Peki “Ölüm nedir?”  diye sorsak? Kimi duymak bile istemez. Kimi de yarım yamalak cevaplarla geçiştirir. Oysa, tüm duyguları, bir ömür yaşanabil

Peki “Ölüm nedir?”  diye sorsak?
Kimi duymak bile istemez. Kimi de yarım yamalak cevaplarla geçiştirir.
Oysa, tüm duyguları, bir ömür yaşanabilecek ne varsa, herşeyi içinde saklayan,  kaçınılmaz  son,  anlatılması en zor olanı.
Aslında yaşarken yüzleşmemiz gereken tek gerçek belki de bu...
İşte ben de 12 yaşında  babaannemi kaybedince, ölüm   gerçeği ile   yüzleştim. Büyüklerin bu durumu, uygun bir dille çocuklara anlatması gerektiğini de o yıllarda öğrendim.
Çünkü yeterince bilgi sahibi olmayan çocuk , herşeyi kendi içinde sorgulamaya başlıyor.
Tabi her çocuk değil. Benim gibi ruhunda koca bir bilge oturan çocuklardan bahsediyorum :)
Kabullenemediğim bu yok oluşu sorgulamaya başladım.
Bu yaşadığımız hayatın bir anlamı olmalıydı?
Bizi yaratan neden bir müddet sonra toprak olmamızı, bir hiç olmamızı istiyordu?
Toprak olunca herşey bitecek miydi?
Çocuk aklımla cevap bulmaya çalıştığım çok ciddi sorulardı bunlar.
Zaten ufacık sorunları büyütüp, kendinize dert ettiğiniz dönemlerdesiniz.
Ne vardı sanki, ben de arkadaşlarım gibi basit şeyleri; bir sivilceyi,  kilomu, saçlarımı  dert etseymişim ya!
Ama olur mu? Filozof olacağım ya! İlk hayatın anlamından, ölümden başladım!
Bunda yaşadığım aile yapısının da etkisi vardı biliyorum.
Ailenin ilk çocuğu olduğum için, hep küçük bir hanımefendi gibi davranmam beklenmişti. Öyle de oldu.
Çocukluğunuzu  yaşamadan büyürseniz , gençliğiniz de arkadaşlarınızdan farklı oluyor.
Duyguları baskı altında büyüyen bir çocuk, gençlik yıllarında herşeyi sorgulama başlıyor.
Ee tabi ruhunuz sıkıntıda ise bedeniniz de ona uyum sağlamakta gecikmiyor!
Bedenin verdiği sinyalleri yanlış anladığınız anda da,  kendinizi acil servislerde buluyorsunuz.
Bende de öyle oldu.
Sindirim sistemi problemlerini yanlış anlayıp, kaç kez kalp krizi geçiriyorum diye acillere gittiğimi hatırlamıyorum bile...
Anlayacağınız yanlışlar silsilesi böyle devam edip gidiyor...
Çevreniz sizi anlamaz. Siz bedeninizi, bedeniniz ruhunuzu...
Zamanla yaşadığım hayattan sıkılmaya, hatta korkmaya başladım. Cevapsız sorularla  bunaldığım gençlik döneminde, '' galiba en iyisi herşeyi inkâr etmek'' diye düşünmüştüm.
Düşündüm düşünmesine ama sanki birşeyler tam aksini söylüyordu.
Hani birinden uzaklaşmaya çalıştıkça, tevafuklar sizi biraraya getirir ya!
Onun gibi..
Uzaklaştıkça yakınlaştığım bir gerçek. Hayatımın tam ortasında zihnimi esir almıştı!
Sonrasında;
Çok zor uykuya daldığım,   ezan sesi ile uyandığım, bu sesten korkup ürperdiğim geceler....
Hatta ölümü hatırlatıyor diye ezanı duymamak için kulaklarımı kapadığım günler geceler, yaşadım.
Çocukken  yaşadığım durumu, şimdi yaşayan olgun insanlar var.
Bu yazıyı yazma sebebim de bu...
Ölüm düşüncesi, bir mıh gibi çakılmışken beyninize, hayattan zevk almanız ne mümkün!
Bu tarz korkuların, şeytanın  vesvesesi olduğunu, yıllar sonra çözdüm.
Her çocuk,  İslâm fıtratı üzerine doğar. Zamanla anne babası veya toplum,  hangi yöne gideceği konusunda etkili olur.
Doğduğumuz  toplum, geleceğimizi de az çok belirliyor.
O yıllarda hiçbir şey bilmeden, sadece  İslam toplumunda dünyaya gelmenin, müslümanlık için yeterli olduğunu sanıyordum.
Allah'a inanıyordum.  Fakat bu inancın  bana ne gibi sorumluluklar yüklediğini bilmek istemiyordum.Çevremdeki herkes gibi O'na inanmanın, yeterli olduğunu düşünüyordum.
Şimdi pişmanım...
Müslümanım derken bunu yürek dolusu söylemek isterdim gençliğimde.
Ama nerde..
Müslümanlığı yobazlık, gericilik olarak gördüğümü, itiraf ediyorum işte.
Kötü örneklere bakarak,  güzelim dinimizden yıllarca uzak ve tiksinerek yaşadım.
Ama bir gerçek vardı ki bu asla değişmiyordu. Kim olursanız olun, ne kadar ve nasıl yaşarsanız yaşayın ölümden kaçılmıyormuş. Öyle ise hayatımı ona göre yaşamalıydım.
O yıllarda farkında değildim şimdi çok iyi anlıyorum. Gençlik heva ve heveslerini bir köşeye bırakıp beni araştırmaya yönelten bu korku, aslında bir nimetmiş...
''Zevkleri bıçak gibi kesen ölümü çok hatırlayın''
Bu hadisi bizzat yaşatarak öğrenmemi sağlayan Allah'a binlerce kez şükürler olsun!
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere..
Sağlıcakla kalın...