Kudüs-i Şerif’in biz Müslümanların gönlünde çok ayrı bir yeri vardır. Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’nın ilk kıblemiz olmasının yanı sıra, Peygamber efendimizin göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü Miraç hadisesinin başlangıç noktası da Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesiyle bu bereketli, mübarek beldededir.



Hazreti Ömer, Ebû Ubeyde bin Cerrah hazretlerini İslam ordusuna başkumandan yaparak Bizans İmparatoru Heraklius’un ordularına karşı bölgeye gönderdi. Bu harekât sırasında Şam, Gazze, Nablus ve Yafa şehirleri ele geçirildi.



Rum ordusunu dağıtan Amr bin Âs Kudüs’ün teslim edilmesi için haber gönderdi. Kudüs’ün ileri gelenleri, Halife’nin bizzat gelip teminat vermesi hâlinde beldeyi teslim edeceklerini bildirdiler. Hazreti Ömer 638 yılında Medine’den Kudüs’e gelerek şehri teslim aldı.



İSLAM DEVLETLERİ HEP HİZMET ETTİLER



Kudüs Emevîlerden sonra Abbâsîler, Tolunoğulları, İhşîdîler, Fatımîler, Selçuklular, Zengîler, Eyyûbîler, Memlûklüler ve nihayet Osmanlıların hâkimiyetinde 1200 sene süreyle hep Müslümanlarda kaldı. Arada sadece 1099’da Haçlı işgaliyle elden çıktığı ve Selahaddin-i Eyyûbî tarafından 1187 senesinde tekrar fethedilene kadar süren 88 senelik bir kesinti vardır.



Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır Seferi sırasında, 1516 yılı sonunda Memlûklülerden alınan Kudüs tam 401 sene Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır. Bu dört asır, her dinden insanın refah ve huzur içinde yaşadığı mutlu bir dönem olmuştur. Osmanlılarca her zaman saygı gösterilen bu belde gerekli bütçe ayrılarak hep imar edilmiştir.



OSMANLI GİTTİ, HUZUR BİTTİ



Kudüs Osmanlı’nın son dönemlerinde, doğrudan Dahiliye Nezaretine bağlı 17.100 kilometrekare yüzölçümüne sahip müstakil bir sancak olarak merkezden tayin edilen bir “Kudüs-i Şerif mutasarrıfı” tarafından idare edilmiştir. 1917 yılında Osmanlı’nın son Kudüs idarecileri, mutasarrıf İzzet Bey, kadı Ali Kemal Efendi, Hanefî müftüsü Mehmed Kâmil Efendi, Şafiî müftüsü Şeyh Mehmed Tahir Efendi, Yafa kaymakamı İrfan Bey ve Gazze kaymakamı Muin Bey’dir.



Osmanlılar Kudüs’ten çıkıp 11 Aralık 1917’de İngilizler girince, 1200 senelik bu mübarek İslam beldesindeki dört asırlık Osmanlı huzur dönemi de sona erdi.



1917’de İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, Siyonist lider Baron Edmond de Rothschild’e yazdığı mektupta, Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasını İngiltere’nin destekleyeceğini bildirdi. Bu deklarasyona güvenen Yahudiler Filistin topraklarına süratle yerleşmeye başladılar. 1922 yılında Filistin’deki Yahudi nüfusu 83 binden 467 bine çıktı. 1947 yılına gelindiğinde bölgeyi elinde tutan İngiltere, Filistin toprakları üzerindeki çatışmaları sonlandırmak için BM’ye müracaatta bulundu. Kurulan Filistin Özel Komisyonu, Filistin’in en verimli kısımlarını oluşturan %55’lik kısmını Yahudilere, geri kalan verimsiz toprakları ve çölleri ise Araplara bırakan bir plan teklif etti. Bu arada İngiltere BM’deki oylamayı beklemeden 15 Mayıs 1948’de Filistin manda idaresinin sona ereceğini deklare etti. Bunun hemen akabinde, 14 Mayıs 1948’de Yahudiler İsrail devletinin kurulduğunu ilan ettiler.



Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak’ın giriştiği savaşta, batılı devletlerin desteğini alan İsrail’e karşı başarı sağlayamadılar. İsrail savaş sonrasında Filistin’deki toprağını %55’ten %78’e çıkardı. 1956 ve özellikle 1967’deki Arap-İsrail savaşı felaketle sonuçlandı. Mısır’ın elinde bulunan Gazze ve Sina Yarımadası da İsrail’in eline geçti. 7 Haziran 1967 günü İsrail askerleri Kudüs’e girdi. Böylece 1917 yılında Osmanlı Devleti’nin elinden çıkmış olan Kudüs bu tarihten 50 yıl sonra Yahudilerin eline geçmiş oldu.



GÜNÜMÜZDE İNGİLİZ ARKADA, ABD ÖNDE



ABD’de 4 yılda bir yapılan başkanlık seçimlerinin 3 Kasım 2020 tarihinde yapılması planlanıyor. Kendinden önceki 3 başkan gibi ikinci defa seçilmeyi kafasına koyan Başkan Trump da başkanlık seçimleri için seçim atmosferine bütün hızıyla girdi. 8 Kasım 2016’da yapılan son başkanlık seçimlerinde, rakibi Hillary Clinton’dan 3 milyona yakın daha az oy aldığı hâlde Seçiciler Kurulunda (Electoral College) 304’e 227 üstünlük sağlayarak başkan seçilen Trump bu defa işi sıkı tutuyor. Bunu Birleşmiş Milletler kararlarını hiçe sayarak işgal ettiği Filistin topraklarında, asırlardır orada yaşayan yerli Filistin halkının kanını akıtmaya devam etmesiyle bir terör devleti olduğunu her fırsatta ispatlayan İsrail’e verdiği desteği artırmasından bir kere daha anlamış olduk.



Başkan olmadan önce babası Fred Trump gibi emlak ve inşaatla uğraşan Trump, dünya çapında birçok otel, kumarhane ve golf sahası inşa etmiş. Bugün de 3,1 milyar dolarlık servetiyle dünyanın en zengin insanları arasında yer almaya devam ediyor.



Üç evliliğinden üçü erkek ikisi kız beş çocuk sahibi olan 74 yaşındaki Trump’ın kızlarından Ivanka’nın eşi Jared Kushner Yahudi olup ABD başkanı başdanışmanıdır.



“İlk Önce Amerika!” sloganıyla yürüttüğü seçim kampanyaları süresince Müslüman ve göçmen karşıtlığını öne çıkaran bir dil kullanan Trump, Yahudi lobisinin desteğini almak için İsrail’e daima yakın durmaktadır. Bu uğurda Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi Arap ülkelerini avucunda tutmakta ve yine Arap olan Filistin halkını desteklemelerine mâni olmaktadır.



TRUMP’IN 2017’DEKİ KUDÜS AÇIKLAMASI



İsrail’in her türlü hukuksuz icraatını şartsız olarak destekleyen Trump 6 Aralık 2017 günü skandal bir açıklamaya imza atmıştı. ABD’nin dünyada barışa hizmet eden değil tam aksine barışı ortadan kaldıran, savaş ve karışıklık çıkaran bir devlet hâline geldiğini ispatlayan bu açıklamanın en önemli bölümü şöyleydi:



“Kudüs’ü resmen İsrail’in başkenti olarak tanıma zamanının geldiğine karar verdim. Önceki başkanlar bunu büyük bir seçim kampanyası vaadi olarak sunmalarına rağmen sözlerine tutma konusunda başarısız oldular. Bugün ben sözümü tutuyorum. Bugün, nihayet Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğu gerçeğini kabul ediyoruz. Bu bir gerçeğin farkına varmaktan başka bir şey değildir. Yapılması gereken doğru şey de budur. Yapılması gereken bir şey. Ayrıca, Dışişleri Bakanlığına Tel Aviv’deki büyükelçiliğimizin Kudüs’e taşınması için hazırlıklara başlaması talimatını verdim.”



Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin 1980 yılında İsrail’in Doğu Kudüs’ü ilhak ederek başkent ilan etmesini geçersiz sayan 20 Ağustos 1980 tarih ve 478 sayılı kararına rağmen Trump, kendi devletinin de altında imzası olan söz konusu karara aykırı davranmıştı.



DÜNYA AYAĞA KALKMIŞTI



Başkan Trump’ın son derece sorumsuzca aldığı ve mukaddes bir ritüel icra ediyor edasıyla ilan ettiği bu karar sonrasında bütün dünyadan tepkiler gelmişti. Pek çok yerde kararı protesto eden yürüyüşler, toplantılar tertip edilmiş, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği yetkililerinin yanı sıra Papa bile kararı eleştiren açıklamalar yapmıştı. Ancak en sert tepkiyi Cumhurbaşkanı Erdoğan göstermişti. Erdoğan yaptığı açıklamalarda bu kararın kabul edilemez olduğunu ve bizim için yok hükmünde bulunduğunu sıklıkla tekrarlamıştı.



Erdoğan ayrıca İslam İşbirliği Teşkilatı Zirve Dönem Başkanı sıfatıyla üye ülke temsilcilerini, İslam Zirvesi Konferansı Olağanüstü Toplantısı için İstanbul’a davet etmişti. Zirveye, üyeliği askıya alınmış olan Suriye dışındaki 56 üye ülkeden Türkiye dâhil 22’si devlet başkanı, 4’ü başbakan seviyesinde olmak üzere 49 temsilci katılmıştı.



Olağanüstü toplantının gündemini, ABD Başkanı’nın Kudüs’ü işgalci güç İsrail’in sözde başkenti olarak tanıması ve ABD Büyükelçiliği’nin Kudüs’e taşınacağına ilişkin açıklaması sonrasındaki durumun değerlendirilmesi teşkil etmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı açılış konuşmasında özetle şunları söylemişti:



“Amerika’nın Kudüs kararı, uluslararası hukuku çiğnemenin yanında medeniyetimize de indirilmiş ağır bir darbedir. Ecdadımız, tüm ihtiyaçlarını gidermek için bu mukaddes beldeye özenle hizmet etmiş, hiçbir ayrım gözetmeden tüm şehir halkının refahını, emniyetini ve ibadet özgürlüğünü garanti altına almıştır.



İsrail bir işgal devletidir, bunun yanında İsrail aynı zamanda bir terör devletidir. İsrail’in işgal ettiği Filistinlilere ait topraklardan daha da fazlasına el koyabilmek için dünyayı oyalamasına prim verilmemelidir. İşgal edenle işgal edilen arasında tarafsız kalmak, zulme destek vermektir.”



TRUMP İSRAİL’İ DESTEKLEMEYE DEVAM EDİYOR



Ne demişler: “Güçlü olan haklıdır!” ABD de mali ve askerî gücüne güvenerek pervasızlıkta sınır tanımıyor. Dünyanın gözü önünde terör devleti İsrail’i açıkça destekliyor. Başkanlık seçimlerine aylar kala Trump 28 Ocak 2020 tarihinde bir başka skandala imza attı. Kendisine göre İsrail-Filistin anlaşmazlığını çözmek üzere “Filistin ve İsrail Halklarının Yaşamını İyileştirme Vizyonu” dediği bir “Barış Anlaşması Planı” ortaya koydu. Nasıl bir barış olacaksa söz konusu planı açıkladığı toplantıya, taraflardan sadece İsrail Başbakanı Netanyahu’yu davet etti.



Tahmin edeceğiniz gibi bu plan, Trump’ın başdanışmanı ve Yahudi damadı Kushner tarafından yönetilen bir ekip tarafından hazırlanmıştı. Filistin yetkilileri planı derhâl reddettiler. Ne yazık ki bazı Müslüman devletlerin hükûmetleri planı desteklediler hatta Trump’a teşekkür ettiler. En net tepkiyi yine Türkiye koydu. Cumhurbaşkanı Erdoğan plana şiddetle karşı çıktı.



CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN TEPKİSİ



Erdoğan’ın Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’da düzenlenen Parlamenterler Arası Kudüs Platformunun “İsrail İşgalini Sonlandıracak Etkili Bir Stratejiye Doğru” başlıklı üçüncü konferansına 9 Şubat 2020 tarihinde gönderdiği mesaj özetle şöyle:



“Dünyanın gündemine sözde ‘Yüzyılın Planı’ adıyla giren ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan eden plan, bölgede barış ve huzuru tehdit eden bir hayalden başka bir şey değildir. Bu hayalin gerçekleşmesine izin vermeyeceğiz.



Filistin topraklarını ilhak anlamına gelen, Filistin’i tümüyle yok eden ve Kudüs’ü tamamen gasp eden bu planı tanımıyoruz. Görünürde iki devletli çözümü kabul eden ancak İsrail işgalini Amerikan yönetimi himayesinde meşrulaştırma anlamına gelen bu girişimi asla kabul etmiyoruz.



Filistin yıllardır işgal, yıkım ve acıya maruz kalırken, İsrail haksız ve hukuksuz bir şekilde bugünkü sınırlarına ulaşmıştır. Türkiye’nin Kudüs’ün ilhakına sessiz kalması ve Filistinli kardeşlerini bu mücadelede yalnız bırakması mümkün değildir. Bir kez daha vurgulamak istiyorum ki Kudüs kırmızı çizgimizdir.



Müslüman ülkeler olarak bu süreçte bizlere düşen en önemli sorumluluk, Mescid-i Aksâ’nın mahremiyetini korumak, barış çınarı Kudüs’e sahip çıkmak ve Filistinlilerin haklarını savunmaktır.



Orta Doğu başta olmak üzere tüm dünyayı etkileyecek bir sürecin başlangıcı anlamına gelen bu adım karşısında, bazı İslam ülkelerinin izlediği politika, üzüntü verici bir tablo oluşturmuştur.



İsrail yönetiminin sergilediği haksızlık, adaletsizlik, zulüm ve kıyıma karşı bazı İslam ülkelerinin, bu işgal planının taraftarı bir tutum benimsemeleri kabul edilemez. Unutulmamalıdır ki Kudüs, sadece Filistin’deki Müslümanların davası değildir. Kudüs, İslam âleminin onuru ve ortak davasıdır.



Yaşanan gelişmeler bir kez daha göstermiştir ki, İslam âlemi içinde bulunduğu bölünmeden, parçalanmadan ve görüş ayrılığından sıyrılmadığı sürece, İsrail ve destekçileri hain planlarını uygulamaya devam edecektir. Müslümanlar bir araya gelmeli, tüm dünyada adaletsizliğin giderilmesi ve Filistin başta olmak üzere, Müslümanların ortak sorunlarının çözümü için omuz omuza mücadele etmelidir.”