Bu sene 29 Mayıs günü, İstanbul’un fethinin 567. yıl dönümünü yine büyük bir coşkuyla kutladık. Hatta bu sene Ayasofya Camii’nin içinde Fetih Suresi okundu ve akabinde dua edildi. O günden beri de kamuoyunda, 86 yıldır içinde namaz kılınmasının hasretini çeken bu mahzun mabedin tekrar cami hâline çevrileceği yönünde büyük bir beklenti meydana geldi.

BÜYÜK FATİH’İN VAKFI

Ayasofya, mimarisi, ihtişamı, büyüklüğü ve diğer özellikleri yönünden dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli abideleri arasında yer almaktadır. Ayasofya Doğu Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’da yapmış olduğu en büyük kilisedir. Fatih Sultan Mehmed Han’ın 29 Mayıs 1453 Salı günü İstanbul’u fethetmesiyle kılıç hakkı olarak camiye çevrildi. Fatih tarafından yazılı olarak Kıyamet’e kadar cami kalması vasiyet edildi. Ancak 24 Kasım 1934 tarihinde müzeye çevrilmesine karar verildi. Resmî Gazete’de yayınlanmayan bu Kararname gereği 15 gün sonra Ramazan ayı başında ibadete kapandı. İki ay sonra 1 Şubat 1935 günü de müze olarak ziyaret açıldı.

19 Kasım 1936 tarihli tapu senedine göre, Ayasofya “57 pafta, 57 ada, 7. parselde Ebülfeth Sultan Mehmed Vakfı adına türbe, akaret, muvakkithane ve medreseden oluşan Ayasofya-yı Kebîr Cami-i Şerîfi” olarak tapuludur.

Ayasofya Müslümanların dilinde zaten hiçbir zaman müze olmamıştır. O gönüllerimizde hep cami olarak kaldı. Bakalım 481 yıl boyunca İstanbul’un protokolde birinci sıradaki camisi olan bu kadim mabet ne zaman ibadete açılacak? Beş Osmanlı padişahın avlusundaki türbelerinde nöbet beklediği caminin 86 yıllık cemaat hasreti ne zaman bitecek?

SURDA AÇILAN GEDİKLER

30 Ocak 1932’de başlayan Türkçe ezan uygulaması ile Arapça ezan 18 yıl yasaklı kalmış, ezanı ve ikametin aslını okuyanlar hapsedilmişti. Şehit başbakan Adnan Menderes 14 Mayıs 1950 seçimleri sonrasında iktidara gelir gelmez 16 Haziran 1950’de bu zulme son vermişti. Bu icraat, bütün vatan sathında büyük heyecan uyandırmış, müze olan Ayasofya’nın da camiye çevrilmesi konusunda aynen bugün olduğu gibi bir beklentiye yol açmıştı. Ancak 10 yıl süren Demokrat Parti iktidarı bunu başaramamıştı.

Surda ilk gediği açmak 8 Ağustos 1980’de Başbakan Süleyman Demirel’e nasip oldu. Sultan Abdülmecid Han tarafından III. Ahmed Çeşmesi karşısına düşen mahalde, Ayasofya Camii’nin kıble duvarına bitişik olarak yaptırılan Hünkâr Kasrı ve Hünkâr Mahfili, bu tarihte ibadete açıldı. Ne yazık ki iki ay sonra 12 Eylül darbesi gerçekleşti. Darbecilerin ilk uygulamalarından biri ise 14 Eylül 1980 tarihinde restorasyon gerekçesiyle burayı tekrar kapatmak oldu.

On bir yıllık bir aradan sonra rahmetli Turgut Özal cumhurbaşkanı iken bu mekân, 10 Şubat 1991’de yeniden namaz kılınmasına tahsis edildi ve Ayasofya kısmen de olsa cami olarak hizmet vermeye başladı. Önceleri bu bölümde sadece öğle ve ikindi namazları kılınıyor ve bu vakitlerin ezanları okunuyordu. Günümüzde ise kadrolu bir imam tarafından 5 vakit namaz kıldırılıyor ve 5 vakit ezan okunuyor.

CUMHURBAŞKANI’NDAN İLK İŞARET

Son dönemde ilk ciddi işaret Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2019’un Mart ayında verilmişti. Cumhurbaşkanı 31 Mart Mahalli İdareler Genel Seçimleri için partilerin yürüttüğü seçim kampanyalarının belki de en önemli vaadini, 23 Mart 2019 akşamı, TGRT HABER, TGRT EU, TGRT Belgesel, TGRT FM ve İhlas Haber Ajansı ortak yayınında katıldığı programda yapmıştı. Ayasofya’ya girişlerin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına ücretsiz olup olmayacağının sorulması üzerine Cumhurbaşkanı şu cevabı vermişti:

“Rahatlıkla olabilir. Hatta hatta üzerinde bunun öyle dururuz ki, ‘müze’ ifadesiyle değil, artık ‘Ayasofya Camii’ olarak koyarız. Nasıl Sultanahmet Camii’ne bütün turistler geliyorlar, ödeme yapıyorlar mı, yapmıyorlar, Süleymaniye aynı şekilde, Fatih Camii aynı şekilde. Aynı şey Ayasofya’da da yapılabilir. Müze statüsünden çıkar. Zaten biliyorsunuz böyle bir statü buraya sonradan verildi.”

BİR DERNEĞİN 26 YILLIK HUKUK MÜCADELESİ

Şimdi ise bütün gözler 2 Temmuz 2020 tarihinde Danıştay’ın vereceği karara çevrildi. Çünkü Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneğinin, Ayasofya’yı müzeye çeviren 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptali için açtığı davada, Danıştay 10. Dairesinin 2 Temmuz 2020’de konuyla alakalı duruşma yapacağı ve karar vereceği haberi basında yer aldı.

Söz konusu derneğin kurucu başkanı olan ve Bursa’da yaşayan 75 yaşındaki emekli matematik öğretmeni İsmail Kandemir, Ayasofya’nın tekrar cami olması için 26 yıldır hukuk savaşı verdiğini açıkladı. Danıştay’a pek çok defa baş vuran Kandemir bu defa çok umutlu. Çünkü Danıştay, yine Fatih Sultan Mehmed Vakfı eseri olan Kariye Camii’ni müzeye dönüştüren 29 Ağustos 1945 tarihli Bakanlar Kurulu kararını 2019 yılının Kasım ayında mabedin “asli fonksiyonu dışında kullanılamayacağı” gerekçesiyle iptal etmişti. Bu kararın, Danıştay 10. Dairesine Ayasofya için yapılan başvuru ile ilgili olarak verilecek kararda emsal teşkil edeceğine kesin gözüyle bakılıyor.

MENDERES’TEN DE BENZER BEKLENTİ VARDI

Şimdi sizi 68 yıl geriye götürerek yasaklanmasından 18 yıl sonra ezanı aslına döndüren merhum Menderes’ten, bu defa da ibadete kapatılmasından 18 sene sonra Ayasofya’nın camiye çevirmesinin istendiği günlere götüreceğim. Bunu da 1908’de gazeteciliğe başlayan ve vefatına kadar 60 yıl en çok okunan yazarlardan olmayı başaran Refi Cevat Ulunay’ın (1890-1968), iki makalesini aktararak yapacağım.

Refi Cevat Ulunay İttihatçılar tarafından önce 1914’te yurt içinde 5 sene, daha sonra da 150’likler listesine girerek 1924’te yurt dışına 15 sene sürgüne gönderildi. Kendisi Ankara valilerinden Ali Muhiddin Paşa’nın oğluydu. Cumhuriyet döneminde babası da sürülmüş ve 1926’da Cidde’de vefat etmişti. Ulunay aynı zamanda babaannesi Hafize Hanım yoluyla Mevlânâ hazretlerinin 20. kuşak torunuydu. Şimdi onun 22 Nisan 1952 tarihli Yeni Sabah gazetesindeki “Takvimden Bir Yaprak” köşesinde yayınlanan makalesine bakalım:

“Bizim gazetede bir haber okudum: Türk Milliyetçiler Derneğinin İstanbul şubesi Ayasofya’nın tekrar cami yapılması için hükûmet nezdinde teşebbüste bulunmuş. Milliyetçiler, cennet-mekân Fatih hazretlerinin İstanbul’u zapt ederek camiye çevirdiği Ayasofya’nın müze hâline konulmasının millî Türk ananelerine aykırı olduğunu ileri sürmüşler.

Doğrudur. Ayasofya, İstanbul fethinin bir sembolüdür. Fatih hazretlerine, Ayasofya’ya dokunulmamak şartıyla İstanbul’un sulh yapılarak teslimi teklif edilseydi şüphesiz kabul etmezdi. Çünkü Bizans İmparatorluğu’nun bütün mevcudiyeti Ayasofya’da toplanmıştı. İstanbul demek, Ayasofya demekti. Fatih de İstanbul’u, yani Ayasofya’yı aldı, cami yaptı ve adını bile değiştirmedi.

Biz, Ayasofya’yı Türk’ün camii olmaktan çıkarıp onu bir müze hâline koymakla büyük Hakan’a:

- Sen Ayasofya’yı cami yapmakla hata ettin. İşte biz senin bu hatanı düzeltiyoruz! dedik.

Acaba bir ibadethaneyi, İsa’nın hak peygamber olduğuna iman eden Müslümanların mabedi hâline koymak mı hatadır, yoksa büyükler büyüğü Fatih’in camiinde ezan seslerini susturmak mı hatadır?

Ayasofya’yı müze yapmakla ne kazandık? Avrupa bize ‘Aferin!’ mi dedi? Hıristiyanlık âlemi bize teşekkür mü etti? Bizim buna ihtiyacımız var mı idi? Mehmetçiğin süngüsü olmasaydı Ayasofya’yı müze değil yeniden kilise yapacağız, kubbesine haç takacağız, minarelerinde çan çaldıracağız desek kimseye dinletemezdik.

O zamanlar Hristiyanlık Ayasofya’nın müze olması ile tatmin edilmezdi... Onun istediği yalnız Ayasofya değil Bizans’ın ihyası idi. Biz Ayasofya’yı ibadethane yaptık. Girit’teki camilerin gazino ve ahır hâline konulduğunu gözümle gördüm. Yanya’da 48 camiden bugün bir tane Arslan Paşa Camii kalmıştır. Ötekilerin hepsi depo, antrepo ve gazino yapılmıştır.

Bu emel ile bize saldıranlara Türk milleti daima göğsünü siper etmiştir. Çanakkale’de Türk gençliği bunun için dereler gibi kanını akıttı.

Gurup eden güneş, her gün şehit cesetlerinin üzerine Ayasofya’nın kubbesi ile minarelerinin kızıl gölgesini aksettirmiştir.

Bu günleri biz unutabiliriz; fakat o şehitler unutmazlar... Çünkü onlar artık unutmak bilmeyen bir âleme girmişlerdir. Mübarek ruhları, büyük kumandanları Fatih’in fetih abidesini meleklerle beraber tavaf eyliyorlar. Minareden minareye nurdan yazılan mahyaları bizi okuyamayız... Fakat onlar ruhlar âleminde yaşadıkları için görüyorlar ve okuyorlar:

İnnâ fetahnâ leke fethan mübinâ!

Milliyetçiler Derneğinin bu haklı talebini Hükûmet, Türk milletinin büyük ekseriyetinin açığa vurulamayan mukaddes bir temennisi gibi kabul etmelidir.

İstanbul’un fethinin 500. yıldönümü münasebetiyle Fatih’e gösterilecek en büyük minnettarlık nişanesi Ayasofya’nın kubbelerinde ‘Kelimetullah’ı tekrar aksettirmek olacaktır.

Fatih’in türbesini açmak şerefi Vali Fahreddin Kerim’e nasip oldu. Ayasofya Camii’nde ilk namazı kılmak da inşallah yine bu Müslüman oğlu Müslüman’a nasip olur.”

MALUM KALEMŞÖRLER O ZAMANDA AYNIYMIŞ

Şimdi de Ulunay’ın Yeni Sabah gazetesinin 27 Nisan 1952 tarihli nüshasında yayınlanan makalesini okuyoruz:

“Milliyetçiler Derneğinin Ayasofya’nın tekrar cami yapılması hakkında Hükûmete vuku bulan müracaatlarına dair bu sütunda çıkan fıkra üzerine hayli mektup aldım. Bu arada bir Rum vatandaşımızın da bir mektubu var. Ne yazık ki bu sayın okuyucum mevzuun nezaketinden müteessir olarak hissiyatına kapılmış olmanın bende derin bir infial uyandıracağı vehmi ile mektubuna imza ve adres koymamış. Ne yazık! Böyle olmasaydı kendisini davet eder ve bu konuyu münazara ederdik. Hakiki Türk ve İslam medeniyeti her şahsın kanaatine hürmet etmesini bilir.

Bu itibarla bu Rum vatandaşımıza gösterdiği asabiyetten dolayı kınamak asla hatırıma gelmedi.

Sayın okuyucum şöyle diyor: ‘Ayasofya Ortodoks dünyasının Mekke’sidir. Bu kilisenin Müslümanlığa lazım olmadığını kabul ederek onu müze yaptılar. Fatih Mehmed (komünistlerin Kore’de olduğu gibi) Bizans’ı istila ve işgal ederek o zamanın zihniyetiyle yürümüş ve muvaffak olmuştur. Büyük kilisenin camiye çevrilmiş olması bu zihniyetin eseridir. Birleşmiş Milletler, Türkiyemiz dâhil “Müstevli”nin bu zihniyetini hiç kabul etmeyerek müstevlilere karşı harp açtılar ve halen kıtamız Kore’de savaşmaktadır. Eğer o zaman Birleşmiş Milletler kuruluşu mevcut olsaydı Fatih’e karşı Bizans’ın yardımına koşacaklardı.

Ayasofya’nın istikbaline gelince Ortodokslara verilmelidir. Bu tarihi kilisenin sahiplerine iadesi ise İstanbul’un fethinin beş yüzüncü yıldönümü münasebetiyle Türkiye için büyük bir zafer telakki edilebilir. Bu, Rusların asırlardan beri takip ettikleri gayeleri bertaraf edecek ve bu memleketin en samimi vatandaşlarından sayın Patrik Athenagoras’ın Slavlara karşı en büyük silâhı olabilecektir.’

Ayasofya Camii hissiyat meselesi değil, tarih meselesidir.

Fatih, İstanbul’u fethettiği zaman, bazı duacıların, ‘İstanbul duamız bereketiyle fethedildi.’ sözüne karşı belindeki kılıcı yarıya kadar çekerek ‘Bunun hakkını unutmayalım.’ demesi ile ‘fetih hakkı’nı işaret etmiştir. Bu hak münakaşa kabul etmez.

Ben burada Rum vatandaşını -hayret etmeyiniz- tebrik edeceğim.

Hazret-i Fatih İstanbul’u fethedeli ve Ayasofya’yı cami hâline koyalı 500 sene olmuş. Evet! Beş yüz sene bu caminin minarelerinde ezan-ı Muhammedî okunmuş.

Bir Rum vatandaş, bu 500 senelik tarihin yığınlarının altından hâlâ ‘Bizans’ diyor, hâlâ Ayasofya üzerinde sahiplik iddia ediyor ve hâlâ 500 sene evvelki Fatih’e olan kinini unutamıyor. Bu din gayretini takdir etmemek kabil mi?

Öbür tarafta biz ne yapıyoruz? Beş yüz sene minarelerinde ezan-ı Muhammedî okunan ve yanlış bir karar ile müze haline konulan bir caminin tekrar asıl hüviyetine iadesini isteyenler aleyhinde memleketin en namlı muharrirleri makaleler yazıyorlar. Kimi bunu her zaman olduğu gibi bir yobaz ve softa gericiliği gibi görerek bir tahrik eseri telakki ediyor, kimi Amerika’da yeni Türkiye lehinde yaptığı propagandada, tarihte yeni bir devir açan Fatih çapında bir adamın en büyük fetih abidesini bir taassup sembolü olarak gösteriyor.

Bizans İstanbul’unu yıkarak yerine Türk İstanbul’u ikame eden uzun bir tarihi, yalnız taassup cephesinden takip ediyor.

Ayasofya’nın müze olması, iki zıt âlem arasında -varsa eğer- husumeti kaldıracak bir unsur değildir. Bu husumeti ortadan kaldırmak için Ayasofya’yı Bizans’a iade etsek o zaman da Bizans’ın ihyası hasreti yine bu husumeti devam ettirecektir. Zaten buna neden lüzum gördüğümüzü de pek anlayamıyorum. Katoliklik dünyanın en mutaassıp bir dini olduğu hâlde Katolik bir devlet, ne kadar güçten düşerse düşsün mesela Protestan âlemine taassuptan feragat ettiğini anlatmak için bir kilisesini kapatmayı hatır ve hayaline getirmez.

Bunun için bir caminin tekrar Türk ve Müslümanlara iadesine taraftar olanların gizli maksatlara âlet olduklarını iddia etmek doğru değildir.

Bugün, Ayasofya’nın tekrar cami hâline konulması için bir halk oylaması yapılsa milletin büyük ekseriyeti Ayasofya camiini ister.

Her bahiste irtica görenler yaya kaIırlar!”

İlginç bir şekilde 70 sene önce de belli çevrelerce aynı olumsuz görüşlerin günümüzdekilere benzer şekilde dile getirildiğine dikkatinizi çekiyor ve 2 Temmuz’da açıklanacak Danıştay kararının, milletin beklentisine uygun olarak olumlu olmasını canı gönülden diliyorum.