İnsan, bazen beklediği zaman hayatın daha iyi olacağına inanmak ister, inandırır kendini.

Kimine göre kandırır, kimine göre sabredilirse çok daha iyisine layık olunur...

Daha iyisinden kastım karşındaki insanın başkasıyla değişimi değildir.

Zamanın insanı aş etmesi, aşık etmesi, adam etmesidir.

Ama gerçek öyle midir?

Öyle olur mu sizce?

Erteleriz kendimizi.

Daha iyi olmak için en önemli sermayemiz olan zamanı tüketiriz.

Har vurup, harman savururcasına...

Acımadan...

Asla alamayacağımız şeyi an be an kaybederken kaybettiğimiz şeyin aslında kendimiz olduğunu unuturuz.

Heba oluruz.

Emeğin heba oluşuna tanıklık ederiz.

Kendi kendimizin yok oluşuna şahitlik...

Aslında gerçek şudur.

İçinde bulunduğumuz andır.

O an en uygun ve en güzel zamandır.

Vaktin sevdiklerimizi bir bir aramızdan alışına tanığız.

Her gün ölümü tadan bizler, ölmeden gülmekten aciziz.

Açız.

Sevmelere, sevilmelere...

Dünyada adam akıllı gülmeye açız...

Hep ertelediklerimize muhtacız.

Bulup buluşturduk derken aslında kaybedip yitiriyoruz bazı şeyleri.

Güzel bir teni...

Genç bir kalbi...

Heyacanı...

Sanki heyecanı hezeyana dönüştürmek için çabalıyor gibiyiz.

Cildimiz kırışıyor.

Tenimiz buruşuyor.

Saçlardan başladı aklar benliği kaplamaya...

Zamana şehadet eden saç telleri düşüyor yorgunluktan...

Soruyorum kendime...

Eğer şimdi değilse ne zaman?

Veya zaman var mı?

Alfred D. Souza der ki;

-Uzun zamandan beridir gerçek hayatın başlamak üzere olduğuna inandırdım kendimi. Fakat her zaman yolumun üzerinde bir engel, öncelikle erişilmesi gereken birşey, bitmemiş bir iş, hizmet edilecek zaman ve ödenecek borçlar çıktı! Ve tüm bunlardan sonra hayat başlayacaktı. Sonunda anladım ki bu engeller benim hayatımdı!

Bu görüş bize, mutluluğa giden bir yol olmadığını gösteriyor.

İçinde bulunduğumuz vaktin bir daha asla gelmeyeceğini...

Vaktimiz olsa bile bu fedakârlıktan beri olacağımızı, esastan geri kalacağımızı öğreneceğiz.

Hem de çok acı tecrübeler veya eksiklerle.

Mesela eksik mutlulukla.

Onu yakalasak bile yakalamadığımız zamanın mahcubiyeti, pişmanlığıyla öleceğiz.

Mutluluk yoldur.

İnsan da yolcusu...

Her durakta yürümek için beklersek ondan çok az şey alırız.

Ne kadar da acı...

İnsanın kendini ertelemesi ne kadar da acı...

Hele bir sonraki seneye...

Üniversiteye...

Üniversite bitince...

Atanınca...

Evlenince...

Çocuklar olunca...

Onlar büyüyünce...

Emekli olunca...

Vs. Vs.

Diye diye ölüp gidiyoruz işte.

Yerin altı hikâyesi yarım kalan insanlarla dolu.

Hayalini tamamlayamamışların uğrak yurdu orası!

Halâ ders almayacak mıyız?

Ölümden daha güzel ibret var mı akledene?

Dostlar...

Sahip olduğumuz anın kıymetini bilmemiz için ölmemiz gerekmiyor!

Hikâyemizi yazmamız için yarım kalmamız şart değil!

Zaman hiç kimse için beklemiyor!