İnsanları mesut edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak insanlıktan uzak ve son derece üzünülecek bir sistemdir. İnsanları mesut edecek yegâne vasıta, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir. (Gazi Mustafa Kemal Atatürk-1931)

Bulunduğumuz coğrafyada sahip olduğumuz potansiyel güç ile bir dünya devleti olma yolunda ilerlemesi gereken ülkemiz, dünyayı yapılandırmaya çalışan küresel güçlerin doğrudan saldırı hedefidir..

İsrail’in Gazze saldırıları devam ederken yeni yılın ilk gününde Galata Köprüsünde AKP'ye yakın dernek ve vakıfların oluşturduğu Milli İrade Platformu tarafından "Şehitlerimize Rahmet, Filistin'e Destek, İsrail'e Lanet" mitingi düzenlendi. Yürüyüşe, AKP’li bakanlar, millet vekilleri, İlçe belediye başkanları katıldı.. Mitingte her türlü camaat ve tarikat kendi kıyafetleri ve ellerinde taşıdıkları arapça pankartlarla katıldılar. İsrail’e Lanet mitingi adeta şeriat ve hilafet yanlısı kitlelerin gövde gösterisine dönüştü. İsrailin yaptığı zulümler anlatılacağına Türkiye’yi İslamlaştırma ve Türk Milletini ümmetleştirme isteklerinin açıkça sergilendiği bir ortam meydana getirildi.

Muhalefet doğal olarak bu yasa dışı dini söylem ve gösterilere sert tepki gösterdi. Çünkü görülen manzara geçen 22 yıllık süreç içinde ümmetleşme yolunda önemli mesafeler katedildiği şeklinde idi. Bir bakıma Atatürkçü ve laik kesimlere gözdağı verilmek isteniyor gibiydi.

Türkiye üzerinde çıkarı olan küresel güçler ülkemizde ulus devleti sahiplenen laik, milliyetçi ve Atatürkçü Türk milleti istemezler. Bunun yerine kolayca kullanıp, istedikleri gibi yönetebilecekleri cahil, dini telkinlerle kanan, kolay kandırılacak temelsiz kalabalıklar yaratmayı arzu ederler. Bu konudaki çalışmaları tam 100 yıldır inatla sürdürülmektedir.

Ümmet bir dine mensubiyeti belirtir. İçinde millet ve milletleşme yoktur. Ve ümmet fikri geçicidir. İstenildiği o ümmet terk edilerek başka bir ümmete geçilebilir. Millet kavramı yoktur. Ümmet içindeki çatışmaları körüklemek ve birbirileri ile mücadele etmelerini sağlamak çok kolaydır.

Oysa millet ve milliyet kavramı değişmez. Binlerce yıllık bir köke ve kültüre sahip insanlar milleti meydana getirirler. Ümmetinizi değiştirebilir ama milletinizi asla değiştiremezsiniz. Türk daima Türktür. Alman daima Almandır. İşte bu iki temel kavram küresel güç odaklarının elinde çok titiz bir şekilde kullanılarak köklü milletleri kolayca parçalanmak üzere ümmet haline dönüştürme yoluna gidilmektedir.

Son Gazze Mitingi ümmetleşme çalışmalarının geldiği seviyenin sergilendiği bir gövde gösterisine dönüşmüştür. Ümmetleşme 1500 yıllık bir geçmişe, Türk milletleşmesi ise on binlerce yıllık köklü bir geçmişe sahiptir. Türklerin topyekün ümmetleştirilmesi ise asla mümkün değildir.

Şunu çok iyi bilmek zorundayız. Dünyanın jeopolitik merkezindeki Ortadoğu bölgesinde güçlü bir Türkiye istemeyen dünya devleri, ülkemizi istediklerini her fırsatta elde edebilecekleri derecede zayıf bir düzeyde tutmak için büyük gayret göstermektedir. Burada izlenen temel politika; “Türkiye Cumhuriyeti Devletinin büyüdükçe budanan, kurudukça sulanan bir fidan” misali kendilerince belirlenen ölçüler içinde tutulmasıdır.

Şunu bilelim ki; hasımlarımız bizi iyi tanımaktadır. Bu yüzden güçlü Türk ordusu ile karşılaşma riskine girmeden bize karşı içeriden ve yine bizim insanlarımız tarafından zayıflatılması usulünü kullanmaktadır. İşte bunun adı Psikolojik Savaştır. Bu savaş Cumhuriyetin kurulduğundan beri Türk halkı üzerinde durmaksızın sürdürülmektedir. Milletimiz halen bu sinsi ve çok tesirli savaşın etkisi alanındadır. Bu savaşla mücadele edebilmek; yine ayni usul ve sistemler kullanılarak tek elden bilinçli ve programlı olarak yapılan “Karşı Psikolojik Savaş” ile mümkündür. Bunun için bilgilenme ve bilinçlenme şarttır.

Bilindiği gibi II’nci Dünya Harbinin sonunu getiren 20 Kilotonluk iki Atom bombasının Hiroşima ve Nagazaki’ye atılmaları sonucunda o güne kadar kendini Doğu Asya’nın yenilmez gücü olarak gören Japonya kayıtsız şartsız teslim oldu. Çünkü Atom’un silah olarak kullanılması ile yüz binlerce insanın bir anda yok edilişi, şehirlerin adeta toz haline getirilişi o güne kadar görülmemişti. İşte bu bilinmeyen yepyeni güçlü asimetrik silah Japonya için savaşın sonunu getirdi.

Atomun yıkım gücünü gören ABD ve SSCB hemen yeni nükleer silahların seri imalatına başladılar. 2.Dünya harbini müteakip başlayan ve 1991’de komünizmle beraber SSCB’nin yıkılmasına kadar devam eden “Soğuk Savaş” olarak nitelendirdiğimiz iki kutuplu dünyada ABD ve SSCB kontrolünde giderek sayıları ve güçleri artan nükleer silahlar müthiş bir silah dengesi meydana getirdi.

Japonya’ya atılan bombanın binlerce kat fazla gücü olan nükleer silahlar imal edildi. Bu silah sistemleri her an kullanılmaya hazır bir durumda birbirlerinin stratejik hedeflerine karşı kullanılmak üzere dünyanın muhtelif yerlerine depolandı. NBC (Nükleer + Biyolojik + Kimyasal) silahlarının sayısındaki artış devam ederken teknolojik gelişmelerle birlikte HİDROJEN ve NÖTRON Bombaları geliştirildi. Tarafların elindeki stoklar ve yıkım gücü bu yeni silahlarla birlikte matematiksel olarak arttı.

Her iki taraf elindeki bu güç artık kontrol edilemez boyutlara ulaşınca bu defa araya kırmızı telefonlar girdi. Ve sonunda taraflar arasında “Nükleer Silahların Sınırlandırılması çalışmaları başladı. Fakat bu iş sanıldığı kadar kolay değildi. Çünkü bu silahlar tamamen imha edilemiyordu.

Nükleer güç dengesi oluşunca nükleer silahları elinde bulunduran güçler, Konvansiyonel Silahlar dediğimiz parça tesirli olup, nükleer kabiliyetleri bulunmayan silahları geliştirmeğe yöneldiler. Konvansiyonel silahların menzilleri ile yıkım güçleri arttırıldı. Helikopterler devreye girdi. Bir müddet sonra konvansiyonel silahlarda da bir çeşit dengeye ulaşıldı.

Oluşan silah gücü dengesi muhtemel bir üçüncü dünya harbi için caydırıcı oldu. Çünkü taraflar artık birbiri ile doğrudan topyekûn silahlı bir çatışmayı göze alamıyorlardı. Ama çıkar çatışmaları da hiç bitmiyordu. Bu durumda tarafların birbirlerine istediklerini kabul ettirebilmeleri ve hasımları üzerinde yaptırım uygulayabilmeleri için yeni metotlar ve yeni savaş usulleri arandı.

Sonunda aranan silah bulundu. Bu silah “PROPAGANDA” idi. Bu savaşın adı da “PSİKOLOJİK SAVAŞ” olarak adlandırılıyordu. Aslında bu çok etkili ve endirekt olarak hedefe giderek başarılı sonuçlar alınması kaçınılmaz olan savaş şekli yeni ve bilinmeyen değildi. Dünyanın en eski savaş metotlarından biri olan “Psikolojik Savaş” insanlık tarihinin en eski devirlerinden beri kullanılıyordu ve hedefi doğrudan insan beyinleri idi.

“Kaleyi içeriden fethetmek” şeklinde ifade edebileceğimiz bu savaş kitle iletişim araçlarındaki baş döndürücü gelişmeye paralel olarak etkisi giderek artan bir şekilde tüm dünyada yaygın biçimde kullanılmaya başlandı. Artık sınırların güçlü ordularla geçilerek, ve uçaklar kullanılarak her tarafın yakılıp yıkılmasını gerektiren savaşlar geride kalacaktı.

Bu durumda herhangi bir ülke üzerinde milli çıkarı olan güçler; kendi ordularını kullanmadan hedef ülke insanının birbirleri ile olan çatışma noktalarını körükleyecekti. Sonunda, ülkede birbirini yiyen küçük gruplar yaratacak, tarafları birbirlerine karşı destekleyecek, birbirleri ile çatışmaktan harap olmuş ve yıkım haline dönüşmüş ülkede kendilerine müzahir kişileri yönetime taşıyacak ve bu şekilde hasım ülke kaynaklarını kendi milli menfaatleri doğrultusunda kullanacaklardı.

Türkiye üzerinde çıkarı olan devletler ve küresel organizasyonlar vasıtasıyla ülkemiz ve insanımız son 50 yılda bu savaşın tüm safhalarını yaşamış bütün acılarını tatmıştır. Anarşi ve terör ortamı hiç bitmemiştir. Ülkemiz topraklarında tek yabancı askeri üniforma görülmemesine rağmen ülkemizde bin yıldır birbirleri ile kardeş gibi yaşayan insanlarımız arasına sokulan nifak tohumları ile kitleler birbirine düşman edilmiştir. Üretim durmuş, işyerleri kapanmış, duran ekonomiyi desteklemek üzere bol miktarda dış borç alınmış ve ekonomi çökertilmiştir. İnsanlarımızın beyinleri sürdürülen planlı ve programlı yıkıcı propagandanın bütün saldırılarına karşı korumasız bırakılmıştır. Sonunda 600 yıl dünyaya hükmetmiş olan Türk milleti kendi kendini yönetemez hale getirilmiştir.

Son elli yıl medyasından takip edersek nereden nereye geldiğimizi, bizi biz yapan milli kültür değerlerimizin dilimiz, dinimiz, tarihimiz başta olmak üzere nasıl dejenere edilip yozlaştırıldığını görebiliriz.

Özetleyecek olursak; dünyayı yeniden yapılandırmak için proje üretip bunları birbiri ardından yürürlüğe sokan küresel güçler halen konuşlandığımız enerji kaynaklarını kontrol eden bu önemli coğrafyada bizim gibi potansiyele sahip güçlü bir ülke istememektedir.

Emperyalist güçler; geçmişte üniformalı askerleri ile ülkemizi işgale geldiklerinde bu milletin ne yaptığını, nasıl tek yumruk haline gelip yoktan var olduğunu geçmişte bizzat denediklerinden gayet iyi bilmektedirler. İşte bu yüzden düşmanlarımız bugün psikolojik savaş metotlarını kullanarak hedeflerine adım adım yaklaşmaktadırlar.

Bugün küresel güçler kendi milli hedefleri doğrultusunda önemli kazanımlar elde etmişler, savunmamızı kırmışlar, içeride kendilerine yeterli destek ve yandaş bulmuşlardır. Bu saldırı her alanda tam teslimiyetimize kadar devam edecektir. Halkımızın bu savaşın doğrudan hedefi olduğunu iyi bilmesi, gündemdeki sanal olayları mantığını kullanıp iyi değerlendirmesi ve küresel oyunlara alet olmaması gerekmektedir.

İçeride ve dışarıda milletimizin geleceğini karartmaya ve bizi birbirimize düşürmeye çalışan küresel güç odaklarının Türk toplumunu birbirine düşman kamplar haline getirme faaliyetlerinden asla taviz vermeyecekleri açıkça görülmektedir. MİLLET ve ÜMMET çatışması yaratmak için yaptıkları çalışmalara hızla devam eden küresel güç odaklarına karşı mücadele etmenin en etkin yolu geçmiş tecrübelerin ışığında aklımızı ve sağduyumuzu kullanmaktır.

Bu maksatla günümüzün en etkili gücü olan doğru bilgiye ulaşıp ona egemen olmamız, bilgiyi değerlendirip yeni bilgilere ulaşmamız, yani kendimizi çok iyi yetiştirmemiz gerekmektedir. Kendimizi Türk Milli Kültür değerleri ışığında yetiştirip milli niteliklerle karakterimizi teçhiz etmeliyiz. Yani milli bilinçle güçlenmeliyiz..

Bizim için tek çıkar yol olan “Atatürkçü Düşünce Sistemi”ni ve bu düşüncenin özünü teşkil eden aklın ve bilimin egemenliğini ülkemizde hakim kılmalıyız. Bu kavramı benimsemeli ve bir yaşam metodu haline getirerek her alanda uygulamalıyız.

İşte o zaman Ümmet olmak değil, Millet olarak kalmakta kararlı olduğumuzu tüm dünyaya ispat edebiliriz.