Bu dünya da yaratılmışların en övülmüşü insandır. İnsan ise tek başına yaşayamaz. Bu anlayışla bakarsak elbette ki, kendi hem cinsleri ile yaşamak zorundadır.

Bu dayanışma ve beraberlikte birçok olayla karşılaşabilmektedir. Bu olaylar olumlu olursa sorun yok… Ama olumsuz bir durumla karşılaşırsa veya kendisi olumsuz bir durum yaşarsa, yaşatırsa o zaman da toplum tarafından büyük tepki ve de yaptırımlara uğraması kaçınılmaz olur. Bu yaptırımlar karşısında veya yaptıklarının hatalı olduğunun farkına varırsa ki, buna pişmanlık denir. İşte bu pişmanlıkların yaşanmaması için Anadolu’da “mesel” diye bir kavram vardır. Güzel hakikatlerin temsillerle yani örnek olaylarla anlatılarak anlaşılması kolaylaştırılır. Günümüzde bu tür hikayelere “İlham veren hikayeler” denilmekte ve bu öykülerin aslında güçlü birer anlamsal okuma olduğu dikkate alınmalıdır. Neden temsil yolu seçilmiştir? Çünkü anlaşılması zor olan konuların temsil yoluyla anlaşılması daha kolay olur. Karmaşık hakikatler düzenli bir şekilde, örneklendirme ve canlandırmaya dönüştüğü için fotoğrafı hafızamızda yerini kolayca alır.

Özetle bu öykülerin hem sindirimi çok kolay olur hem de hikâyenin sonunda ahlaki bir değer kazandırma özelliği bulunur. Şunu da unutmayın: Bu hikayelerin gerçek hikayeler olup olmadıklarının hiçbir önemi yoktur; çünkü birçoğunun yüzlerce yıllık efsanelere dayandığı ifade edilir. Bununla birlikte, bahsettiğim hikayeler o kadar güçlü ve ilham vericidir ki, birçoğu sizi düşündürürken, bazen sözün bittiği yerde olduğunuzu fark edersiniz. İşte Kişisel Gelişim Merkezi’nden seçtiğim, bu ibret verici hikâyelerinden en çarpıcı olanlardan dört tanesini sundum.

***

Kör olduğu için kendisinden nefret eden kör bir kız vardı. Nefret etmediği tek kişi ise her zaman yanında olduğu için ona sevgi duyduğu erkek arkadaşıydı. Erkek arkadaşına dünyayı görebilseydi onunla evleneceğini söyledi. Bir gün birisi ona bir çift göz bağışladı; ameliyat sonunda, erkek arkadaşı da dahil olmak üzere her şeyi görebiliyordu. Erkek arkadaşı ona:

“Artık dünyayı gördüğüne göre benimle evlenir misin?” diye sordu.

Kız, erkek arkadaşının da kör olduğunu görünce şok oldu ve onunla evlenmeyi reddetti. Erkek arkadaşı gözyaşları içinde uzaklaştı ve daha sonra ona şöyle bir mektup yazdı:

“Sana verdiğim gözlerime iyi bak canım.”

Hikâyeden çıkarılacak ders: Koşullarımız değiştiğinde, düşüncemiz de değişir. Bazı insanlar her şeyin eskisi gibi olduğunu göremeyebilir ve onları takdir edemeyebilir!

***

Bir fırıncıya her zaman yarım kilo tereyağı satan bir çiftçi varmış. Bir gün fırıncı, çiftçinin tereyağını doğru tartıp tartmadığını görmek için tereyağını tartmaya karar vermiş. Fırıncı tereyağını tartmış, ama yarım kilodan az gelmiş. Buna kızarak çiftçiyi mahkemeye vermiş.

Yargıç, çiftçiye tereyağını tartmak için herhangi bir ölçü kullanıp kullanmadığını sormuş. Çiftçi de:

“Ben onurlu bir insanım, ancak ilkel biriyim, uygun bir ölçüm yapan bir terazim var.” demiş.

Hâkim:

“O halde tereyağını nasıl tartıyorsun da eksik çıkıyor?” diye sormuş.

Çiftçi şöyle yanıtlamış:

“Sayın Yargıç, fırıncı benden tereyağı istediğinde, önce ondan yarım kiloluk bir ekmek alıyorum. Fırıncı ekmeği getirdiğinde, bu ekmeği kilo ölçütü (dara) olarak teraziye koyuyor ve aynı ağırlıktaki yarım kilo tereyağını ona veriyorum. Suçlanacak biri varsa o da fırıncıdır.”

Hikâyeden çıkarılacak ders: Hayatta, ne verirsen onu alırsın. Başkalarını aldatmaya çalışmayın. Yani ne ekersen onu biçersin sözü daha da uygundur derim!

***

Bir zamanlar çok huysuz küçük bir çocuk varmış. Babası ona bir torba çivi verip, her sinirlendiğinde çite bir çivi çakması gerektiğini söylemiş. İlk gün çocuk çite 37 çivi çakmış. Çocuk, önümüzdeki birkaç hafta içinde yavaş yavaş öfkesini kontrol etmeye başlamış ve çite çaktığı çivilerin sayısı yavaş yavaş azalmış. Çivileri çite çakmaktansa öfkesini kontrol etmenin daha kolay olduğunu keşfetmiş.

Sonunda, çocuğun kendini hiç kaybetmediği gün gelmiş. Çite çakılacak hiçbir çivi kalmamış. Durumu babasına haber vermiş. Bu defa baba, çocuğuna, öfkesini kontrol altında tuttuğu her gün bir çivi çekmesini önermiş.

Günler geçmiş ve delikanlı sonunda babasına tüm çivileri söktüğünü söylemiş. Baba, oğlunun elinden tutmuş ve onu çivileri çakıp çıkardığı çite götürmüş:

“İyi iş çıkardın oğlum, ama çitteki deliklere bak. Çit, asla eski aynı çit olmayacak. Bir şeyleri öfkeyle söylediğinde tıpkı bunun gibi bir iz bırakırız. Bu durum, birini bıçakladıktan sonra bıçağı onun gövdesinden çıkarmak gibidir. Kaç kere özür dilerim desen de bıçak yarası veya çivi izi hep orada kalacaktır.”

Hikâyeden çıkarılacak ders: Öfkenizi kontrol edin. Ya da oradan uzaklaşın. Öfkenin sıcaklığında insanlara daha sonra pişman olabileceğiniz şeyler söylemeyin. Hayatta bazı şeyleri geri alamazsınız!

***

Bir baba üç yaşındaki kızını bir rulo altın yaldızlı ambalaj kağıdını boşa harcadığı için cezalandırdı. Ona göre, parası kısıtlıydı ve çocuğunun böyle lüzumsuz süsleme çalışması yaptığını görünce de çileden çıktı. Yine de küçük kız ertesi sabah babasına hediyeyi getirdi ve: “Bu senin için babacığım.” dedi.

Adam daha önce verdiği aşırı tepkiden utanmıştı ama kutunun boş olduğunu görünce öfkesi devam etti. Ona bağırdı:

“Birine hediye verirken içinde bir şeyler olması gerektiğini bilmiyor musun?” Küçük kız gözyaşları içinde ona baktı:

“Baba, bu kutu boş değil. Kutuya öpücüklerimi bıraktım. Hepsi senin için.”

Baba ezildi. Kollarını küçük kızına doladı ve ondan af diledi. Kısa bir süre sonra, kızı bir kaza sonunda vefat etti. Babası altın yaldızlı o kutuyu yıllarca yatağının yanında tuttu ve cesareti kırıldığında, hayali bir öpücük alır ve onu oraya koyan çocuğun sevgisini hatırlardı.

Hikâyeden çıkarılacak ders: Sevgi dünyadaki en değerli hediyedir.

Uzun sözün kısası: Bu dört yaşanmış örnekte çıkaracağımız sonuç şudur: ¨Ne ekersen onu biçersin. ¨ ¨Son pişmanlık fayda vermez!¨ Uysallık akılının, öfke akılsızın işidir!¨