Gazze’de Hamas’la İsrail arasında devam eden savaşta başta ABD olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinin İsrail’in yaptığı insan hakları ihlallerini, katliamları hiç dikkate almadan hemen İsrail’in yanında yer almaları, tarihte bilinen meşhur Haçlı Seferlerini hatırlattı.

Halbuki o Avrupa devletleri bir zamanlar Yahudileri dışlamışlar, özgürlüklerini kısıtlamışlar, soykırım uygulamışlar ve ülkelerinden çıkarmışlardı. Bunlara maruz kalan Yahudiler şimdi aynı şeyleri Filistin halkına yapıyorlar.

Haçlı Seferleri; 1095 yılında başlamış,  yaklaşık iki yüz yıl sürmüş  ve Papa’ların (Vatikan)  teşviki ile yapılmıştır.  Kutsal Toprakları (Kudüs) müslümanlardan alma  düşüncesi ve cennet vaadi  ile fakir  milyonlar Avrupa ülkelerden yollara çıkarılmıştı. Haçlı Seferlerini cazip kılan sebeplerin içinde, 12. ve 13. Yüzyıllarda doğunun her bakımdan Avrupa’ya göre daha ileri ve zengin olmasıydı. Bu sürede Kralların öncülüğünde, karadan ve denizden dokuz sefer yapılmış, karadan olanlar Anadolu Selçukları Devleti’nin hüküm sürdüğü Anadolu topraklarından geçmiştir. Çok kalabalık olan haçlılar, geçtikleri yerlerde şehirleri yağmaladılar ve çok fazla insan öldürmüşlerdi. Bizansın elinde olan İstanbul da 4.Haçlı Seferininin yağmalamasından kurtulamamıştı.

Zamanımızda ABD’nin öncülük ettiği emperyal güçler, ülkelerin kaynaklarına el koyup sömürme anlayışı devam etmektedir. Hem de teknolojiye dayanan her türlü güç  kullanılarak, şaşırtmalar, aldatmalar, yanıltmalar ve algı operasyonları ile toplumların kafası karıştırılarak yapılmaktadır.

Hedef, islam ülkeleri başta olmak üzere, ülkelerin petrol ve doğal gaz zenginliklerine çökmek ve  ülkeleri  kontrol altında tutmaktır. Bu hedeflerine ulaşmak her türlü yola başvurmaktan çekinmemektedirler.

ABD ve İsrail istihbarat örgütlerinin bilerek Hamas’ın saldırmasına yol verdiği, İsrail’in beklediği fırsatı yakaladığı yaygın kanaat haline gelmiştir. Şimdi Hamas merdiven altı yapımı tarzındaki kısa menzilli füzeleri ile İsrail’le savaşı sürdürüyor.  Olan Filistin halkına oluyor. Hamas’ın baştan olacakları bilmediği/kestiremediği düşünülemez. İsrail’e bir festivalde saldırıp 400-500 kişiyi öldürünce,  İsrail’in dünyanın gözünde haklılık kazanacağını, bu bahane ile Filistin halkının bir kısmını katledip, geri kalanlarında elektriğini, suyunu keserek, gıda başta olmak üzere her türlü ihtiyaç maddesi ulaşımını engelleyerek topraklarından çıkarılacağını tahmin etmek için strateji uzmanı olmaya gerek yok. Burada Hamas esas kime yardım etmiş oldu?

ABD sırtını sıvazladığı Saddam’ı yıllarca İran’la savaştırmış, Kuveyt’i işgal etmesine yeşil ışık yakmış, kurtarma bahanesiyle Kuveyt’in petrol ve doğan gaz kaynaklarını kontrolü altına almıştır. 1. Körfez Savaşı diye adlandırılan bu savaşta Bağdat’ın 60 km yakınına kadar gelmiş, Saddam’a dokunmamış, Irak’ın petrol ve doğal gaz kaynaklarını kontrolü altına almıştı.

Saddam’ın gizli kimyasal silahları var yalanı ile 2.Körfez Savaşı’nı başlatan ABD, Irak’ı bütünüyle ele geçirmiş, bir Kurban Bayramında Saddam’ın boynuna Irak Şii Liderinin oğluna ipi geçirterek idam ettirmiş, Irak halkında yıllarca unutulmayacak fitneye sebep olmuş, islam dünyasına  mesaj üstüne mesajlar vermişti.

Terör saldırısı sonucu ikiz kulelerin ( 11 Eylül 2011) yıkılması  Haçlı Seferlerinin tekrar hatırlanmasına sebep olmuş, ABD Başkanı  George W. Bush saldılardan sorumlu tuttuğu El Kaide’yi bahane ederek “Haçlı Seferleri tekrar başlıyor” diyerek Afganistan’a saldırmıştı.

Obama’nın  Dışişleri Bakanı Condeleezza Rice açıktan “Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da 20 islam ülkesinin sınırlarının değişeceğini” söylemiş ve bu Türkiye’nin de içinde yer aldığı Büyük Orta Doğu (BOP) projesi olarak karşımıza çıkmıştır.

Amerika’lı Senatör Chuck Hagel  23 Ocak 2004’te Brüksel’de yaptığı, “Amerika, NATO ve Büyük Orta Doğu” başlıklı konuşmada, “21. yüzyılda NATO’nun Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında stratejik yoğunluğu, Türkiye, Afganistan, Irak, Akdeniz, İsrail ve Filistin üzerinde olacaktır. Akdeniz 21. yüzyılın en stratejik bölgesi olarak öne çıkacaktır” demişti.

Görüldüğü gibi her şeyi açık oynuyorlar. Geliyoruz diyorlar.

Arap Baharı felaketinde, Suriye’nin istikrarının bozulmasına karşı çıkmalıydık. 900 km’lik sınırımız olan komşumuzdaki yangının bizi de yakacağını görmeliydik. Ortada daha görünen hiçbir şey yok iken Necmettin Erbakan “Birgün eğer Suriye işgal edilirse, bilin ki hedef Türkiye’dir” uyarısında bulunmuştu.

ABD önce kendi oluşturduğu IŞİD terör örgütü ile Suriye’nin petrol doğal gaz kaynaklarına çökmüş, sonra kuracağı terör devletine saha açmak için, Kuzey Suriye Halkını ülkemize sürmüştü. Ülkemiz şimdi haklı olarak; çeşitli ülkelerden proje ürünleri olarak gelen, gönderilen nüfus artış oranları bizden yüksek milyonlarca yabancının, insani yardım bir tarafa, ABD ve diğer emperyal güçlerin Türkiye’ye karşı bir projede kullanma kaygısını yaşamaktadır.

Başından beri bir ABD projesi olduğunu bildiğimiz PKK/PYD’yi kendisine müttefik ilan etmiş, terör örgütü elemanlarını eğitmekte, binlerce tır dolusu silah yardımı yaparak, şimdi güneyimizde Kuzey Suriye ve Kuzey Irak topraklarında bir terör devleti kurma gayreti içine girmiştir. Bu terör örgütlerine karşı Suriye topraklarında bulunan Türk SİHA’sını düşürmekle kalmamış, bölgede Türkiye’yi istikrarı bozmakla suçlamıştır.

ABD’nin özellikle son 20 yıldır husumet  projeleri ile aleni üzerimize geldiği açıktır.  Yunan adalarında ve Dedeağaçta üsler kurarak, Kıbrıs Rum kesimine tanıdığı avantajlarla  ülkemizi  kuşatan ABD’nin iyi niyetli olmadığı ve Türkiye’nin hedef ülke olduğu anlaşılmıştır. NATO içinde müttefik olduğu Türkiye’ye yaptıklarını başka türlü izah etmek mümkün değildir.

Daha önce en dar zamanlarda  ülkemize ABD’nin doğrudan husumetli davranışları olmuş, onlara gereken cevaplar verilmişti.

1963 yılında Kıbrıs’ta  Rumlar Türk katliamlarını başlatması  üzerine Türkiye adaya çıkarma kararı almış, bu sebeple Yunanistan’la  çıkacak anlaşmazlıkta, Batı’nın yanlı davranacağını düşünen Başbakan İsmet İnönü, ABD Başkanı Johnson’dan meşhur tehdit dolu mektup gelmeden bir buçuk ay önce  16 Nisan 1964’de  TİME DERGİSİ kanalıyla ABD’ye ve dünyaya “Müttefikler tutumlarını değiştirmezlerse Batı ittifakı yıkılabilir.... Yeni şartlarda yeni bir dünya düzeni kurulur ve Türkiye’de bu dünyada yerini alır.” mesajını vermişti (Ümit Zileli, Johnson mektubu, Sözcü,11 Haziran 2019).

1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra ABD Türkiye’ye ağır silah amborgusu uygulamaya başladı. ABD ve NATO ülkelerinden TSK’ya artık bir tek civata verilmeyecek,  satılmayacaktı. İktidarda AP, MHP ve CGP’nin katılımıyla Demirel’in kurduğu 1. Milliyetçi Cephe Hükümeti var. Demirel iktidara geldiğinde kucağında bulduğu silah ambargosu nedeniyle hem üzgün, hem de öfkeliydi. Ankaraya gelen dışişleri bakanı Kissinger ve daha sonra Brüksel’de konuştuğu ABD Başkanı Ford’a ambargonun Türkiye ile ABD ilişkilerini etkileyeceğini, TSK’nın gücünü zayıflattığını, dolayısiyle NATO’nun gücünü zaafa uğratacağını belirtip, “Bizi istemediğimiz sert tedbirler almaya zorlamayın” diye uyarmıştı. Fakat sonuç alınamamıştı. Bunun üzerine Türkiye, 25 Temmuz 1975 tarihi Bakanlar Kurulu kararamesi ile “Türkiyedeki sayıları 21’i bulan bütün ABD üs ve tesisini” kapattı. İncirlik üssünü sadece NATO kullanabilecekti. Bu sert ve kararlı tavır ABD’yi epey sarsmıştır. ABD ambargoyu 1978’de kaldırmışsa da, üslerinin ABD tafından tam kullanılması 12 Eylül darbesinden sonra olmuştur. (İncirlik ABD’ye kapatılmıştı. Güneri Civaoğlu, Milliyet, 6 Ocak 2017).

Demirel, üsleri kapatma kararından dört sene önce ABD’nin “ülkenizde afyon ekimini yasaklayın” isteğini reddettiği için 12 Mart Muhtırasına muhatap olmuştu (Çağlayangil’in Anıları).

İsrail şimdi Gazze’de Hamas’la savaşırken, bir yandan da Suriye’nin havaalanlarını bombalayarak, kullanılmaz hale getirmesi hedefin göründüğünden de büyük olduğunu gösteriyor. Bu  ortamda Türkiye - Suriye  ilişkilerinin iyileştirilmesi her iki ülkenin yararınadır.

Türkiye sahip olduğu güçle, Devlet Aklı ile hareket ederek kendisine yönelen her türlü tehdite karşı koyacak güçtedir. Yeter ki içerde tek yürek,  tek yumruk olunsun ve emperyal ajanların sözlerine, propagandalarına  itibar edilmesin.

Artık günümüzde tepenin berisindekileri görmek yetmiyor, esas tepenin arkasını görmek önemli hale geldi. Tepenin önündeki görüntülerin  illüzyon olma ihtimali yüksektir.