Donald Trump, 5 Kasım 2024'te yapılan seçimleri kazanarak Amerika Birleşik Devletleri'nin 47. Başkanı seçilmiştir. Kongre, seçim sonuçlarını 6 Ocak 2025 tarihinde resmen onayladı, bu onayın ardından, 20 Ocak 2025'te yemin ederek Beyaz Saray'daki görevine resmen başlayacaktır. Daha göreve başlamadan aba altından sopa gösterme tarzı açıklamalarıyla dikkatleri çekmektedir. Donald Trump’ın başkanlık döneminde Grönland’ı satın alma girişimi, Kanada ve Panama’ya dair yayılmacı imalar, dünya siyasetinde alışılmadık bir diplomasi anlayışının ürünüdür. Bu tutum, uluslararası hukuk, etik değerler ve milli hassasiyetler açısından tartışmalı bir tablo çizerken, komedi unsurlarıyla da doludur. Ama konu ABD ve aktör Trump olunca yayılma ve sömürme lafları çok yabancı değil. Şımarıklık bu tarz politikalarının ruhudur zaten.

Grönland Kuzey Kutbu’nda jeopolitik rekabette kritik bir role sahip ve coğrafi olarak Kuzey Amerika’ya yakın olmasına rağmen, siyasi ve tarihi bağları Avrupa ile güçlü bir şekilde bağlantılıdır. 1261 yılında Norveç Krallığı’nın bir parçası olan ada, 1814 yılında Norveç ile Danimarka arasındaki ayrışma sonucu Danimarka’ya bağlanmıştır. 1953 yılında Grönland, Danimarka Krallığı’nın bir bölgesi olarak resmen kabul edilmiştir. Ancak 1979 yılında kendi kendini yönetme hakkı kazanmış ve 2009 yılında bu hakları genişletilmiştir. Bugün, Grönland geniş özerkliğe sahiptir, ancak dış politika ve savunma gibi alanlarda Danimarka ile koordinasyon halindedir. Dünya çapında stratejik öneme sahip olan uranyum yataklarına sahiptir. ABD’nin iştahını da arttıran Uranyum, hem enerji üretiminde hem de savunma sanayinde kullanılmaktadır. Özellikle Kvanefjeld bölgesinde önemli miktarda uranyum bulunmaktadır. Kuzey Kutbu çevresinde bulunan doğal gaz ve petrol rezervleri, Grönland’ı enerji kaynakları açısından cazip bir bölge haline getirmektedir. ABD Jeoloji Araştırmaları'na (USGS) göre, Kuzey Kutbu’ndaki petrol rezervlerinin %13’ü ve doğal gaz rezervlerinin %30’u Grönland çevresinde bulunmaktadır. Adamlar zaten Trump gelmeden kapsamlı araştırmalarını tamamlamışlar, iş sadece üzerinde karar kılınmış bir sözcünün konuyu dillendirmesine bırakılmıştır. Elektrikli araçlar, yenilenebilir enerji teknolojileri ve elektronik cihazlar için kritik öneme sahip olan nadir toprak elementleri, adada bol miktarda bulunmaktadır. Ne hikmetse; Bu elementler, Çin’in küresel üretimindeki hâkimiyetini dengelemek için stratejik bir fırsat sunmaktadır. Grönland, temiz su kaynakları ve zengin balıkçılık alanlarıyla da dikkat çekmektedir. Bu kaynaklar, hem bölgesel hem de küresel gıda ve su güvenliği açısından stratejik bir öneme sahiptir. Yani lafın özü hala yağmalanmamış ve talan edilmemiş nadir alanlardan biridir. İştah kabartıcıdır.

Grönland, Danimarka’nın özerk bir bölgesi olarak BM Şartı gereği kendi geleceğini belirleme hakkına sahiptir. Trump’ın Grönland’ı satın alma fikri, yalnızca egemen bir bölgeyi ticari bir meta gibi değerlendirdiği için değil, aynı zamanda uluslararası hukukun temel prensiplerini görmezden geldiği için de eleştirilmeye mahkûmdur. BM Şartı’na göre, bir devletin toprakları ancak o ülkenin açık rızasıyla el değiştirebilir. Ancak Trump’ın yaklaşımı, “Bana satmazsanız zorla alırım” mantığına yakın; bu da 21. yüzyılda pek çok ülke için kabul edilemez bir tehdittir. Ama bu tutumlarıyla ünlü ve yayılmacı vampir devletlerin ortak hareket noktası ‘’ya seve seve ya da zorla’’ alırım mantığıdır.

Tarihsel olarak ABD, Louisiana ve Alaska gibi büyük toprak alımları gerçekleştirmiştir. Ancak bu tür anlaşmalar, genellikle karşılıklı müzakereler ve zamanın normlarına uygun şekilde yapılmıştır. Trump ise bu geleneksel yöntemi bir kenara bırakıp, Grönland halkının görüşlerini dahi dikkate almadan hareket edeceğini ima etmektedir. Ne de olsa işadamı, ticaretten iyi anlıyor. Trump, Grönland’ı satın alma teklifini açıklarken, “Grönland halkı ABD’nin yönetimi altında daha iyi bir hayat sürebilir” gibi   ifadeler kullanmıştır. Aslında hem ticaret hem de ziyaret içeren bu tür açıklamalar, yalnızca Grönland halkının kültürel ve siyasi özerkliğini küçümsemekle kalmaz, aynı zamanda etik açıdan da problematiktir. Grönland’a ait zengin doğal kaynaklarının ABD çıkarlarına uygun şekilde kullanılmak istenmesi, modern zamanların sömürgeci zihniyetini yansıtır. Bu gerçekleşirse, uluslararası arenada bir “modern sömürgecilik” tartışması başlayabilir ve ABD’nin olmayan imajı daha da ciddi zarar görebilir. Gerçi bu imaj sorununu zaten bir, iki Hollywood tarzı film ile anında toparlarlar. Grönland halkını kurtaran kahramanlar adaya Freedom (Özgürlük) getirdi. Kutup baharı derler, Arap baharını örnek bile gösterirler. ABD’nin Grönland talebinin gerekçeleri tabii ki tamamen duygusal sebeplere dayanmaktadır. Özetle bu duygusal gerekçeler arasında yatan gerçekler;

Grönland’ın doğal kaynaklarının ABD ekonomisine milyarlarca dolar katkı sağlar.

Petrol, doğal gaz ve nadir toprak elementleri gibi kaynaklar, ABD’nin enerji ve teknoloji sektörlerindeki bağımlılığını azaltır. Grönland, coğrafi konumu nedeniyle de, ABD’nin Arktik bölgedeki askeri ve ekonomik etkinliğini artırma potansiyeline sahiptir. Ada, ABD’nin Kuzey Kutbu’ndaki rakipleri olan Rusya ve Çin’e karşı bir denge unsuru olarak çok değerlidir. Grönland, Thule Hava Üssü’ne ev sahipliği yapmaktadır. Bu üs, ABD’nin füze savunma sistemlerinde kritik bir rol oynamaktadır. Grönland’ın kontrol altına alınması, ABD’nin savunma kapasitesini artırır. Sadece bu gerekçeler bile ABD açısından bölgeye özgürlük götürme ve ADA Diktatörünü (!) devirmeye yönelik ne kadar haklı gerekçeler değil mi?  Bu özgürlük çabası mutlaka dünyada ufak tefek de olsa tepkilere sebep olacaktır.

Rusya, Çin ve Danimarka’nın Olası Tepkileri

Danimarka, Grönland’ın egemenliği üzerindeki haklarını koruma konusunda son derece kararlıdır. Trump’ın bu talebi, Danimarka’nın ulusal egemenliğine doğrudan bir tehdit olarak algılanacaktır. Danimarka hükümeti, bu öneriyi kesin bir dille reddetmiş ve Grönland’ın satılık olmadığını vurgulamıştır. Ayrıca, Danimarka halkı ve Grönland’daki yerel yönetimler de bu fikre güçlü bir şekilde karşı çıkacaktır.

Rusya, Kuzey Kutbu’nda artan Amerikan etkisine şiddetle karşı çıkacaktır. Rusya, Arktik bölgedeki hâkimiyetini artırmaya çalışırken, Grönland’ın ABD tarafından kontrol edilmesi, Moskova’nın stratejik çıkarlarını tehlikeye atacaktır. Rusya, diplomatik yollarla bu girişime karşı çıkabilir ve Kuzey Kutbu’ndaki askeri varlığını artırabilir. Ancak Ukrayna ile halen savaşta olan Rusya askeri gücünün neredeyse %20’sine yakınını kaybetmiş ve savaş ekonomisine geçmiştir.

Çin, Grönland’ın doğal kaynaklarına olan ilgisini açıkça dile getirmiştir. Çinli şirketler, Grönland’da madencilik faaliyetlerine yatırım yapmaktadır. ABD’nin Grönland’ı kontrol etmesi, Çin’in bu yatırımlarını riske atacak ve Çin’in enerji ve nadir toprak elementleri tedarikini sınırlayacaktır. Bu durum, Pekin’in ABD ile olan ekonomik ve stratejik rekabetini kesinlikle daha da şiddetlendirecektir.

Kısaca; ABD’nin Grönland talebi, uluslararası hukukun ihlali olarak değerlendirilecektir. Birleşmiş Milletler Şartı’na göre, ülkelerin toprak bütünlüğü korunmalıdır. Bu nedenle, Trump’ın önerisi, uluslararası toplumda geniş bir tepkiyle karşılanacaktır. Avrupa Birliği ve NATO gibi müttefikler, ABD’nin bu girişimine mesafeli yaklaşabilir. Grönland’ın ABD kontrolüne geçmesi, enerji piyasalarında büyük bir değişime yol açabilir. Ancak, bu durum, Çin ve Rusya gibi büyük ekonomilerin ABD’ye karşı yaptırımlar uygulamasına neden olabilir. Bu da küresel ticaret dengelerini olumsuz yönde etkileyebilir. Grönland halkı, ABD’nin bu talebine şiddetle karşı çıkacaktır. Grönland’daki yerel yönetimler ve Danimarka hükümeti, bu girişime karşı direnç gösterecektir. Bu durum, ABD’nin uluslararası imajını olumsuz etkileyebilir ve ABD karşıtı hareketleri güçlendirebilir.

Bu Fikrin Olasılığı ve Uygulanabilirliği

Trump’ın Grönland’ı ABD’ye dahil etme talebi, uluslararası sistemin mevcut yapısı göz önüne alındığında düşük bir olasılığa sahiptir. Grönland halkı, kendi kendini yönetme hakkını kaybetmeyi kabul etmeyecek ve Danimarka hükümeti, bu tür bir girişimi engellemek için uluslararası destek arayacaktır. Ayrıca, Rusya ve Çin gibi büyük güçlerin tepkileri, bu girişimi daha da zorlaştıracaktır. Donald Trump’ın Grönland’ı ABD’nin kontrolüne alma talebi, ekonomik, stratejik ve güvenlik açısından cazip görünse de, uluslararası hukuk, siyasi egemenlik ve küresel dengeler açısından uygulanabilir değildir. Bu öneri, yalnızca bir spekülasyon olarak kalmış ve pratikte hayata geçme ihtimali oldukça düşüktür. Grönland, jeopolitik önemi ve doğal kaynaklarıyla uluslararası rekabetin merkezinde yer almaya devam edecektir. Ancak, bu tür girişimler, bölgesel istikrarı bozma riski taşıdığından, dikkatle değerlendirilmelidir. Grönland’ın ABD’nin kontrolüne geçmesi, Arktik bölgesindeki güç dengesini kökten değiştirir. ABD’nin bu bölgedeki etkisi artarken, Rusya ve Çin’in stratejik hedefleri tehdit altına girecektir. Bu durum, Kuzey Kutbu’ndaki askeri rekabeti daha da artırabilir ve uluslararası güvenliği tehlikeye atabilir.

Sadece istek ve arzuları Grönland ile sınırlı olmayan emlak zengini müstakbel başkan Kanada ve Panama’ya da göz dikerek Kuzey ve Güney Amerika’nın yeniden şekillenmesini hedeflemektedir.

Trump’ın Kanada’ya yönelik söylemleri, bir başkanın diplomatik sınırlarını zorladığı başka bir örnektir. Kanada, BM Şartı gereği tam bağımsız bir devlet olup, toprak bütünlüğü konusunda hassasiyet gösteren bir ülkedir. Ancak Trump’ın Kanada’ya olan ilgisi, “zengin doğal kaynaklara sahip bir kardeş ülke” yaklaşımıyla sınırlı kalmamış, bu ülkenin bağımsızlık değerlerine dahi meydan okur hale gelmiştir. “Kanada, ABD’nin daha büyük bir eyaleti olabilir” tarzındaki ima, Kanada halkı arasında yalnızca alay konusu değil, aynı zamanda bir öfke kaynağı olmuştur. Kanada, demokratik standartları yüksek bir ülke olarak bilinir. Ancak Trump’ın Kanada’yı ekonomik ve siyasi çıkarları için bir “araç” gibi değerlendirmesi, etik değerler açısından rahatsız edici bir durumdur. Kanadalıların “ABD’nin bir parçası olmayı” asla kabul etmeyeceği açıktır. Trump’ın bu tür söylemleri, yalnızca Kanada halkını değil, ABD’nin diğer müttefiklerini de tedirgin eder.

Panama ise, tarihsel olarak ABD’nin müdahaleleriyle mücadele etmek zorunda kalmış bir ülkedir. Trump’ın olası bir yayılmacı politikası, Panama halkı için yeni bir bağımsızlık mücadelesi anlamına gelir. Bu, yalnızca etik değerlerle değil, aynı zamanda Latin Amerika’nın onur ve bağımsızlık mücadelesiyle de çelişir. Trump’ın bu bölgeye yönelik olası yayılmacı niyetleri, yalnızca Panama’nın bağımsızlığını tehdit etmekle kalmaz, aynı zamanda Latin Amerika genelinde anti-Amerikan duygularını da artırır. Bu durum, ABD’nin kıtadaki etkisini zayıflatabilir ve bölgesel iş birliğini baltalayabilir. Panama Kanalı, ABD’nin stratejik ve ekonomik çıkarları için kritik bir öneme sahiptir görüşünü savunmak yeni bir sömürgecilik kapısı daha açmak için kapitalist ve faşizan söylemden başak hiçbir şey değildir. ABD halkı, genellikle ulusal sınırlarının güvenliği ve bağımsızlığı konusuna odaklanır. Ancak Trump’ın Grönland, Kanada ve Panama gibi uzak bölgelerle ilgili açıklamaları, Amerikalılar arasında dahi şaşkınlık yaratmıştır. Pek çok Amerikalı, bu planların gerçekçi olmadığını düşünmekte ve Trump’ın bu açıklamalarını bir tür “medya şovu” olarak değerlendirmektedir. Bu tür girişimlerin ekonomik maliyetleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Grönland’ın satın alınması, yalnızca Danimarka ile müzakereleri değil, aynı zamanda Grönland halkının sosyal ve ekonomik entegrasyonunu da gerektirir. Kanada ve Panama gibi ülkelerle ilgili planlar ise, ABD’nin ulusal bütçesine büyük bir yük bindirebilir ve halk arasında ciddi bir tepkiye yol açabilir. Trump’ın Grönland, Kanada ve Panama’ya yönelik yayılmacı söylemleri, yalnızca uluslararası hukuku ve etik değerleri sorgulamakla kalmaz, aynı zamanda modern diplomasi anlayışını da zorlar. Bu tür girişimler, uluslararası ilişkilerde bir tür “emlakçı diplomasisi” dönemine işaret eder. Ancak bu yaklaşım, dünya siyasetinde uzun vadeli sonuçlar doğurabilir.

Trump’ın Dünya Haritası ve Trump’ın bu yayılmacı hayalleri, uluslararası arenada pek çok mizahi yoruma neden olmuştur. Sosyal medyada “Trump’ın Grönland’ı satın aldıktan sonra ne yapacağı” üzerine yapılan esprilerden biri de Grönland’ın başkentine bir Trump Tower inşa edileceği, hatta adanın adının “TrumpLand” olarak değiştirileceğidir. Kanadalıların, “ABD’ye katılmamız için bedava sağlık hizmetimizi de mi alacaksınız?” şeklindeki esprileri, Trump’ın Kanada planlarına yönelik bir başka mizahi yaklaşımı göstermektedir. Panama halkı arasında, Trump’ın Panama Kanalı’nın yanına bir golf sahası inşa edeceği yönündeki şakalar yapılmaktadır.

Sonuç olarak, Trump’ın bu yayılmacı söylemleri, uluslararası hukukun ihlal edilmesi, etik değerlerin hiçe sayılması ve milli hassasiyetlerin göz ardı edilmesi anlamına gelir. Ancak bu durum, Trump döneminin uluslararası diplomasisine dair unutulmaz bir hikâye bırakmaktadır ve inşallah sadece anımsayınca gülümseme bırakan bir hikaye olmaktan öteye de geçemez. Aksi takdirde Dünya siyaseti satranç değil, Trump için bir Monopoly oyunu haline gelecektir.