Yazı başlığına bakıp da aldanmayın, maden kazası ile ilgili üzüldük, şaşırdık, ekseriyetimiz neden diye sorular üretmiştir beynin de ve kısa süre geçmesine rağmen hayatlarımız normal akışına girdi. Bildiğiniz üzere maden kazaları, iş kazaları, maden ocaklarının teknik özellikleri gereklilikleri hakkında her yurttaşımızdan daha bilgili ya da donanımlı bir yanım, kazanımım yok. İlk haberin yazılı ve görsel olarak dijital medyaya düşmesi, medyamız da haber edilmesi sonrası takip ettim, üzüldüm, hüzünlendim, hicap duyarak, bu ölümlere sebeplerden biriyim diye sorumluluk da alarak maden kazası ile ilgili yazılanları da açıklamaları da yorumlamaları da takip ettim.

Amasra maden kazası ya da Amasra maden faciası, 14 Ekim 2022 tarihinde Bartın'ın Amasra ilçesinde Türkiye Taşkömürü Kurumu Amasra Müessese Müdürlüğü'ne bağlı maden ocağında gerçekleşen ve yeraltındaki 110 işçiden 41'inin ölmesiyle sonuçlanan olaydır.

Hayatını kaybeden canlarımızın sayısı 41, ölümcül olmayan yaralımızın sayısı 11’dir. Maden ocağından kurtarılan emekçi madencilerimizin sayısı 58 olmuştur. Maden kazası başlığında bakıldığında sonuçlar ve rakamlar gözümüzün önündedir de, hayatını kaybeden, yaralanan, bu acı ve sarsıntıyı yakından yaşayanları ve sevenlerini düşündüğümüzde birkaç güne unutulacak bir konu, mevzu değildir. Acısı da hüznü de on yıllarca bizimle olacaktır.

Kazayla ilgili haber içerikli bilgi ve istatistikler zamanlama akışı ve diğer ayrıntılar malumunuz, eksik ve merakınız olanları da yazılı görsel medyadan takibiniz mümkündür. Dikkatimi çeken özellikle odaklandığım bu kazanın olması ve sonrasındaki her süreç diliminde ilgililer, devletimizin sorumlu ve yetkilileri farklı açılardan farklı konu ve içerikler hakkında bilgilendirme ve açıklamalar yaptılar. Hukuki süreç ve maden ocağının dünü, bugünü, yarınları hakkında da görüşlerini beyan ettiler. Yurttaş olarak tüm mağdurlarımızın hukuk kurallarımız sayesinde en az kayıpla, zararla, mağduriyetle bırakılacağına dair bir hissiyatım oluştu ki, doğrusu budur. Uzun uzadıya meseleyi nakletmek yerine beni ziyadesiyle rahatsız eden bir gözlemim var. Devletimizin, yönetimimiz de olan hükümetimizin, muhalefetimizin, bürokrasimizin, konu hakkında bilgi ve görüş aktaran insanımızın, olayın yaşandığı ilk anlar, saatlerden, sonraki saatler ve günlere kadar, ne yaklaşımlarında ne beyanlarında ne yorumlamaların da merhamet göremedim. Merhamet, sözlüklerde “bir kimsenin veya bir başka canlının karşılaştığı kötü durumdan dolayı duyulan üzüntü, acıma” olarak tanımlanmakta olup, neo-spiritüalist terminolojide kullanılan terimlerden biridir. Şefkat duygusunda sevgi, merhamette ise koruma ve himaye etme kavramları öne çıkıyor. Türk milletinin her ferdi olarak bizler, koruma ve himaye etme gibi temel sorumluluğumuzda başarılı olamadık, bir kez daha başarısız olduk, sınıfta kaldık. Merhamet etme, bir kimse bir canlı ve içinde bulunduğu kötü durum, ölüm ve acıların zirve yaptığı haller, merhametimiz de dahi bir azalma mı var. Bilim, teknoloji derken ya da her üstesinden gelemediğimiz sorun ve sıkıntılara kader diye bahanelere sığınırken, insanız ve merhametli olmaktan sıyrılmak, uzaklaşmak, insan olmaktan eksik kalmak.