Yıl M.Ö. 549 yer şimdiki uşak şehri eski adıyla Sfard. Parayı bulan Lidyalılar ve onun Karun diye hitap ettikleri, firavun kadar zalim hükümdarı aslan kral lakaplı Krezüs. Bir yanda Artemis tapınaklarını yapacak kadar mimariye, kültüre, büyük ordulara ve her şeyden önemlisi dünya üzerindeki yenilmezlik unvanına sahip kral. Bir taraftan ticarete hakim olmak için, paranın keşfini gerçekleştiren tiran. Yaşadığımız topraklardaki hüznün, acının, kederin, savaşın ilk fitilini ateşleyen gaddar Krezüs. Kendi krallığını düşünen ve bunun için işletme dedikleri şimdiki adıyla merkez bankasını kurup, kendi altın lirasını bastıran imparatorluk. Aynı imparatorluk içinde kölelerin alınıp, satıldığı çok tanrılı dinlerin hüküm sürdüğü ve o zaman sayıları çok azda olsa Musa peygamberi Allah’ın elçisi olarak kabul edip, tek tanrının olduğuna inanan insanların kölelikten başka bir rütbesi olmadığı asırlar…
Tarih binlerce yıldır yaşadığımız topraklardaki hüznün bin tonunu yazmaktadır. Binlerce yıldır, şairlerin kalemindeki türküler ağıt, alimlerin dilindeki hikayeler elem olup serpiştirilmiştir üzerimize. O tarihleri yazanların neredeyse tamamı, zalimleri övüp, halkı zulümlere gark edenlerin sözde kahramanlıklarını ve iyi krallar olduklarını yazıp duruyorlar.
Kader, sizce de doğdunuz coğrafya ile bağlantılı değil midir?...
Bereketli topraklar dedikleri Mezopotamya, yılda dört mahsulün alındığı yüz yıllardan gelen taht ve egemenlik kavgalarının aslı toprağın altındaki nimetler mi? Yoksa toprağın üstündeki bizler mi? Şimdiki yüzyılın Karunları da buraları onların puttan tanrılarının kendilerine bıraktığına inandıkları için, bizi ve yakın coğrafyamızı ele geçirmenin planlarını yapmaktadırlar. Bu topraklar ki, yüzlerce yıl önce bize geçtiği günden beri aslan kralın yer yüzündeki şövalyeleri ile davamız sürmektedir. Tarih bin yıldır bizlere yalnızca hüznün bin tonu diye ifade ettiğim acıları ve kederleri yazmamıza müsaade ediyor.
Aslan Kral’ın hazinelerinin bir kısmı bugün Dünya’nın ve ülkemizin önemli müzelerinde sergilenmektedir. Dünya’yı yöneten bugün ki elitler, ülkemizin dört bir yanındaki binlerce yıllık tarihi eserlere bakıp, kimisini çalıp götürdüğü ülkelerinden bu toprakların kendilerinin olduğunu her platformda dile getirmektedirler…
Son dört yüz yıldır bu coğrafyadaki savaşlara, çilelere, gözyaşlarına, bakın ne olur. Hepsinin tek hedefi vardır oda başta ülkemiz olmak üzere, bütün Müslüman coğrafyayı ele geçirmektir. Dünya üzerindeki bu toprak parçasını koruyabilmek için, can veriyor Alperenler yalçın dağlarımda…
İçerden haini, soysuzu, çetesi, kemirip duruyor ülkemi, devletimi, milletimi. Hırsızı, vatansızı, bir olmuşlar masalar kurup, masalar dağıtıyorlar. Dışarıdan para babası, tiranın uşağı cennet yurdumu bölmek için tutuyor hesaplarını. Dört yüz yıldır şükürler olsun ki ayaktayız.
İçeriden ve dışarıdan bu kadar saldırıya rağmen fethedilmeyen kalelerin yüksek burçlarıyız.
Parayı icat edip, sahip olduğumuz bu toprakların hazinelerinden nasiplenip, şimdiki Aspendos tapınaklarındaki tanrılarına her gün bakire kızları kurban eden aslan kral sarayında oturup tam iki bin beş yüz yıl önce bakın neler söylemiştir kulak verelim ve kime karşı mücadele ediyoruz onu da bilelim…
Sahip olduklarımızın devamı için, doğunun bu yarı gelişmiş kavimlerine saldırmamız gerekmez mi?
Onların henüz değerini anlamadığı nice nimetler oralarda bizi beklemiyor mu?
Onları uyandırmadan ellerinden almak yahut da bizim yönetimimize mahkum ederek ruhlarını değiştirmek ne büyük bir nimet düşünsene!
Onları kendimize benzettiğimizde, ne kadar kuvvetleneceğimizi hesap edebilirmisiniz? Ayrıca bu adamlar öyle küçük de görmeyelim.
Sırf bunun için bile savaşmaya ve görkemlerini tarihten silmeye muhtacım.
Doğuyu bütün birikimiyle yok etmeliyim. Bence işte zafer budur.
Bir zafer aldığın toprağın, kendi kimliğin, kendi sesin, kendi şarkın ve kendi anlayışın ile doldurduğunda zaferdir.
Değilse, toprağın bekçiliğini yaparsın yalnızca…
Kralın söylediğinin son cümlesine dikkatinizi çekmek isterim. Bin yıldır bu toprakların sahipleriyiz. Ancak son dört yüz yıldır bu toprakları korumak için verdiğimiz mücadeleye bakın bir kez daha. Bekçiliğine soyunduğumuz toprağın ilk sahiplerinin söylediklerini okuyun bir kez daha. Hüznün bin yıldır hüküm sürdüğü toprakların sefasını her daim bunların yeryüzündeki tiranları sürmektedir.
Bekçiliği canın pahasına kalmıştır bizlere. Rüzgarı ekenlerin fırtına biçtiği bir mevsimi yaşıyor bütün insanlık. Bakmışlar ki, sarsılmıyor ülkemiz o zaman anlaşmaları yapıp, kepçeleri daldırmışlardır altın madenlerinin üzerine, üzerine. Bakmışlar ki, çökmüyor ekonomisi o zaman anlaşmaları yapıp, ithalata boğmuşlardır memleketi. Bakmışlar ki, geleneklerinden vazgeçmiyor ülkesinin evlatları o zaman kendi şeytani anlayışlarını aşılamak için düşmüşlerdir her bir yere…
Bunca zorluğun, bunca bilinmezliğin içerisinde bazen dökülüyoruz bizde salkım, salkım. Yüreğimizin hüzne mahkum edilen yanı vuruyor içimize, içimize. Hangimiz ile konuşsak, dededen, nineden başlıyor acılarımız, elemlerimiz, kederlerimiz.
Ama olsun sen şanlı tarihi olan, anaların koynunda şehitlerini emziren, hilali ay yıldızla buluşturan, korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak diyen, can sağ iken yurt vermeyiz düşmana diyen, Hasan Tahsin’i, Halide Edip Adıvar’ı, Kara Fatma’sı, Mustafa Kemal’i olan Türkiye’sin…
Kızıl elmaya koşan yiğitleri, istikbal göklerdedir diyenlere inanıp, savaş uçağı Kaan’ı yapan evlatları, güçlü ordu güçlü Türkiye diyen şanlı ordusuyla mahşere kadar var olacak Türkiye’sin…