Başarılı yazar Uğur Tergek ile yazın hayatına ve “Sessiz Yokuş” adlı kitabına dair konuştuk. Keyifli sohbetimiz sizlerle…

Öncelikle sizi tanımak isteriz. Uğur Tergek kimdir?

Kendimi tanımlayan en önemli özellik, yazındır. Yazın, hayatımın çok önemli bir parçasıdır. İnsanlar nasıl solumadan yaşayamayacaksa yazın da benim için tereddütsüz o derece önem taşımaktadır. Yazını içsel dünyasından eksik edemeyecek bir sosyolog, dolayısıyla toplum bilime ve yazının estetik duygular uyandıran her bir temsiline ilgili, Türk dilini yazın hayatında en iyi şekilde kullanabilme isteğinde toplum ve ülke geleceği ile kültürüne duyarlı ve ilgili olup, tüm bu yaklaşımlarla birlikte “Sessiz Yokuş” ve “İlk Aralık” kitaplarının yazarıyım.

Eğitimimi doğduğum şehirde tamamladım. Kamu görevlisi gibi bir deneyim ve kimliğe sahibim.

Ülkemizin ve toplumumuzun geleceği; her ferdine kendi derece, bilgi, ilgi ve alanına göre sorumluluklar yükler.Bu sorumlulukların farkında olan ve bunu en iyi şekilde ifa etmek isteyen bir yazarım. Şüphesiz her bir çabamız, doğrudan veya dolaylı olarak bu amaca yöneliktir. Bunu ifa ederek toplumun insanı olma vasfımıza erişiriz. 

Ayrıca milli olup, tarihsel cumhuriyetçi bir ideolojiyi benimsediğimi eklemek isterim.

Yazın hayatınız nasıl başladı?

“Yazına ilgim, ilk gençliğimden bu yana vardı.” diyebilmem mümkündür. Edebiyat derslerinde kompozisyon çalışmalarından temsil olarak çok iyi notlar alırdım; fakat süreksizlik vardı, başlangıç böyleydi. Pek tabi insan, gelişimini çeşitli ölçü ve düzeylerde tamamlayarak birçok koşula daha hazırlıklı oluyor. Sonuçta ilk gençlik çağı…

İlk eserimin ardından içinde olduğum koşullar, beni memnun ediyor; fakat yazın dünyasına süreksizlik dâhilinde kendi koşullarıma göre geç başladığıma dair bir kanaatim var. Bir süre eksikliğini hissettim, diyebilirim; çünkü potansiyellerimiz değil, daha çok kinetiğimiz ölçüsünde gerçeğizdir ve potansiyelleri soğurmak çok risklidir. 

Nisan ayında okurlarla buluşan “Sessiz Yokuş” adlı kitabınızdan bahseder misiniz? Bu kitabı neden yazdınız?

“Sessiz Yokuş” toplumsal olarak bir yokuşta yürüyecek veya adım atacak kadar çabalıyor olsak da bu çabanın sessizlik içinde yapılmaya zorunlu olabildiğine bir temsildir. Toplumsal şartlarımız, böyledir. Toplumsal sorumluluklarımız, biraz izoledir. Her bir sorun; izole olduğu kadar içimizde daha da büyümekte, hatta bazen içinden çıkılmaz sorunlara dahi neden olabilmektedir. Bir çıkmazla karşı karşıyayız. Gözlemlerim, bu yöndedir. Sessizliğe mecburuz, bazen yanılıyor olsak da mecbur oluruz. Sessizlik, her zaman anlaşılmaz; fakat anlamak ve doğru düşünmek isteyenler için anlaşılır; çünkü bir tercihtir. Sessizliğin ön koşulu gerektiği kadar ifade edebilmiş olmaktır; çünkü ilgililer için düşünme imkânını verebiliyor olursunuz ve bazen istemesek de sessizliği yaşarız; çünkü insan olarak doğamızda “yokuşun sonuna gelmek” gibi bir isteğimiz, var ve buna bir şekilde ulaşmak isteriz. “Sessiz Yokuş” böyle bir temsildir ve en gerçekçi yanımızdır.

Kitap; üç desteye yakın bölümden müteşekkil olup, sessizce okunmaya ve sessizce anlamaya gerektir. Sessizlik, belirttiğimiz gibi bir tercih ve ancak anlaşılmaya dönüktür. Unutmamamız gereken gerçek şu; okumak bazen bir yokuş olup sessizliğe mecburdur, yazının estetik duygularını hissedebilmek ve gerektiğinde temsilinde yaşayabilmektir. 

“Sessiz Yokuş” okurlara hangi mesajları vermeyi amaçlıyor?

İnsan olarak doğamız, sorumluluklarımız ölçüsündedir. Sorumluluklar, çeşitlenir ve bir yokuşu gerektirir; bu yokuşu yaşamak, insanı kavi kılar. Sorumluluk duygumuz, toplumsaldır ve bunun ön ölçütleri vardır; fakat şu an toplumumuz, buna gerektiği ölçüde hazırlıklı değildir. Dolayısıyla şu koşullar altında ve ön ölçütler gerçekleşmeden sorumluluklarımızın gereği olan her bir yokuş, sessiz yaşanmaya gerektir; çünkü toplumsal çaba ve bunu organize edecek bir güç gereklidir; fakat ideolojilerin kapışmasından dolayı henüz ülkemize nasıl bir istikamet vermemiz gerektiğini tartışamıyorken bu nasıl gerçekleşecektir? Bu soru, toplum aydınlarınca yanıtlanmalıdır. Evet, “Sessiz Yokuş” bunu mesaj ve anlamıyla fark ettirebilir; çünkü sosyal insan olmamız diğer bir insanı gerektiriyor; fakat sessizliğe mecburken diğer biri için “düşünebilmek” mümkün oluyor ve bunun tek şartı da ifade etmiş olmaktır. “Sessiz Yokuş” yazınsal bir ifade ediştir. Yerinde durarak mesaj verir ve diğer biri için ancak düşünmeyi amaçlar; çünkü toplumsal koşullarımız böyledir. 

Kitabın ismi, nereden geliyor?

Kitap ilk önce “sosyal insana gerek diğer bir sosyal insan” ilişkisine dairdir. Bu sessizlik içindedir ve sessizlik içinde düşünme gereğidir. Kitap yerinde durur ve düşündürür; çünkü bir eserdir.“Sessiz Yokuş” ismi toplumsal ön koşullarımız için gerekli olan her bir aşamadan önce içinde bulunmamız gereken bir koşuldur. İfade ediştir ve aynı zamanda sessizliktir; çünkü ilgilisi insandır ve insanın en önemli edimi düşünmektir. Kitap ismi, benim için bir semboldür. Evet, benimle birdir; ama aynı zamanda ülke ve topluma söylediklerimle bir projeksiyon da sunar. “Bir insan var / hep seni beklemiş / sana yaşamış.” dediğimizde bu, yalın olarak bir durumu anlatmaz. Eserlerin amacı, durum belirtmek değildir; ancak onu yazınsal ve amacına dönük anlamak, düşünmek ve yorumlamaktır. Eser, yerinde durur; ama içindeki söz, düşündürmek adına var olur. İlgilisi ve toplum için böyledir. Evet, andığımız, sosyal insan için toplumsal edimler üzerinden anlaşılır ve sosyal insanı ıskalamaz. İşte bu bir yokuşsa sessiz yaşanmalıdır. Düşündürmek adına sessiz yaşanır ve bu, birimizin diğer birindeki gerçek değeridir.

Okurlarınızdan kitaba yorumlar alıyor musunuz?

Henüz pek bir yorum almadığımı söyleyebilirim. Kitabın geleceğine ilişkin nesnel bir tahminde bulunamam; çünkü gerek öznel gerek nesnel birçok ölçüt vardır; fakat anlamı, mesajı ve yazınsal yönü itibariyle ve ilgili konseptiyle kitabın hak ettiği yeri bulması, ümidimdir. Verdiği mesaj, hem ilgililer hem de toplum için çok önemli olup, ıskalanmaması gerekir. Kitap ismi ve yazını üzerinde düşünülecek olursa toplumsal duyarlılığa dikkat çeker; çünkü toplumsal duyarlılık, her birimizin diğer birindeki yeridir ve öyle başlar. Bunun ön koşullarını toplumsal olarak oluşturmalıyız. Bu sebeple okurların yorumu, önem arz etmektedir ve nitelik ile değerine göre yazın hayatımın yönü ve şekline de sirayet edebilir.

Kitabınızı bir okur gözünden nasıl değerlendirirsiniz?

Şüphesiz kitaplardan anladıklarımız, düşündüklerimiz ve yorumlayabildiğimiz kadar yazarın açıklamaları da buna ışık tutar ve bu doğrultuda bildiğimiz gibi kitapların önsözleri olur. Yazın, okur olarak anlayabildiğimiz ve yorumlayabildiğimiz ölçüde zenginleşir. Eser bütünlüğü, çok önemli burada. Anlatılan üç beş kelime değil, ondan çıkarılması gereken anlamdır; çünkü anlam, anlamanın vaki olmasıdır. Dışarıda bir şimşek veya yıldırım çarpması gibi düşünce içinde parıldayarak oluşur anlam. Yoğunlaşır, artar ve neticeye varır. Okuduğumuzu üç beş kelime olarak yorumlarsak biz, ona okumak diyemeyiz; çünkü okumanın gerekli sonucu anlamdır ve dahası giderek düşünmektir. Kitabımı bir okur gözüyle bu şekilde yorumlayabilirim; ondan çıkardığım her anlam düşünceye dönüşür ve insan olmak, gerçeğimizi etkiler. “Yazın sıcağına / akşamın kokusuna / kim eşlik edecek?” derken bu, bir imgedir. Yazın sıcağı ve onunla akşamın kokusu içimizde yalnız yaşanırsa ona pek bir değer biçemeyiz; çünkü sosyal insan gerçeğindeyiz veya toplumsal varlığızdır; ama diğer bir insanla yaşanırsa pek değerlidir. Yazın ise neredeyse bunu diğer biriyle bir şekilde yaşamaktır. Yazından böyle anlam çıkarılır.

Günümüz yazarları hakkında neler söylersiniz?

Şöyle bir sorun var; yazınsal eser var etmek emek ve zahmettir; fakat buna değer pek verilmiyor, gibi yorumluyorum ve çeşitli açılardan böyledir. Şöyle bir çıkmaz var ve o popüler kültür sorunudur; yazın, kültürün ve toplumsal yaşamın parçasıdır; ama yazına verilecek değer, zaman zaman popüler kültürle ıskalanabiliyor. Her çağ veya dönemin farklılığı vardır, tarihteki yazar veya şairler nasıl var oldularsa günümüz yazarlarına da hak ettiğince değer verilmelidir; çünkü topluma perspektif sunabilen yazar olmak, değerine gerektir. Günümüz yazarları, gerektiğinde bir araya gelecek kolektif yapılanmalar kurabilmelidir. Aşırı bireyselleşme ciddi bir çıkmazdır. Toplum, her zaman önceliklidir. 

Geçtiğimiz ay okurlarla buluşan “İlk Aralık” adlı kitabınızdan bahseder misiniz?

“İlk Aralık” adlı eserim Dorlion Yayınları etiketiyle yayımlandı ve kitap hakkında kısaca şunları söyleyebilirim: Eserin yazınsal türü “Sessiz Yokuş” adlı eserimin aksine şiir temalı değildir; daha çok öykü tarzındadır. Okuyucular da fark edecektir ki bu iki kitap, birbirlerini açıklayıcı olabiliyor. “İlk Aralık” öz ve akıcı bir tarza sahiptir ve konsepti “devamlılık” arz ediyor. Bundan kastım şu; var ettiğim konseptler, kitap ismi olması dışında tarihsel ve kültürel yaşamımın da önemli bir parçası oluyor. Kitap ise bunu sanatsal kılıp billurlaştırıyor ve okuyucu ile tarihe tevdi ediyor. Kuşku yok ki imgeler hakkında söylenecek söz son bulacak gibi durmuyor. “İlk Aralık” ile ilk eserim “Sessiz Yokuş” da böyle bir yapıya sahip oluyor.

Son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersiniz?

Öncelikle size, gazetenize ve okurlara teşekkür etmek isterim. Yeni Çağrı Gazetesi’ne ve emektarlarına başarılar diliyorum. Okurların kültür, sanat veya yazın dünyasına değer veren basını veya medyayı öncelemeleri gerekiyor. Kültürel birikimin diğer bir aracı, basın veya medyadır. Toplum olmak, kültürel birikimle sağlanır.

Gazeteniz okurlarının ve yazın severlerin “Sessiz Yokuş” eserine olan ilgileri, yazın ve toplumsal yaşamımızın geleceğine katkı sunacaktır. “Sessiz Yokuş” eser olarak durduğu yerde mesajını vermeyi her daim sürdürecektir, benim için bir temsil veya sembol olabilmiştir ve hem okurlar hem de yazın dünyası için öyle olacağını ister ve buna inanç duyarım, dahası öngörebilirim. 

“Sessiz Yokuş” mesajıyla hak ettiği yere varırsa toplumsal hedeflerimizi gerekli ön koşullarla var edebileceğimiz bir düzeye gelmek mümkün olabilecektir.

Tekrar teşekkürler…