“İlla da gidecek misin?” dedi genç kız. Genç adam bir an öyle kalakaldı. Beklemiyordu bunu belli ki. Bir elinde siyah paltosu diğerinde çantası dur

“İlla da gidecek misin?” dedi genç kız. Genç adam bir an öyle kalakaldı. Beklemiyordu bunu belli ki. Bir elinde siyah paltosu diğerinde çantası durdu. Buna durmak denilmezdi. Olduğu yere mıhlanmak daha doğru gibiydi sanki. Nasıl da etkili olmuştu o üç basit kelime…“İlla da gidecek misin?”
Aslında kelimelerin hiçbir çok önemi yoktu. Delikanlıyı öyle büyülenmiş gibi durduran o basit cümle değil, oradaki anlamlı, tesirli ve vurucu sesin tonuydu. Ağlayan, yalvaran ve “ne olur gitme “ diyen; ama bunu “illa da gidecek misin?” şeklinde söyleyen sesin tonu… Kızın gözlerine baktı çocuk. Her şeyden vazgeçmiş, bir çift göz ona bakıyor ve duyulmayan çığlıklar atıyordu. “Ne olur” diyordu, “Ne olur gitme.”
Sanki her şey bu anı düğümlemek için söz birliği etmiş gibi yağmur da başlamıştı. Çocuk biraz sonra kendisini bu şehirden çok uzaklara götürecek otobüsün camına vuran yağmura ve duvardaki saate baktı. Veda için her şey tamamdı. Oysa şimdi her şey ona gitme diyordu. Kızın ıslanan saçları, masada yarısı içilmiş çay, bu şehrin kokusu… Hepsi ama hepsi şimdi gitme diyordu.
Bir kere daha, daha hafif, daha titrek ve daha inatla sordu kız. “İlla da gidecek misin?” “Gitmem lazım” dedi çocuk sinirle ve aceleyle... Sanki kalbi ile aklı arasında mengenede eziliyormuş gibiydi. “Biliyorsun gitmeliyim. Hem iki yıl dediğin nedir ki?”
“Ama” dedi kız, “Döndüğündeki o ben, şimdiki ben olmayacağım ki?” Hiçbir şey anlamıştı delikanlı. “Ne demek istiyorsun dedi?” Ellerini tuttu kız. Tekrar oturmuşlardı. Çok önemli bir sırrı açıklayacan ve ne dediğinden emin insanlar gibi konuşmaya başladı kız.
“Sen döndüğünde bulacağın ben, şimdi bıraktığın ben olmayacağım. Evet, şu zamanın ve mekânın sahibi adına yemin ediyorum ki sadakatle beklerim, bekleyeceğim ama o ben ben olmayacak.” Garip garip baktı çocuk. Kız devam etti. “Geldiğinde seni karşılayan sevdiğin, yarin, nişanlın yani ben, belki de şu anda seni uğurlayan benden daha çok seni sevecek. Belki daha mantıklı daha olgun olacak ama kesinlikle o kişi şu an bıraktığın kişi olmayacak.” “Sanki iki farklı kişiden bahsedermiş gibi konuşuyorsun” dedi çocuk. “Hayır” dedi kız. “Bir kişiden bahsediyorum. Ama birbirinden farklı kişilere dönüşmüş farklı zamanlardaki bir kişiden”
Çocuk hala bir şey anlamamıştı. Merakla ve ilgiyle dinliyordu. Kız eliyle üzerlerinden geçen bir şeyi göstermek ister gibi bir hareket yaptı. “Zaman geçecek üzerimizden.” dedi “Bunun ne demek olduğunu biliyor musun? Ezerek, döverek, değiştirerek ve bizi öldürerek geçecek. Emin ol! Çok değişeceğiz. Birbirimizden ayrı yerlerde, ayrı kişilerle, ayrı işlerle meşgul olacağız. Tüm bunlar olurken o muazzam usta hiç vazgeçmeden, inatla, ağır ağır bizi yani eserini değiştirecek. Ve bir gün bakacaksın ki biz biz olmayacağız. Yaşadıklarımız, tecrübelerimiz ve değişen düşüncelerimizle farklı insanlara dönüşmüş olacağız.” Kızın yanağından iki damla yaş aktı. “Bunlar maalesef biz birbirimizden ayrıyken olacak. Birbirimizi görmeden ve fark etmeden olacak anlıyor musun?”
Şimdi gökyüzü ağlıyor, şehir ağlıyordu. Yağmurun sesine karışan kızın sesi duyuldu “O insanları hiç görmedin mi? Hani ömrünün sonuna gelmiş yorgun yolcuları. Ellerinde tuttuğu gençlik fotoğraflarına bakan, hani şu kendilerine değil de bir yabancıya bakıyor gibi bakan insanları? Allah aşkına söyle o fotoğraftaki kişiyle fotoğrafa bakan kişi aynı kişiler midir? Şimdi sana soruyorum. İlla da gidecek misin?