerçek bir türkücü neden çıkmaz diye düşünürüm. Ege Türkülerinin neden öksüz olduğunu sorarım. Nice zaman sonra bu tür sorular sormamaya yemin ettim. Üstelik biraz da utandım düşündüğüm ve haksızlık ettiğim Ege türkülerinden!

Yıllar önce Manisa’nın türkü ve oyun havalarının derlendiği bir kitap çıkmıştı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Devlet Halk Müziği Korosu Sanatçısı Salih Turhan’ın hazırladığı Manisa’ya özgü 130 türkü ve 17 oyun havasının sözlerinin yer aldığı kitapta daha öce duymadığım ya da unuttuğum birçok türküyü okuma imkânı buldum. 

Manisa türküleri kitabını ilk okuduğum günden beri umudum yeniden yeşermeye ve Manisa adına ümidim artmaya başladı. Emeği geçenleri kutluyorum. Şehir adına yapılacak kültürel çalışmaların böyle güzelliklerle gün yüzüne çıkarılmasının ne derece önemli olduğunu bir daha yaşayarak anlıyorum.

"Söğüdün Yaprağı Narindir Narin" derken, 

"Kapının Önünde Taş Ben Olaydım" türküsü yankılanıyor öte yandan. 

Beri yandan “Oduncular dağdan odun indirir” türküsünün nameleri dökülür yavaş ılık ılık içimize. 

‘Haydi bre Efem’ diyerek Ege’nin er duruşuna bürünür ve düşmana karşı göğsümüzü gere gere gideriz hep birlikte. 

Türküler eşliğinde cenk havalarıyla bazen Türkistan’dan Viyana önlerine bazen de Kerkük’ten Kırım’a kadar gideriz...

Bazen de ‘Gül Nazik’ türküsünü dinlerken anaların ağıtları ayyuka çıkar ve Yunanlılar tarafından kaçırılan kızlarımız aklıma gelir…

Haydar Bayçın’ın derlediği türküler arasında “Kırmızı Buğday Ayrılmıyor Sezinden” türküsü hala hafızalardadır: 

“Kırmızı buğday ayrılmıyor sezinden
Mevlam Mevlam versin güzelleri gencinden
Kim ayrılmış ben ayrılam eşimden.”

Ya da “Söğüdün Yaprağı Narindir Narin” türküsü:

Söğüdün yaprağı aman aman aman narindir narin
İçerim yanıyor hadülen dışarım serin
Sana yar bulunur aman aman aman ben Allah kerim

Kınalı topuklar yavrum suya mı değdi
Çeşmenin başında hadülen aklımı çeldi.”

Türküler, milletimin ortak dili ve Türkçe’nin sarsılmaz kaleleridir. Türküler milletimin benliğini, kader ve kederlerini canlı tutan, coğrafya ve asırlara meydan okunarak bugünlere gelen en kutsal değerlerimiz arasındadır.

Türküler kadar yaşayanlara ne mutlu.