Kökeni Arapça “kalb” (dönmek, dönüşmek) fiiline dayanan inkılap, bir halden başka bir hale geçişi, yani bir dönüşümü ifade eder. Dilimize Fransızcadan geçen “revolution” kavramının karşılığı olarak kullanılan inkılap, yalnızca bir sistemin değil, bir bilincin, bir yönün ve bir yaşam biçiminin değişimidir. Ve bu değişim, öylesine radikal, öylesine köklüdür ki; eskinin yerine gelen yeninin, eskiden hiçbir iz taşımaması gerekir.

Ziya Gökalp bu gerçeği yıllar önce şu sözlerle dile getirmiştir:
“İnkılap, bir toplumda yavaş yavaş hareket eden bilinçsiz gelişimin, birdenbire ve bir hamle ile bilinçli hale gelmesinden başka bir şey değildir.”
Bu, sadece bir tanım değildir; aynı zamanda bir çağrıdır. Bugün de aynı çağrıya kulak verme zamanıdır.

Çünkü millet olarak, toplumsal bir çöküşün eşiğinde duruyoruz. Kültürel yozlaşma, ekonomik daralma, sosyal ilişkilerdeki çözülme; toplumumuzun bilincini adeta felç etmiştir. İnsanlar artık düşünmeyi değil, unutmayı; üretmeyi değil, tüketmeyi öğrenmiş durumdadır. Tam da bu yüzden, inkılabın yeniden anlam kazanması gerekir. Çünkü devrim, böylesi karanlık zamanlarda ışığa tutunmaktır.

Tarihe baktığımızda, Türk milletinin defalarca küllerinden doğduğunu görürüz. Ve her doğuşun merkezinde bir inkılap vardır. En büyük devrimlerden biri ise hiç şüphesiz ki Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde kurulan Cumhuriyet sistemidir. Ancak bu inkılap, yalnızca siyasi bir değişim değildi. Aynı zamanda aklın, bilimin ve çağdaşlığın temellerinin atıldığı büyük bir zihinsel dönüşümdü.

Atatürk, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” derken yalnızca bir ilke değil, bir yaşam felsefesi öneriyordu. Onun için bilim, yalnızca teknik bir gelişme değil, milletin ruhunu ayağa kaldıracak yegâne güçtü.
Ve bu yüzden Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan kurumlar –Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Köy Enstitüleri, Darülfünun’un yenilenmesi– sadece eğitim reformu değil, aynı zamanda bir zihniyet devrimiydi.

Bugün, bu büyük mirası taşıyan bizlerin önünde yeni bir çağ şekilleniyor. Teknolojinin baş döndürücü hızla ilerlediği, yapay zekânın insan yaşamını dönüştürdüğü bir çağ… Bu çağda, Türkiye’nin yeniden öncü olması, sadece geçmişine övünmekle değil, Atatürk’ün vasiyetini bilimin ışığında yeniden canlandırmakla mümkün olacaktır.

Yeni inkılap, belki de cephelerde değil; laboratuvarlarda, araştırma merkezlerinde, üniversite kürsülerinde, yazılım atölyelerinde kazanılacak.
Ancak bunun için önce zihinsel bir devrim şart. Bilimi sadece okullarda okutulan bir ders olmaktan çıkarıp, toplumsal bir yaşama biçimi haline getirmemiz gerekiyor.

Atatürk, en zor koşullarda bile “muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmayı” hedef olarak koymuştu. Bizler ise yüz yıl sonra bu hedefi güncelleyip, “yeni çağları bilimle inşa eden Türkiye” olma sorumluluğunu taşıyoruz.

Bu sorumluluğu yerine getirmek için önce silkelenmeli, geçmişin puslu sisinden sıyrılmalı, yeni bir inkılap için aklımızı yeniden diriltmeliyiz. Çünkü her yeni çağ, cesur bir devrimle başlar.
Ve Türkiye’nin yeni devrimi, Atatürk’ün izinde, ama kendi zamanının gerçeğiyle, bilimle yazılacaktır.