“Yazarların hepsi benmerkezci, narsist ve kibirlidir. Bence bu özellikler yazı yazmak için çok önemli birer araçtır. K

“Yazarların hepsi benmerkezci, narsist ve kibirlidir. Bence bu özellikler yazı yazmak için çok önemli birer araçtır. Kâğıt, kalem ve kibir…”



Çocukluğumdan itibaren, kimseden bir talepte bulunmayan, eksikli kalma noktasında tedirginlik duyan, katî olarak büyük küçük hediye kabul etmeyen ve hayata/etrafına mesafeli, diğerlerini kırmaktan korkup kendi doğrularını da inatla yaşamak isteyen insanlar hep dikkatimi çekti.



Büyüdükçe benim de böylelerine benzemek istediğimi kavradım ama iyi niyetimin ve insanları kırmama hassasiyetimin altında kalmam yüzünden, (hadi olumlu şeyler yazıp kendimi ön plana çıkarmayayım) kişisel gelgitlerimin dayatmalarına karşı koyamadığımdan ve hayır diyememenin girdabında boğulduğumdan ötürü bunu beceremediğimi şimdi daha iyi anlıyorum.



38 yaşıma geldim, geriye dönüp baktığımda, şu ana kadar yaşadığım ömrün 25 yılını ele alacak olursam, aslında biraz çekingen, mesafeli, ilk adımları atmakta tereddütlü bir yapımın varlığını, ikili ilişkilerde saygıya ve ölçüye dayalı bir perspektiften devam ettiğimde daha mutlu, kendinden emin ve rahat olduğumu yine şimdi daha iyi anlıyorum.



Anlamaya çalışarak, bana biçilen kadere inanıp susmayarak, sorgulayarak beni rahatsız edenleri söylediğim için ve haksız da olsam kendi doğrularımı/yanlışlarımı yaşamak uğruna mücadele ettiğim için çok insan - gülüm balım ayları geçtikten mütevellit - beni sıkıcı buluyor veya bir süre sonra beni hayatından çıkarmanın yollarını arıyor.  (Onların yerinde olsam ben de aynısını yapardım.)



Bu yüzden, bir yere gelip dayandıktan sonra, “Bütün bunlara (komplimanlara, uzun sohbetlere, birbirini görmeden geçen bir günün sonrasında gözlerde beliren ışıltıya, kolektif bir şekilde hayata geçirilen işlere/eylemlere ve daha bir sürü güzelliğe/hoşluğa ne gerek vardı?” diyorum.



Fiziken olmasa da lafla, anlatış şekli ile kırıp döktükten, yeri geldiğinde bel altı vurduktan, paylaşılanların bir hukuk oluşturamadığını gördükten ve yollar ayrılıp her şey suçlayıcı, soyut bir boşluktan ibaret kaldıktan sonra, bir aşka, arkadaşlığa, dostluğa ve sosyal ilişkiye evet ne gerek vardı?



Yıllar evvel, uğruna her şeyi göze aldığım bir insanın beni enayi yerine koymasını affetmedim ben, onun gözünün yaşına bakmadım ve köprünün altından çok su aktıktan sonra haklı olduğumu, geldiğimiz noktada isabetli olanı yaptığımı gayet iyi kavradım. 



En yakın arkadaşlarımdan birisinin, beni malzeme yapıp ailesine karşı kullanmasını ve bu arada başka işler karıştırmasını da es geçmedim. Birkaç yıl sonra, onun, büyük bir vilayetin meydanında ağlayarak bana sarılması bile gönül dünyamda bir yaprağı kımıldatmadı.



Vefat etmeden iki gece önce, tüm çocuklarını, gelinlerini etrafına toplayan çok sevdiğim dedemin; falan tarihte yanlışlıkla öldürdüğü inekten, filan zamanda kasten hayatına son verdiği köpekten, mal paylaşımında evlatlarının anlayışlı olup kırıcı tartışmalara girmemelerinden bile bahsedip, babaannem öldükten sonra neredeyse on beş sene yanında yatıp kalkmış, her istediğini sabırla yerine getirip ona yoldaş olmuş benden tek kelime etmemesini, hiçbir zaman maddi bir beklentim olmamasına rağmen bana kendiliğinden vermiş olduğu sözleri tutmadığı gibi, sorumluluktan korkup bunları anmaktan da imtina etmesini görmezden, duymazdan gelmedim, ama öfkelendim.



İlk gençliğimde, ben onun hayatında belirmeye başlamışken, başkasıyla olan ve onunla arası bozulduğunda da bana koşan insanı affetmedim, ikinci, sonraki olmayı kesinlikle kabul etmedim.



Ve yaşanmayan, az yaşanan, güdük kalan, kadük olan ve en mutlu anlarda bile, çamurlu eğrelti otlarının arasından gelen pis bir koku gibi etrafa yayılan olumsuz şeylerin/hislerin sorumlusu, suçlusu ben değilim.



On bir yıl sonra karşıma çıkan ve benim eski ben olduğumu sanan, hatta bunu bekleyen insanı da elbette sorgulayacağım, şüphesiz ona da kuşkuyla yaklaşacağım.



O zaman bal gibi de bana burun kıvırmıştı, bal gibi de beni küçümsüyor ve muğlâk bir yörüngede beyaz atlı prensini bekliyordu. Ama olmadı, hoyrat yaşam ona iyi davranmadı.



Yanlış karar aldığını bilmeseydi, hayatındaki en yakın kişilerle müzmin sorunları olmasaydı, inanmadığı hayallerimi biraz olsun gerçekleştirdiğimi görmeseydi ve kendi çapımda, benim adım yavaş yavaş duyulmasaydı, ben onun aklına gelecek miydim? Bittabî bunları da göz önüne alacağım. 



Saygın Vatandaş isminde Arjantin/İspanyol yapımı bir film vardır. Bu filmde “Yazarların hepsi benmerkezci, narsist ve kibirlidir. Bence bu özellikler yazı yazmak için çok önemli birer araçtır. Kâğıt, kalem ve kibir…” şeklinde bir cümle geçer.



Yazıyı bir yaşam biçimi haline getirmeye, kendi günahlarımı/sevaplarımı/kaderimi yaşamaya, anlamaya, anlatmaya çalışıyorum; benmerkezcilik, narsistlik ve kibir konusunda da kendimi frenleyip dengelemeye gayret ediyorum.



Tabii “Son tahlilde bozup dağıtacak, bir şekilde kırıp dökecek ve medenice davranmayacak olduktan sonra, tüm bunlara (komplimanlara, uzun sohbetlere, birbirini görmeden geçen bir günün sonrasında gözlerde beliren ışıltıya, kolektif bir şekilde hayata geçirilen işlere/eylemlere ve daha bir sürü güzelliğe/hoşluğa ne gerek vardı?” demeye de devam ediyorum. 



Fatih ALTINBEYAZ