Uluslar B Ligi 4. Grup ilk maçında Türkiye, Galler karşısında sahadan golsüz bir beraberlikle ayrıldı.

Ancak maçın skoru, sahada yaşananların hafif bir özeti bile değil. Türk futbolseverler olarak deplasmanda alınan bu 1 puan, teknik olarak bir kazanç gibi görünse de gerçekte sahada gördüğümüz tablo çok daha derindi: isteksiz bir oyun, iletişim kopukluğu ve bireysel hatalarla dolu bir performans.

Galler maça inanılmaz bir istekle başladı. Yağan yağmur altında sahaya koydukları yürek, Türk milli takımının ne yazık ki bir türlü ortaya koyamadığı bir coşkuyu yansıtıyordu. Karşılaşma boyunca topa sahip olan, pozisyon üreten ve gol şansları yakalayan taraf Galler’di. Türkiye ise ne sahada ne de zihinde maçın içinde değildi. Avrupa Şampiyonası’ndaki o mücadeleci ruh bu maçta sahaya hiç yansımadı. Özellikle hücumda etkisiz kalmamız, maç boyunca kalemizde ciddi pozisyonlar vermemize neden oldu.

Maçın en çok eleştirilmesi gereken noktalarından biri de bireysel performanslardı. Zeki Çelik, belki de kariyerinin en kötü maçını çıkardı. Top ayağına geldiğinde sahadaki herkes gibi benim de içimde bir korku oluştu. Pas hataları, pozisyon alma problemleri ve özellikle kritik anlarda yaşadığı kararsızlıklar, takımı geriye çeken unsurlardan biriydi. Barış Alper Yılmaz ise oyunda kalmak yerine adeta hakemle oynamayı tercih etti. Hakemi kandırma çabası ve ardından gördüğü kartlarla takımını yalnız bırakması affedilebilir bir hata değil. Şu soruyu sormadan edemiyorum: Bu şımarıklığın sebebi ne? Bir oyuncu, hele ki milli formayı giyen bir oyuncu, böyle bir sorumsuzluk gösterebilir mi?

Vincenzo Montella’nın bu maç için yaptığı ilk 11 tercihi ise tam bir hayal kırıklığıydı. Defalarca söylediğim gibi, Türk milli takımı başında bir Türk hoca olmalı. Montella’nın tercihleri, sahada bir takım değil, birbirinden kopuk oyuncular topluluğu yarattı. Özellikle Ferdi Kadıoğlu’nun yokluğu, takımın oyun yapısını olumsuz etkiledi. İrfan Can Kahveci’nin ilk 11'de olmaması yine anlaşılmaz bir tercih. Bu oyuncular, takımın enerjisini ve oyun akışını belirleyen isimlerdi. Söylemek gerekir ki Mert Müldür, sahada inanılmaz bir performans sergiledi.

Maç boyunca basit top kayıpları, rakip kaleye gitme konusundaki isteksizlik ve takım içerisindeki iletişimsizlik, milli takımın performansını iyice dibe çekti. Ancak maçın bir anı vardı ki, futbolun sadece sahada değil, kalplerde de oynandığını hatırlattı: Çağlar Söyüncü’nün, sakatlanmasına istemeyerek sebep olduğu Kieffer Moore’a gösterdiği o müthiş insanlık örneği. Moore’un yanında bir dakika dahi ayrılmaması, tedavisi tamamlandığında onu elinden tutup ayağa kaldırması ve sarılması, işte futbolun büyüsünü bize bir an olsun hatırlattı.

Değişikliklerle birlikte maç biraz daha heyecan verici bir hal aldı. Hakan Çalhanoğlu oyuna girdikten sonra sanki oyuna bir renk geldi. Ancak bu bireysel çabalar, genel anlamda takımın dağınık oyununu toparlamaya yetmedi.

Sonuç olarak, Türkiye milli takımı olarak bu maçı analiz ederken sadece saha sonuçlarına değil, ortaya koyduğumuz futbol ruhuna da bakmalıyız. Galler karşısında izlediğimiz performans, ne Türk futbolunun ne de bu takımın hak ettiği bir performanstı. Milli formayı giymek, sadece yetenek değil, aynı zamanda sorumluluk ve aidiyet ister. Önümüzdeki maçlarda bu bilinçle hareket etmemiz ve sahada bir takım olarak mücadele etmemiz gerektiğini umuyorum.

Dua edelim ki, Galler iyi oynamasına rağmen gol bulamadı. Ancak sadece şansla maç kazanılmaz; takım ruhunu ve disiplini sahaya koymak zorundayız.