Kemal Sadık Gökçeli, Yaşar Kemal, Osmaniye’nin Hemite (Gökçeadam) köyünde doğdu. 12 yaşına kadar konuşamamıştı. Çünkü babasının saldırı

Kemal Sadık Gökçeli, Yaşar Kemal, Osmaniye’nin Hemite (Gökçeadam) köyünde doğdu. 12 yaşına kadar konuşamamıştı.

Çünkü babasının saldırıya uğradığı gece - o da yazarın dört buçuk beş yaşlarına tekabül ediyor - böyle olmuş, tutulup kalmıştı.

Babası Sadık Efendi’yi camide bıçaklamışlardı.

Sadık Efendi “Allah'ın evine silahla girilmez,” diye düşünerek boş bulununca, hasmı acımadan soğuk bıçağı vurmuştu.

Küçük Yaşar, o gece sabaha kadar “Yüreğim yanıyor,” diye ağlamıştı; gölgesiz, şemsiyesiz, dağsız kalmıştı.

O dakikadan sonra, babasını kaybetmiş bir çocuk için, hayatın ne denli zor, mecburi serazat ve özlemli olacağını biliyordu.

Babasını vurdukları kara günün ertesi sabahında artık kekemeydi.

O günden sonra Yaşar Kemal, Türkmen bir köyde Kürt kökenli ailenin bir ferdi olarak, saz çalmasını, âşık olup atışmasını istemeyen annesiyle birlikte yaşamaya, ayakta kalmaya çalışmıştı.

Yetişme çağına geldikten ve tuz torbası başına geçtikten sonra Adana’ya gitme kararı almıştı Yaşar Kemal… Adana Çukurova’nın merkeziydi.

Adana'da arzuhalcilik, köy öğretmenliği yapmıştı. Pamuk Üretme Çiftlikleri’nde ırgat kâtipliği, Zirai Mücadele’de ırgatbaşılığı, pamuk tarlalarında, patoslarda ırgatlık, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük işlerini yürütmüştü. 

Tüm bu girip çıktığı işlerden ileride, romanlarında kullanacağı malzemeler, hayatlar devşiriyor ve Abidin ve Güzin Dino gibi ona sanat hayatında çok yardımcı olacak değerli, yüksek insanlarla tanışıyordu.

Ardından kader onu Türkiye'nin merkezine, İstanbul'a sürüklemişti. İstanbul’a geldiği zaman da her türlü işi yapmıştı.

Hiçbir şey göründüğü kadar kolay ve romantik olmamıştı, çok zorluk çekmiş, köprü altlarında yatmıştı.

Sonra şansı yaver gitmiş, Cumhuriyet Gazetesi’nde işe başlamıştı. Çok çalışkandı, genç bir muhabir olarak bir yerlere araştırmaya, soruşturmaya gidiyor; bilgi topluyor, insanlarla konuşuyor, röportaj yapıyordu.

Ödemiş'in köylerinde Çakırcalı Mehmet Efe'nin izini sürmüş ve sonraki zamanlarda bu adla bir kitap da yayınlamıştı. Üstelik İnce Memed romanını da bu Ödemiş ve havalisinde gezerken kafaya koymuştu.

İlk hikâye kitabı Sarı Sıcak’tı. İnce Memed 1955 yılında yayınlandı. Bu roman çok gürültü kopardı. Ardından başkaları geldi.

Yaşar Kemal’in kitapları Avrupa’da, bilhassa Fransa’da büyük ilgi gördü. İnce Memed 25 dile çevrildi.

Yaşar Kemal, “Bir yazarın insan haklarına saygılı olması lazımdır,” der. Sonra da ekler.

“Bir yazar insan haklarını önemsemiyorsa, bırak yazarı, insan bile olamaz o.”

Yerinden yurdundan, doğup büyüdüğü topraklardan ayrılırken insanın yaşadıklarını “Kanatan bir acı yaşar insan toprağından ayrılırken,” diye tarif eder.

Evet, Yaşar Kemal büyük bir insandır, kavga adamıdır. Her daim sokakta, hikâyeler peşindedir. Her insandan bir şey öğrenir, balıkçılarla konuşur, hep halkın, bitkilerin ve hayvanların arasındadır.

Sadece roman yazmak için eve girer, akşam dokuzda yatar sabah yedide kalkar ve yazının başına oturur. Roman yazdığı zamanlar içki de sigara da içmez. Böyle bir disiplin hâkimdir hayatına.

Zülfü Livaneli, “Yaşar Kemal kadar toplumun her kesimiyle kısa sürede bağ kurup anlaşabilen çok az insan gördüm!” diye anlatır.

Yaşar Kemal öldükten sonra ben, bir yalnızlık hissi ve tutanı kapanı olmayanlara özgü o çaresizliği yaşadım.

İçimden bir ses, “Dünya böyle, yüzüne baktığında yaşamı ve yaşamayı gördüğün insanlardan giderek azalıyor,” diyordu. İçimden gelen sese hak verdiğimi söylemeliyim.