Dışişleri Bakanlığı, Yunanistan’da 19 Mayıs için düzenlenen bazı etkinliklere tepki gösterdi. Dışişleri’nin açıklamasında, “Yunanistan resmi makamları tarafından mesnetsiz "Pontus" iddialarının yıldönümü bahanesiyle yapılan ve tarihi bütünüyle çarpıtmaya yönelik hezeyan dolu açıklamaları külliyen reddediyoruz.” İfadeleri yer aldı.  Dışişleri Bakanlığı'ndan konuya yönelik yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

"Yunanistan resmi makamları tarafından mesnetsiz "Pontus" iddialarının yıldönümü bahanesiyle yapılan ve tarihi bütünüyle çarpıtmaya yönelik hezeyan dolu açıklamaları külliyen reddediyoruz. Yunan makamlarının tarihi akıldışı bir şekilde çarpıtma çabalarını ısrarla sürdürdüğünü görmek üzücüdür. Türkiye karşıtı lobilerin bu çarpık iddiaları üçüncü ülkelerde gündeme taşıyarak kamuoyunu aldatmaya yönelik çabalarını da kınıyoruz.

Tarihten husumet çıkartmaya ve genç nesilleri yanlış bir mecrada yönlendirmeye çalışanların bu çabalarının barış ve istikrara hizmet etmeyeceği açıktır. Gerçekle bağdaşmayan yapay tarih anlatımlarından medet ummak yerine, Yunanistan’ın Anadolu’yu işgal ve istila girişimi sırasında işlediği ve Müttefik Devletleri Tahkikat Komisyonu raporunda yer aldığı gibi Lozan Barış Antlaşması’yla tespit edilmiş insanlık suçlarıyla yüzleşmesi daha makul bir tercih olacaktır. Keza bu iddiaları ileri sürenlerin, 1821 Tripoliçe katliamı dahil, başta Türkler olmak üzere diğer dini veya etnik gruplara karşı işlenen vahşet suçlarını ve mezalimi hatırlamalarında da yarar olacaktır. Yunanistan’ı gerçekleri çarpıtmak yerine iş birliği temelinde barış, istikrar ve müreffeh bir gelecek için birlikte çaba sarf etmeye davet ediyoruz."(19 Mayıs 2022 Türk ve dünya görsel-yazılı basını)

Yunanistan'da "Pontus soykırımı" iddiaları ilk kez 1992 senesinde o dönemin ana muhalefet PASOK Partisi lideri Andreas Papandreu tarafından gündeme getirildi ve "19 Mayıs Pontus soykırımı günü olmalıdır" dedi. Papandreu, Başbakan olunca Şubat 1994'te Yunan Millet Meclisi 19 Mayıs gününü; "Pontus Yunanlılarının soykırımını anma günü" olarak tanıyan yasayı kabul etti. Yasayı Yunanistan Cumhurbaşkanı imzaladı. 8 Mart 1994 tarihinde Yunan Hükümet (Resmi) Gazetesinde yayınlandı ve yasa yürürlüğe girdi. Bu arada Türkiye'nin de işlendiği iddia edilen bu sözde "Pontus soykırımı" suçunu tanıması ve "özür dilemesi" devamlı gündemde tutuldu. Bugün de tutulmaktadır.

Yunanlıların diğer bir amaçları da "soykırımın" bir taraftan AB gündemine taşınması -Türkiye'nin AB üyeliği sürecinde bunun siyasi bir malzeme/baskı unsuru olarak kullanılması ve aynı zamanda bu sözde iddialarının bu süreçte tanınmasıdır. Türkiye "soykırımı" tanımadığı takdirde AB üyesi olamaz. Bu bakımdan burada Yunanistan neden Türkiye'nin AB üyeliğini daha doğru bir ifade ile "perspektifini" desteklemektedir, destekliyormuş gibi görünmektedir? Sorusunun cevabı da gizlidir. Aynı şeyler Kıbrıs ve Ege Denizi sorunları bakımından da geçerlidir. Diğer taraftan Yunanistan'ın diğer bir amacı da sözde "Pontus Soykırımı’nın” uluslararası alanda tanınması ve tanıtılmasının sağlanmasıdır.

1994 senesinde Yunan Meclisinde kabul edilen sözde "Pontus soykırım" yasasından sonra, Mayıs 1997'de Yunan Meclisinde 14 Eylül gününün de "Türk Devleti tarafından Küçük Asya Yunanlılığının soykırımını anma günü" olması yönündeki yasa önerisi 24 Eylül 1998 tarihinde Yunan Meclisinde görüşüldü ve oybirliği ile kabul edildi. Ancak bu kanun hükmündeki kararname Kültür Bakanı tarafından 9 Şubat 2001 tarihinde imzalandı ve daha sonraları hiçbir işlem yapılmadı ve bu şekilde donduruldu. Çünkü çeşitli çevrelerden itirazlar gelmişti. Sinaspismos Genel Başkanı Konstantopulos, o dönemde, Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu ile yaptığı görüşmede, Meclisin "soykırım" hakkında aldığı kanun hükmünde kararname kararının yeniden gözden geçirilmesini istedi ve bu kararın "ne tarihi gerçeklerle ne de bilimsellikle bağdaştığını" söyledi. Diğer taraftan St. Manos açık olarak, bu kanun hükmünde kararnameye işlerlik kazandırılmamasını istedi.

Burada Yunanistan'da yaşayan herkesin bildiği ama konuşmadıkları, sustukları/konuşmaktan kaçındıkları tarihi gerçeklerden, olaylardan ve Yunanlıların Müslüman Türklere uyguladığı soykırımlardan da söz etmek yerinde olacaktır. Bazı Yunanlıların bu konuda yazdıklarından ve özellikle Yunanistan milli marşında Türklere karşı soykırımın nasıl övülmekte olduğuna ilişkin örnekler vererek başlayalım. Selânik'te yayınlanan Makedonya Tis Kiriakis Gazetesinde Thanasis Triaridis'in "Savunmasız Sivillerin Kıyımına Neden Olan Özgürlük" başlıklı dizi yazısında aynen şunlar yazmaktadır

"22 Eylül 1821 günü Theodoros Kolokotronis önderliğinde ayaklanan Yunan kuvvetleri, 40.000 kadar Moralı Türk ve Yahudi ile şehrin esas savunma birliklerini oluşturan 1.500 kadar silahlı (Müslüman) Arnavut'un toplanmış olduğu Tripoliçe'yi ele geçirdi. Hemen ardından gerçekleştirilen katliam Mora yarımadasının o güne kadar görmüş olduğu kıyımların belki de en büyüğüdür. Yunanlılar üç gün boyunca savunmasız Türk ve Yahudileri kadın, çocuk, bebek demeden (önce tecavüz ve işkence ederek, camdan atarak, yakarak, bebeklerin kafalarını duvarlara çarparak parçaladıktan sonra) boğazlamışlardır/kesmişlerdir. Yunan okul kitaplarına göre bu şekilde Ortodoks Hıristiyan Yunanlılar “kutsal görevlerini” yapmışlardır. Batı Avrupa'da Yunan dostları akımın kurucularından olan tarihçi yazar Fransua Pukevil, Tripoliçe katliamını tarif etmek için “Kutsal Kitapta (bible) anlatılan ve evcil hayvanlara varıncaya kadar kestiklerini ve yaşanan bu felaketleri hayal edebilmeniz halinde ancak Tripoliçe katliamının gerçek görüntüsünü elde edebilirsiniz” demekte tereddüt etmemiştir.

Katliamın elebaşısı Theodoros Kolokotronis 1939'da Georgios Terçetis'e okuduğu Hatıraları'nda benzeri görülmemiş bir içtenlikle ve etkili bir sadelikle, daha önce anlaşmaya vardığı 1.500 kadar silahlı Arnavut'un sağ salim şehri terk etmelerini sağladıktan sonra, ki bu da Kolokotronis'in emrindeki askerler üzerinde tam bir denetiminin bulunduğunun kanıtını teşkil eder, “içerideki Yunan askeri Cuma gününden Pazar gününe kadar Tripoliçe 'de bir saatlik mesafede 32.000 kadın, çocuk ve erkeği kesiyor/boğazlıyor ve öldürüyordu' der.” 1919- 1922 yıllarında da Yunanlılar Küçük Asya Türklerini temizlemeye kalkışmışlardı...

"Yunanistan, 'kutsal topraklarını” 'pis köpeklerden' temizledikten sonra “kendi kuvvetiyle özgürlüğüne kavuşmuştu.” Tripoliçe'de katledilen siviller için kullanılan “pis köpekler” tabirini 1823'te yazılan ve görülmemiş bir milliyetçilik kiniyle dolu uzun bir şiirde görüyoruz. Bu şiirin yaklaşık dörtte birinde kurbanlar hiçe sayılarak ve katiller övülerek “zavallı Tripoliçe 'nin” düşüşü anlatılmaktadır. İşte bu şiir ne yazık ki, “Özgürlük marşı” adını taşımaktadır ve yazan kişi de Diyonisios Solomos'dur. Bu Marşın ilk iki kıtası Yunan Devleti’nin “milli marşı” olmuştur. ... bu şiirin orta kısmındaki 35 ilâ 73. kıtaları içine alan 39 kıtasında “zavallı Tripoliçe 'nin” kıyımı anlatılmaktadır.

35. kıtadan 73’e kadarki kritik kıtalarda neler vardır ve neler anlatılmaktadır? Burada 65., 68., 69., 72. kıta üzerinde durmak istiyoruz. Linos Politis’in, Đkaros Yayınlarından 1986 yılında yayınlan kitapta aynen şöyle deniyor: 

65. kıta: “Hem palaskalar hem kılıçlar. Etrafa saçılmış beyinlere., Baştan başa yarılmış kafataslarına. İştah açıcı (“kımıl kımıl) iç organlarına bulanmış.

Biran için insan şairin kendisinin bile kendi anlatımına katlanamadığını hisseder gibi olmaktadır. Çünkü şair 66. kıtada birdenbire öldürmelerin artık durmasını ister ve: “Yeter; öldürmeler ne kadar sürecek!” der. Fakat buna rağmen çarçabuk o ana kadar bilinen ritmine tekrar döner: Öldürmeler “köpekler” yok olduğunda bitecektir. (Burada yine “köpekler” ve “pisler” katledilmekte olan savunmasızlardır. Yani Türklerdir.)

68. kıta: Köpekler azalıyorlardı. Ve Allah! Diye bağırıyorlardı. Allah! Ve Hıristiyanların dudakları Ateş! Diye bağırıyorlardı ateş!

69. kıta: Aslanlar gibi vuruşuyorlardı. Hep Ateş! Diye bağırıyorlardı. Ve pisler dağılıyorlardı, sağa sola. Böğürerek hep Allah!

72. kıtada kesilen sivillerin hem bedensel olarak hem de hafızalarda kalacak değerini  sıfıra indirgemek üzere en aşırı denemesini yapar: Ovada dere misali oluk, oluk akan  kanlarının bir bakıma “su yerine kan” içen masum otları kirlettiğinden söz eder. Dikkat edelim: 32.000 sivil Türk’ün kanı “köpeklerin kirli kanı” olarak nitelendirilirken “masum” sıfatı ovadaki ot için kullanılmaktadır.

72. kıta: Kan nehir olmuş. Ovada akmakta. Ve masum otlar serinlik yerine. Kan içmekte. (devam edecek)