İstanbul’da hayat sabahın köründe başlıyor. İnsanlar çok erken kalkıyor, yayan yapıldak yollara düşüyor veya duraklarda doğal bir itiş kakışl

İstanbul’da hayat sabahın köründe başlıyor. İnsanlar çok erken kalkıyor, yayan yapıldak yollara düşüyor veya duraklarda doğal bir itiş kakışla otobüs bekliyorlar.

Taksim’de bir sokak arasında oturuyorum. Saat sabah yedi civarı… Yerleşeceğim otelin boşalmasını bekliyorum. Şimdilik yer yokmuş.

Soluklandığım mekânı savaştan kaçmış Suriyeliler işletiyor. Hayatlarından pek memnun ve İstanbul’a alışmış görünüyorlar. Vurdulu kırdılı Arap ezgileri çalıyor. Hüzünlü bir yağmur çiseliyor.

Akşamdan beri işlerim denk gidiyor. Bir an da karar verdim, Ayvalık Garajı'na gidip bilet aldım ve sabah kendimi İstanbul'da buldum. Bir yayınevi ile görüşeceğim. Bu gün veya yarın…

Otobüsten indikten sonra servise binerken genç yaşta çocuk sahibi olmuş bir kadına yardım ettim. Memnun oldu. Servisten benden önce indi ve “Teşekkür ederim. Hakkınızı helal edin,” dedi.

Ne hakkı kardeşim, ihtiyarlara ve kadınlara yardımcı olmak, çocuklara şefkat ve hassasiyet göstermek bizim kadim geleneklerimizdendi ama unutuluyor ya da farklı anlamlar içeriyor artık.

Servis midibüsünü beklerken ardı ardına sigara içen, belli etmemeye çalışsa da ciddi sıkıntısı olan bir kadındı. Aralarında gülüşüp duran üç çocuğu vardı. Beşiktaş’ta, kendi hayat kavgasına atıldı.

Başka iş görüşmeleri de yapacağım. Vaktim olursa müzeleri gezeceğim. Ama önce biraz uyumam ve dinlenmem lazım. Gidip otele bir daha baksam mı? Keşke telefon numaramı bıraksaydım.

Megakent’de hayat çok erken sökün ediyor. Profesyonel olarak bir işte çalışmak, özel sektörde kendini kabul ettirmek, para kazanmak ve o parayı yöneterek harcamak kolay değil.

Ben de güzel bir hayata sahibim... Kuzey Ege’de yaşıyorum, memuriyetim ve hayallerim var. Yaşamımın ve elimdekilerin kıymetini bilmeliyim. Sanatım bir tarafından tuttum, kendi çapımda ilerlemeye çalışıyorum. Esas bunun değeri ve vermiş olduğu manevi haz hiçbir şey de yok...

Yağmur şiddetini arttırdı. Arap şarkıları birbirine benziyor. Yüksek sesle konuşmak Suriyelilerin karakteristik özelliği galiba… Kavga eder gibiler… Küçük notlar alırken arada onlara odaklanıyorum.

Kalktım, tekrar otele gittim, az önce “Yarım saat sonra gel,” diyen insan, şimdi “Saat ondan sonra ancak yerimiz olacak!” demez mi? Sanırım netlik sorunumuz var. Bu her türlü alışverişe, insan ilişkisine sirayet ediyor. Biraz önce geldiğimde böyle dememişti oysa...

Kızdım başka bir otel buldum kendime, hem de daha uygun fiyata... Dedim ya işlerim denk gidiyor ve tanımadığım insanların yanında çok kolay kabul görüyorum.

Odamı sevdim. Biraz uyudum, dinlendim. Sonra sokaklara çıktım. Nefes alıp verişim bile değişti. Galata Mevlevihanesi’ni gezdim. Gerçekten çileyi içselleştirmiş insanların bıraktığı izleri görmeye ve kullandıkları eşyaları incelemeye çalıştım. Ardından Pera Müzesi’ne geçtim.

Emektar ellerden çıkmış sanat eserlerini, Sarsılan İmge Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden Yapıtları, İstanbul’un denize girme üzerine geçirdiği değişimi (İstanbul’da Deniz Sefası Deniz Hamamından Plaja Nostaljiyi), Oryantalist Resim Koleksiyonu’nu, Osman Hamdi Bey’in hayatını, eşsiz resimlerini, Kahve Molası Kütahya Çini ve Seramiklerinde Kahvenin Serüvenini, Kesişen Dünyalar, Elçiler ve Ressamlar Sergisini gezdim ve bu değerleri inceleme şansı yakaladım.

Tekrar sokaklar... Sinan Çetin’in oğlu kız arkadaşının elinden tutmuştu ve keyifle geziyordu.

Bu adam geçen yıllarda, sarhoş araba kullandığı için, bir polisin ölmesine, çocukların yetim kalmasına ve bir polisin de yaralanmasına neden olmuştu. Ama beyzadenin yüzünde zerre kadar pişmanlık ve suçluluk görmedim.

İşlemediği cürümlerin ağırlığıyla yatıp kalkanlara, aşırı sorumluluk ve suçluluk duygusuyla (doğuştan) başı dertte olanlara duyurulur…

İstanbul'da zaman çok çabuk geçiyor. İstiklal Caddesi’nde dolaşırken, Beyoğlu’nun kendine has rüzgârı bana eşlik ediyor. Akşam yavaş yavaş yaklaşıyordu. Yabancı turistler geliyordu karşımdan… Arapların, Çinlilerin, Japonların, Almanların ve Rusların arasında olmak hoştu.

Ayrıca İstanbul’da korktuğum kadar güvenlik sorunu da yoktu. Asayiş berkemaldı. Polis kuş uçurtmuyordu. Beyoğlu aşağı yukarı derli topluydu.

Yunanistan’da yangın felaketi yaşanmıştı, onlarca insan can vermişti ve bir o kadarı da yaralanmıştı. Bazılarının buna sevindiği ve sosyal medyada ona göre paylaşımlar yaptığı söyleniyordu.

Yangında ölen insanların acısını yüreğimde hissettim. Aileler, çoluk çocuk birbirine sarılarak can vermişti. Görgü tanıkları öyle diyordu.

Komşumuz yangınla mücadele ederken burada hayat devam ediyordu, İstanbul’a kurşuni bir karanlık iniyordu. Sokaklar kalabalıklaşmıştı. Güzel kadınlar kendilerinden emin, mağrur ama yalnızdı.

Bir gelin arabası geçti. Çifte mutluluk diledim. Bir yerde kesif acılar yaşanırken başkaları düğün yapıyordu. Tabii ki evlenecekler ve güzelleşecekler...

Hayat cenaze merasimi ile cümbüşün karışımı... Ama sanat muhakkak olmalıydı, insana empati duygusu ve merhamet kazandırıyordu.