
Tarihçiler kendilerince bazı kriterleri, özellikle de devletin hükmü altındaki toprakları göz önünde bulundurarak toplam 36 padişahın tahta geçtiği 623 senelik Osmanlı tarihini, kuruluş, yükselme, duraklama, gerileme ve dağılma gibi çeşitli devrelere ayırırlar. Genel kanaat 13. padişah Sultan III. Mehmed Han zamanında duraklamanın (tevakkuf), 20. padişah Sultan II. Süleyman Han zamanında da gerilemenin (inhitat) başladığı yönündedir.
Bu yazımda 16 yılı aşkın bir saltanattan sonra 8 Şubat 1640 tarihinde vefat eden, yukarıdaki tasnife göre Duraklama Devri Osmanlı padişahlarından Sultan IV. Murad Han’dan bahsedeceğim.
ÇOCUK YAŞTA BİR OSMANLI PADİŞAHI
IV. Murad Han amcası Sultan I. Mustafa Han’ın 10 Eylül 1623 günü ikinci defa tahttan indirilmesi üzerine 17. Osmanlı padişahı ve 82. İslam halifesi olarak tahta geçti. 11 yaşında idi. Eyüp Sultan’daki kılıç kuşanma merasiminde Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” ve Yavuz Sultan Selim’in kılıçlarını, babası Sultan Birinci Ahmed Han’ın da şeyhi olan Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri kuşattı.
20 yaşına kadar devleti saltanat naibesi sıfatıyla annesi Mahpeyker Valide Sultan sadrazamlar eliyle yönetti. Valide Sultan da otuzlu yaşlarda olduğundan bu devre karışıklıklarla geçmiştir. Tahttan indirilen amcası daha 15 yıl kadar Topkapı Sarayı’ndaki dairesinde yaşamıştır. O sırada IV. Murad Han’ın hayatta dört kardeşi vardı: Şehzade Süleyman, Bayezid, Kasım ve kendisinden sonra tahta geçecek olan İbrahim.
PADİŞAH 20 YAŞINDA İDAREYİ ELE ALIYOR
Sadrazam Receb Paşa’nın, padişahın gözünü korkutmak amacıyla Yeniçeri ve sipahi zorbaları eliyle 12 Mart 1632 tarihinde çıkarttığı isyanın bastırılması ve Paşa’nın idam edilmesinin ardından IV. Murad Han yönetimi bizzat eline aldı.
Döneminin önemli olaylarından 2 Eylül 1633’teki büyük yangın, İstanbul’un gördüğü en büyük felaketlerden biriydi. Cibali’de çıkan yangın, rüzgârın da desteğiyle kısa sürede yayıldı. Marmara ile Haliç arasındaki asıl İstanbul’un beşte biri yandı. Yirmi bin ev, saray, konak, cami ve medrese yok oldu. Çok kıymetli tarihî eşya ve kitap yandı. Bizzat padişah, sadrazam ve vezirler ve bütün devlet adamları, yangın söndürülünceye kadar, 24 saat boyunca çalışmalara nezaret ettiler.
TÜTÜN, ENFİYE VE İÇKİ YASAK…
Padişah bu yangını vesile ederek iki hafta sonra, tütün içilen ve genellikle Yeniçeri zorbaları tarafından işletilen ve zorbaların toplantı yeri olan bütün kahvehaneleri kapattığı gibi evlerde de tütün içilmesini yasak etti. Bir sene kadar sonra, Lehistan üzerine açılan ancak Edirne’ye kadar gittikten sonra Lehistan’ın barış istemesi üzerine yarıda kalan Lehistan Sefer-i Hümayunu’ndan döner dönmez içki yasağı koydu. Zorbalığın kökünü kazımak amacıyla kahvehanelerden sonra meyhaneleri de kapattı, hatta yıktırdı. Tütün ve içki yasaklarının uygulanmasını çok sıkı takip etti.
IV. Murad Han, tahta geçişinin üzerinden daha 4 ay geçmişken Şah Abbas’ın 30 bin Ehl-i sünneti kadın, çocuk ayırmadan keserek 11 Ocak 1624’te işgal ettiği Bağdat’ı ve diğer imparatorluk topraklarını Safevilerden geri almak üzere İran üzerine düzenlenen seferlerden ikisinde, ordunun başında bizzat bulunmuştur. Birinci İran Sefer-i Hümayunu için 10 Mart 1635’te Üsküdar ordugâhına çıkan padişah 28 Mart’ta Üsküdar’dan hareket etti. İzmit, Eskişehir, Konya, Kayseri, Sivas, Erzurum ve Kars üzerinden 26 Temmuz’da 200 bin asker ve 130 büyük topla Revan’a ulaştı. Kuşatılan bu mühim kale 8 Ağustos’ta teslim oldu. Böylece Revan 31 yıl sonra tekrar Osmanlılara geçmişti.
Yürüyüşüne devam eden ordu, 12 Eylül’de Tebriz’i aldı. Aslında Isfahan’a kadar gitmek isteyen padişah hastalığının başlaması üzerine 15 Eylül’de dönüşe geçti. 27 Aralık’ta büyük bir zafer alayıyla İstanbul’a girdi. Muzaffer padişah bu sırada henüz 24. yaşını sürüyordu.
BAĞDAT FATİHİ
Kaybettikleri toprakları geri almak isteyen Safeviler 7 ay sonra Revan’ı ele geçirdiler. Bu defa padişah ve sadrazam Bayram Paşa çok daha iyi hazırlanarak İran üzerine ikinci bir sefer düzenlediler. Padişah 8 Mayıs 1638’de Üsküdar’dan ayrıldı. İstanbul-Bağdat arası 110 konağa ayrılmıştı.
Ordu-yı Hümayun 17 Haziran’da Konya’ya ulaştı. Konya-Halep arası 27 günde alındı. 7 Ekim’de Musul’a ulaşıldı. 15 Kasım gecesi Bağdat’a varılarak kale derhal kuşatıldı. İstanbul-Bağdat yolu 5 ay 8 günde alınmıştı. Padişah, Bağdat şehri Şiilerin elindeyken İmam-ı Azam hazretlerinin kalenin dışında bulunan Azamiye’deki türbesini ziyaret etmeye utandığından ziyareti fetihten sonraya bırakmıştı.
40 gün süren muhasarada 10 bin Safevi, 5 bin Osmanlı askeri öldü. 10 bin Osmanlı askeri de yaralandı. Nice alay ve sancakbeyleri, beylerbeyiler, hatta vezir ve sadrazamlar şehit oldu. Ama sonuçta 15 yıldan beri Safevi işgali altındaki Bağdat, 1917’ye kadar bir daha yabancı işgali görmemek üzere 24 Aralık 1638’de imparatorluk topraklarına tekrar katıldı. Böylece 1534’de Kanuni’nin fethinden sonra IV. Murad Han, ikinci “Bağdat Fatihi” olarak anılmaya başlandı.
ARTIK ZİYARETE YÜZÜM VAR
26 Aralık günü padişah, “İşte şimdi ser-mezhebimiz İmam-ı A’zam hazretlerini ziyarete yüzümüz oldu.” diyerek en yaygın Sünni mezhebi olan Hanefiliğin kurucusu İmam-ı A’zam Ebu Hanife hazretlerinin türbesini büyük bir merasimle ziyaret etti.
Akabinde türbe mükemmel şekilde onarılıp döşendi. İçerisine en değerli halılar, seccadeler, şallar, altın, gümüş ve mücevher kakmalı şamdanlar kondu. Nihayet 14 Ocak 1639 günü Cuma namazını yine Azamiye’de kılan padişah 3 gün sonra İstanbul’a hareket etti. 8 Haziran’da İzmit’e ulaştı. Donanma-yı Hümayun’dan 58 kadırga padişahı Üsküdar’a getirdi. Burada 2 gün dinlenen IV. Murad Han muhteşem bir merasimle İstanbul’a girdi. İmparatorluk topraklarında bir hafta resmî şenlik ilan edildi. Sefer-i Hümayun 1 yıl, 1 ay ve 4 gün sürmüştü.
SIRA AVRUPA’DA AMA…
Doğu’yu hallettikten sonra artık Avrupa seferlerini düşünen genç padişah ne yazık ki son seferinden 9 ay kadar sonra vefat etti. 8 Şubat 1640 gecesi vefat ettiğinde 28 yaşını sürüyordu. Pek genç yaşta şan, şeref ve zafer kazanmış olarak ölümü, bütün imparatorlukta büyük üzüntü uyandırdı. Eski bir Türk geleneğine göre harplerde kullandığı üç şahane atının eyerleri ters vurulmuş olarak tabutunun önünden yürütüldü. Bu manzara yüz binlerce İstanbulluyu ağlattı. Kendisi için ayrı bir türbe yaptırmamış, babasının Sultanahmed Camii bitişiğindeki türbesine defnedilmiştir.
Pek çok tarihçinin ortak görüşü olarak Kanuni ile II. Mahmud Han arasındaki padişahların en büyüğüdür. Onun sayesinde imparatorluğun duraklama devresi yarım asır uzamıştır. Meşhur Osmanlı tarihçisi Naima, “Yavuz’a fevkalade benzeyen IV. Murad Han, Yavuz’un tahta geçtiğindeki uygun şartlara sahip olmadığı için onun derecesinde bir cihangir olamadı. Ayrıca Yavuz gibi 42 yaşında değil, çocukken tahta geçti. Buna rağmen pek büyük başarılar kazandı. Büyük devlet adamı ve büyük kumandandı.” demektedir.
Vefatının 379. sene-i devriyesinde bu büyük hükümdara ve bize yaşadığımız bu mübarek vatan topraklarını miras bırakan bütün Selçuklu ve Osmanlı padişahlarına Cenabı Hak rahmet eylesin.