Herkes susmuştu, Aslı şaşkınlıkla Baran'a bakıyordu. Çelimsiz arkadaşın kıskançlığı katlanmıştı, kalkmak ister gibi hareketler ederek yerinde doğrulmaya çalışıyordu. Bir yandan da yüzünü buruşturuyor Baran'ın fikirlerini küçümseyici bir tavra giriyordu. Ama sevgilisi tam tersine defterini çıkarıp yeni bir sayfa açtı, hayranlıkla Baran'a bakarak “Müthişti!” dedi “Lütfen tekrar söyler misin. Not almam gerekiyor!” Çelimsiz araya girip,


Bence o kadar değil…”


Ne o kadar değil ?”


Bebeklik resimlerinden mi sevgili bulacak insanlar ?”


Kız bu sefer isyan etti,


Sen bunu mu anladın yani Mümtaz, senin farklı bir fikrin var mı peki !” Karşısında oturan meymenetsizin nefes almasına bile katlanamazken, bir de tartışmalarını dinlemek istemedi Baran, tok bir sesle “Öyle gerçekten, aman aman bir fikir değil. Sen yine de özetle not al madem, farklı bir şey bulamazsan kullanırsın…” diyerek anlatmaya başladı tekrardan. Mümtaz dudaklarını sıkıp başını başka yöne çevirdi. Duru'nun yüzünde gururlu bir gülümseme belirmişti. Aslı gözlerini Duru'ya çevirip “Vay be” der gibi kaşlarını kaldırdı. Duru bu harekete neredeyse sesli gülecekti. Sevdiğinin elinden tuttu sıkıca. Baran tekrar anlattıktan sonra, kalktılar. Kızlar “Memnun oldum!” ları çok içten söyleyip vedalaştılar. Mümtaz istemsizce elini sıktı Baran'ın.


Duru’yla Baran, merkeze kadar otobüsle gidip, oradan kalan mesafeyi Duru’nun evine kadar yürüme kararı almışlardı. Avm ve bankaların yer aldığı işlek cadde yerine; cumbalı evlerin, dar sokakların olduğu, Muradiye, Tophane, Tahtakale, Setbaşı, Yeşil, Emirsultan istikametini belirlemişlerdi. Baran’ın sıkça yürüdüğü yerlerdi buralar. Yürüyüşe çıkarken yanına özellikle su almazdı, çünkü bu mahallelerde bolca tarihi çeşme vardı. Bazıları restore edilmiş, bazıları ise üzerlerinde yapıldığı döneme ait Osmanlıca yazılar olan, havuzları yosun tutmuş çeşmelerdi. Suları temiz ve soğuk olurdu. Otobüste giderken poşette ne olduğunu merak etmişti Duru, Baran “Sürpriz! evde açarsın ama kafanda kurma pek önemli bir şey değil,” demişti. Muradiye’ye geldiklerinde bir avuç insan kalabalığı dikkatlerini çekti, Duru meraklı gözlerle ne olduğunu anlamaya çalışırken Baran, “Muhteşem Yüzyıl!” dedi “Muradiye külliyesi bitanem burası, içinde Şehzade Mustafa’nın türbesi var.” Duru birden lafa atılıp,


Heee, akşam kızlar ‘grup’tan yazışıyorlardı kendi aralarında anlam verememiştim, yazık oldu Mustafa’ya ah vah yapıyorlardı. Ben de hiç izlemedim o diziyi…”


İşte! maalesef her gün önünden geçtikleri bu türbeyi yeni fark ediyor insanlar. Ve en kötüsü bunu bir televizyon dizisinin sağlamış olması… Beş yüz yıllık külliye burası biliyor musun ? A.H. Tanpınar burası için “Sabrın acı meyvesi” demiş zamanında.”


Duru ‘neden ?’ der gibi baktı, aynı anda katıksız bir hayranlık duygusuyla dinliyordu, çünkü gerek sevgili edindiği kişiler gerek arkadaş olarak tanıdığı erkekler arasında ona yeni şeyler katan biri yoktu. Onların tek bildikleri dersler, yabancı diziler, yeni müzik grupları, komik Vine videoları ve benzer güncel konulardı. Baran ise hiç beklenmedik alanlarda asgari seviyedeki bilgisini mütevazı bir şekilde anlatırdı. Güncel konular hakkında da bilgi sahibi olmakla kalmayıp, trendleri eleştirebilecek ve kendi yorumunu katabilecek kültüre ve zekaya sahipti. Yeni şeyler öğrenmenin heyecanı ilişkiyi de tazeleyen bir olguydu. Sevmek sadece; buluşmak, aşktan konuşmak, kıskançlıktan tartışmak, kaşını gözünü tekrar tekrar beğenmek, hep aynı kalıpta esprilere gülmek, öpüşmek ve sevişmekten ibaret değildi. Sevmek bunların yanı sıra; birbirinin ruhunu iyi yönde onarmak, sorunlar olduğu zaman karşı tarafı yormadan çözmeye çalışmak, hayatın farklı alanlarında karşındakine yeni şeyler öğretmek ve yeni şeyler öğrenmeye açık olmak demekti. Duru aşkın o depremli yıkıcı halinden ziyade, henüz keşfediyor olduğu öğrenme ve öğretme heyecanıyla dolu bu dingin halini daha çok benimsemişti. Hatta bir gece uyumadan not defterine yine şöyle bir cümle karalamıştı: Huzur kelimesini Baran’dan evvel kaç kez kullandıysam, her biri için af diliyorum. Yalan konuşmuşum bilmeden…


Baran devam etti “bahtı kara şehzadeler yatıyor çünkü burada, mesela dizide bahsedilen Kanuni’nin oğlu Şehzade Mustafa… Yanlış hatırlamıyorsam Fatih’in Napoli’de sürgünde ölen oğlu Cem sultan, sonra Yavuz Sultan Selim’in boğdurttuğu kardeşi Şehzade Ahmet… Şimdi insanlar bir hafta - on gün üşüşürler buraya böyle, sonra yine unuturlar.” Anlatırken yürümeye devam etmişlerdi, Tophane üzerinden Tahtakale’ye geldiklerinde Baran’ın evine girdiler. Daha önce birkaç kez gelmişlerdi Baran’ın evine. İlk geldiklerinde yağmurlu bir gündü, ısıtıcıları kapayıp camları açmışlar, yorganın altında üşümenin verdiği ürpertiyle derin bir uykuya dalmışlardı. Yatağa Duru’nun kendine has kokusu sinmiş ve sonraki birkaç gün çıkmamıştı. Baran bu kokunun içinde uyuduğu o gecelerde kendine yakıştıramadığı yoğun bir duygusallığa kapılıp uykusuz kalmıştı.