30 Ağustos Büyük Zaferi ile ülke Yunan işgalinden kurtarılmış olmakla beraber, henüz bütün iş bitmemişti. Halen İstanbul işgal altında idi, Boğazlar Türk hakimiyetinde değildi, Kapitülasyanlar bütün yapıları ile duruyordu, demiryolları başta olmak üzere birçok işletme yabancıların idaresinde bulunuyordu. En önemlisi de, zaferlerle elde edilen bağımsızlık henüz milletlerarası kuruluşlarca tescillenmiş değildi.
20 Kasım 1922’de başlayan Lozan Konferansı devam ederken TBMM’de muhalif kanat yeni seçim telaşına girmişti. Bir süredir olan muhaliflerden bazılarının kendilerine göre endişeleri vardı. Zaferler kazanılmış, saltanat kaldırılmış, son padişah Vahdettin bir İngiliz gemisiyle ülkeyi terketmişti, ama bundan sonra ne olacaktı? Nasıl bir yol izlenecekti? O zaman bir Cumhuriyet idaresinin kurulacağı henüz telaffuz edilmemişti.
Her şey Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya bağlıydı. O’nun etkisiz konuma getirilmesi planlandı. Bu işin de en kolay Mecliste, Meclis yoluyla olabileceğine karar verildi.
Bu amaçla üç miletvekili tarafından yeni dönemde milletvekili olacaklarla ilgili bir kanun tasarısı Meclis Bakanlığına sunuldu.
O gün TBMM’de Başkanlık kürsüsünde Adnan Bey vardı. Mecliste “okunsun” sesleri yükseldi. Başkan, “teamül gereği, bu kanun teklifinin okunmadan komisyona gönderilmesi gerektiğini “ söyledi.
Bunun üzerine Ankara Milletvekili Gazi Mustafa Kemal Paşa söz isteyerek; “Efendim! Bu kanun tasarısı doğruca şahsımı ilgilendirdiğinden, izin verirseniz birkaç kelime ile düşüncemi bildirmek istiyorum” diyerek söz istedi ve şunları söyledi:
“ Erzurum Milletvekili Süleyman Necati, Mersin Milletvekili Selahattin ve Canik Milletvekili Emin Bey tarafından teklif edilen kanun tasarısı, doğrudan doğruya benim şahsımı vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak maksadını güdüyor”.
Mecliste Haşaaa sesleri yükseldi.
Atatürk sözlerine şöyle devam etti:
“14.Maddede yazılı olan satırları gözden geçirecek olursanız orda deniliyor ki : Büyük Millet Meclisine üye olabilmek için, Türkiye’nin bugünkü sınırları içindeki yerler halkından olmak veya kendi seçim bölgesi içinde yerleşmiş bulunmak şarttır. Ondan sonra göçmen olarak gelenler,yerleştikleri tarihten itibaren beş yıl geçmiş ise seçilebilirler.”
Daha sonra Atatürk tasarının nasıl kendisini hedef aldığını milletvekillerine anlatmaya başladı:
“ Maalesef, benim doğduğum yerim bugünkü sınırlar dışında kalmış bulunuyor.İkincisi, herhangi bir seçim bölgesinde beş yıl oturmuş da değilim.Doğum yerim bugünkü milli sınırların dışında kalmıştır. Fakat bu böyle ise bunda benim en küçük bir kasıt ve kabahatim yoktur.Bunun sebebi, bütün memleketimizi, milletimizi batırıp yok etmek isteyen düşmanların işgal ve istila hareketlerinin kısmen önlenememiş olmasıdır.Eğer düşmanlar maksatlarında tam bir başarıya ulaşmış olsalardı, Allah korusun, bu tasarıya imza koymuş olan beyefendilerin de doğum yerleri sınır dışında kalabilirdi.”
TEKLİF EDİLEN MADDELERDEKİ ŞARTLAR BENDE NİYE YOKTU?
Atatürk anlatmaya devam etti:
“ Bundan başka, bu maddenin gerektirdiği şartlar bende yoksa, yani beş yıl sürekli olarak bir seçim bölgesinde oturmamış isem, o vatana yaptığım hizmetler yüzündendir. Eğer bu maddenin istediği şartları yerine getirmeye çalışsaydım, İstanbul’u kazandırmaktan ibaret olan Arıburnu ve Anafartalar’daki savunmaları yapmamam gerekirdi. Eğer ben beş yıl bir yerde beş yıl oturmaya mahkum olasaydım, Bitlis ve Muş’u aldıktan sonra Diyarbakır’a doğru yayılan düşman karşısına çıkmamam gerekirdi. Bu efendilerin istediği şartları taşımak isteseydim, Suriye’yi boşaltan orduların döküntülerini Halep’te bir ordu kurarak, düşmana karşı bir savunmaya geçmemem ve bugünkü milli sınırlar dedğimiz sınırları fiili olarak çizmemem gerekirdi. Zannediyorum ki ondan sonraki çalışmalarım herkesçe bilinmektedir. Hiçbir yerde beş yıl oturmayacak kadar çalışmış bulunuyorum.”
Atatürk konuşmasına şöyle devam etti:
Sonra “ Bu efendiler, acaba milletin de kendileri gibi düşündüğünü söyleyebilirler mi? Diye sordu. “ Beni vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak yetkisini bu efendilere nereden verilmiştir ? Herkese soruyorum ve cevap istiyorum” dedi.
Atatürk’ün bu konuşması basın aracılığı ile bütün yurda duyuruldu. Ülkenin her tarafından Meclis Başkanlığına protesto telgrafları gönderildi. Kanun teklifi veren milletvekilleri kendi bölge insanları tarafından protesto edildi.
Tarihin tesadüfüne bakın ki; 30 Ağustos zaferini kazanan Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, kendi kurduğu Meclis’te, kendisini safdışı etmeye yönelik verilen kanun teklifi ile ilgili bu konuşmayı yaptığı 2 Aralık 1922 tarihinde; 30 Ağustos yenilgisi sebebiyle Yunan mahkemesinin verdiği kararla Yunan Başbakanı Gunaris, Başkomutan Hacıanesti ve bazı bakanların idamları infaz edilmişti.
Atatürk’ün konuşmasından sonra kanun tasarısını veren milletvekilleri, yanlış anladınız, biz sizi kastedmemiştik deseler de, niyetler her yönüyle ortaya çıkmış, Atatürk kendisine kurulan tuzağı bozmuştu.
Meclisin huzurunda; ülke henüz işgalden tam olarak kurtarılmamış durumda iken, yabancıların ülkemizde tahakkümleri devam ederken; şahsi ikballerini düşünenlere, siyasi hırslarının esiri olanlara büyük ders verilmiş olsa da, hadise her yönüyle ibret verici ve düşündürücüdür.
Kaynaklar:
1-Nutuk
2- Sinan Meydan, Atatürk’e kurulan tuzak. Sözcü Gazetesi, 10/12/ 2018.