Ülkemiz ciddi bir ekonomik krizin içinde iken, farklı ekonomik modeller denemek için yola koyulmuş durumdayız. Para ile alışverişin başladığı on beşinci yüz yılın başından beri, ekonomi tamamen bilimsel temeller üzerine kurulmuştur. Bu temellerin kitaplara, okullara dönüştürülmüş şekli ise, 1870 yılında kurulan Avusturya İktisat okuludur. Yani ekonomi denen şey, bugün bizim siyasilerin ve belli ekonomist ve danışmanların söyledikleri gibi bir şey değildir. Ekonomi kapitali elinde tutan sınıfın her ülkede uygulamış olduğu ciddi mali programdır. Bu gücü de paranın sahipleri üç yüz yıldır yönetmektedir. Yani yeteri kadar ekonomik gücün yoksa, paran konvertibilite değilse, kim ne derse desin işler olduğundan daha zordur…
Ekonomi bizim bildiğimiz gibi basit bir model, basit bir yorumlama da değildir. Ekonomi tek bir hataya bile yer vermeyen, on binlerce teorinin, binlerce piyasa verisinin toplandığı bilimdir. Ülkelerde bu işten anlayan önemli kişilerin, toplulukların koordinesi ile oluşan global bir sistemdir. Ben yaptım oldu, ben söyledim ama yapılmadı, benim sebep ve sonuç ilişkim budur denmesiyle yönetilecek bir durum da değildir. Ekonominin babası diye tabir edilen Carl Menger’in yayınlanan Ulusların Zenginliği kitabında temellerini attığı Avusturya İktisat Okulu, bugün 21. Yüzyıl ekonomik yapısının oluşturulmasındaki baş öğreticidir. Güçlü devlet olmak isteyenler üç yüz yıldır, ekonomilerini iyi yöneterek, kurallarını doğru koyarak, adalet ve özgürlük kavramlarını yeri yerine oturtarak, halkın refah düzeyini yükselterek hayatlarını devam etmektedirler…
Gelişmiş ülke toplumları, ülkelerindeki siyasetçilerin bireysel çıkarlarını, gelecek kaygılarını hiçbir zaman ekonominin içine sokmamışlardır. Ülkelerini yöneten siyasiler, bırakın ekonomiye müdahale etmeyi, olumlu katkı sağmaları bile yine o ülkenin ekonomik planlarına ve önemli uzmanlarına bağlıdır. Ülkemizdeki durumu, ekonomik verilerle, siyasetin geri kalmış iktisadi teorileriyle ya da bugünkü koşulları değerlendirerek yapmak istemiyorum. Yazımın başındaki iktisat fakültesinin birinci sınıfında öğretilenleri de değil, beşinci yüzyıla gidip, kutsal kitabımızdan, hadislerden, toplumların tepkilerine göre değerlendirmeye çalışacağım…
Hadisi şerifinde buyurduğu gibi; ‘Allah bir kavme kıtlık vermişse, biliniz ki Allah’a başkaldırmalarındandır’. Yunus Peygamberin kıtlık hadisesinde geçtiği gibi, küfre düşen bir toplumun, haramlara bulaşan, hırsızlara göz yummasından kaynaklanan başıboş düzenin sonucu, yedi yıllık kıtlık başlamıştı. Sina yarımadası kıtlıkla terbiye edilmişti. Yani haram ile helal birbirine girmiş, sarayda şatafat sürerken, halk perişan halde sel sefil olmuştu. Kölelerin son nefeslerine kadar aç, susuz çalışması ve zenginlerin zulmü arşa çıkartmasının bedelini kıtlıkla ödemişlerdi…
Bence sebeplere ve sonuçlara bakmadan, bugün ki durumumuzu analiz edemeyiz. Peygamberimizin hadislerinde geçtiği gibi; “Millet bolluktan azıp, küfre daldığında, Allah’ım kıtlık ver” der. Herkes şaşırır, neden kıtlık nasip et dediğini, Mekke halkının eğer kıtlık gelirse ne yapacağını, zorluk çekeceğini söylediklerinde Peygamberimiz “Bu millet anlamıyor, kıtlık versin ki, açlıkla terbiye olsunlar” diye buyurmuştur…
Bir yanımız kıt kanaat geçinirken, bir yanımız lüks arabalarla çaka satarsa, bir yanımız devletime zeval gelmesin diye kurallara uyup vergisini öderken, bir yanımız devletin bütün imkanlarından yararlanıp servet sahibi olursa sebepleri ve sonuçlarını göremeyiz. Gördüğü haksızlık karşısında susanların, her işinde ihaleye fesat karıştıranların, yolsuzluk ve rüşvetle beslenenlerin, liyakati elinin tersiyle itip, iş bilmezlerle ilerleyeceğini inanların olduğu yerde sebepleri ve sonuçları göremeyiz.
Yani kısacası sebep sonuç ilişkilerini doğru kurmak ve anlayabilmek için Avusturya İktisat okuluna gitmeye gerek yoktur…
İçinde bulunduğumuz durum sebeptir...
Ekonomik çöküşümüzde Sonuçtur…
Sebep ve Sonuç ilişkisi bunlardır…
Ve bütün bunları dış güçlere bağlamak ise, olsa olsa bilgisizliğin geldiği son duraktır…