Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şükran Şıpka, aile hukuku ve kadın hakları açısından genel kuralların yanı sıra az bilinen ama hayat kurtaracak önemli maddelere yönelik bilgi verdi.

"4721 SAYILI TÜRK MEDENİ KANUNU’NUN AİLE HUKUKU KİTABI İLE KADININ AİLE İÇİNDEKİ YASAL KONUMU BÜYÜK ÖLÇÜDE İYİLEŞTİRİLDİ. ”

2020 yılında toplumda yaşayan her kadının bilmesi gereken temel haklara değindikleri ‘50 Soruda- Aile Hukukunda Kadının Yasal Hakları’ isimli bir kitap yayınlayan Prof. Dr. Şıpka, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 41’inci maddesi uyarınca toplumun temeli olan ailenin eşler arasındaki eşitliğe dayandığını hatırlatarak “Kadın evlenmeye zorlanamaz, eğitim ve çalışma haklarından mahrum bırakılamaz. 2002’de yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun Aile Hukuku kitabında yer alan 118 ila 363’üncü maddeleri arasındaki toplam 246 maddelik kısım ile kadının aile içindeki yasal konumu büyük ölçüde iyileştirildi. Örneğin, yasalarımıza göre kimse zorla evlendirilemez. Ancak maalesef küçük yaşta ya da 18 yaşını geçmiş bile olsa ailesi tarafından çeşitli durumlarda kızlarımızın evliliğe zorlandığı bilinen bir toplumsal gerçek. Kanayan bir yaramız. Bunu öngören TMK’nın 149-150-151’inci maddelerine göre yanılarak, aldatılarak veya korkutularak evlendirilen kadın, evliliğin iptalini dava edebilir. 152’nci maddeye göre ise bu dava hakkı, kadının yanıldığını veya aldatıldığını öğrendikten ya da korkutulmanın etkisinin geçmesinden itibaren 6 ay ve evlenme tarihinden itibaren en geç 5 yıl geçmekle düşer” şeklinde konuştu.

“EŞLER, EVLİLİK BİRLİĞİNİ EŞİT HAKLARLA YÖNETİR.”

Eşlerin eşit haklara sahip olduğunu söyleyen Prof. Dr. Şıpka, “Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılır. Kadın çalışmıyor olsa bile ev içindeki emeği, aile geçimine katkı olarak değerlendirilmektedir. Bu da toplumumuzdaki çoğu ‘ev kadınının’ hakkını yasal açıdan korumaktadır. TMK’nın 196/2 maddesi uyarınca eşin ev işlerini görmesi, çocuklara bakması, diğer eşin işinde karşılıksız çalışması, diğer eşin eve yapacağı katkı miktarının belirlenmesinde dikkate alınır.” ifadelerini kullandı.

“YÜKÜMLÜLÜKLERİNİ YERİNE GETİRMEYEN EŞİN GELİRİ, MAĞDUR EŞE VERİLEBİLİR.”

Prof. Dr. Şükran Şıpka, “Kadınlar, eşlerinin aile birliğinin gerektirdiği maddi – manevi görevleri yerine getirmemesi nedeniyle çocuklarıyla sıkıntılı zamanlar geçiriyor. TMK’da kadının aile birliği içinde mağdur olmaması için önemli düzenlemeler yapıldı. Örneğin, bakım, eğitim, destek olma gibi yükümlülüklerini yerine getirmeyen eş karşısında kadının aile mahkemeleri aracılığıyla hakkını aramasına imkan tanınmaktadır. Bunun yanında kadının, Türk Ceza Kanunu’nun nın 233’üncü maddesi uyarınca aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali suçunu işleyen eşi hakkında şikayetçi olması üzerine diğer eşin hapis cezasına mahkum edilmesi dahi mümkündür. Ayrıca, TMK’nın 198’inci maddesi uyarınca kadın eş, birliğin giderlerine katılma yükümlülüğünü yerine getirmeyen erkek eşi dava edebilir. Bu davada, hakim, erkek eşin maaşının bir kısmının ya da varsa kira geliri gibi alacaklarının kadın eşe ödenmesine karar verebilir” dedi.

“KADIN, AİLE KONUTUNU KORUMAK İÇİN TAPUDA ŞERH KOYDURULABİLİR.”

Aile konutu konusunda da kadınların bilmesi gereken hakları olduğuna işaret eden Prof. Dr. Şıpka, aile konutunun, eşlerin ortak yaşamlarını devam ettirdikleri özel olarak korunmuş bir yer olduğunu dile getirdi. TMK’nın 194’üncü maddesine göre, aile konutunun diğer eş tarafından satılması ya da söz konusu konut üzerinde üçüncü kişiler lehine ipotek gibi bir sınırlı ayni hak tesis etmesi riskini bertaraf etmesi amacıyla tapuda ‘aile konutu şerhi’ koydurulabilir. Dahası, Türk Medeni Kanunu, her zaman kadın haklarını gözetme eğiliminde olduğu için böyle bir şerh konulmamış olması ihtimalini de dikkate alarak tedbirini almıştır. Örneğin eş, aile konutunu bankaya ipotek ettirmek ya da başkasına devretmek isterse tapu ya da bankada kadının onayının ya da imzasının alınması şarttır” diye konuştu.

“EŞİNİZ SİZDEN HABERSİZ BAŞKASINA KEFİL OLAMAZ”

Prof. Dr. Şükran Şıpka, “6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 584’üncü maddesi gereğince eşlerden biri üçüncü bir kişinin borcu için kefil olacak olursa mutlaka diğer eşin yazılı rızasını almak zorundadır. Eşiniz sizden habersizbir başkasının borcuna kefil olmuşsa ve bu borcun ödenmemesi nedeniyle oturduğunuz evin haczedilmesi tehdidi söz konusu ise, rızanız olmadığı için sözleşmesinin geçersiz olduğunu ileri sürülebilirsiniz.” ifadelerini kullandı.

“ZİYNET EŞYALARI TALEP EDİLEBİLİR”

Uygulamada en fazla sorunun ise düğünde takılan ziynet eşyalarından kaynaklandığını söyleyen Prof. Dr. Şıpka, bu eşyaların kadına ait, ‘kişisel mal’ olduğunu belirtti. Prof. Dr. Şıpka, “Ziynet eşyalarınızı hatta evlenmeden önce sahip olduğunuz diğer kişisel eşyalarınızı eşinize verdiyseniz, boşanma ya da mal rejimi davası içinde bunların size teslim edilmesini talep edebilir, bu mallar tüketilmiş veya elden çıkarılmışsa bedelinin ödenmesini talep edebilirsiniz. Hatta öyle ki diğer eşin yeni bir mal edinmesi için bu mallar katkı olarak verildiyse, yapılan bu katkı, değer artış payı alacağı olarak talep edilebilir. Bilinmesi gereken bir başka husus da evlendikten sonra kadına miras kalan ya da bağışlanan malın da ‘kişisel mal’ kapsamında olduğu ve bu mallar üzerindeki tasarruf yetkisinin yine kadında olduğudur” dedi.

“EŞİNİZİN ÖLÜMÜ YA DA BOŞANMA HALİNDE, EVLİLİK İÇİNDE EDİNİLEN MALVARLIKLARININ GÜNCEL DEĞERİNİN YARISINI TALEP EDEBİLİRSİNİZ

Prof. Dr. Şükran Şıpka, boşanma halinde gündeme gelen mal rejimi konusuna da değindi. Sözlerine şu şekilde devam etti. “4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 202.- 241 maddelerinde, eşler arasındaki yasal mal rejimi düzenlenmiş ve 1 Ocak 2002 tarihi itibariyle uygulamaya girmiştir. Bu yasal mal rejiminin adı,  “edinilmiş mallara katılma rejimi” dir. Eşler aralarında herhangi bir mal rejimi sözleşmesi yapmamış olsalar bile, bu yasal mal rejimi kanun gereği uygulanır ve özellikle de çalışmayan ev kadınlarına, kocalarının malvarlıkları üzerinde bir hak sağlar. İşte bu hakka “katılma alacağı” denir. Bu alacak eşin ölümü ya da boşanma halinde 10 yıllık bir zamanaşımı süre içinde dava açılarak ileri sürülebilir”dedi.

Şükran Şıpka, toplumda, bu hakkın genellikle sadece boşanma sonucunda elde edilebileceği gibi bir algı olduğunu söyledi. Oysa ki kadının, eşinin ölümü halinde de, sağ kalan eş miras payını alırken, edinilmiş malların da yarı değerini mal rejimi nedeniyle talep edebileceğine dikkat çekti. . “Böylece sağ kalan eşin miras hakkı, edinilmiş mallardan doğan katılma alacağı hakkı ile bir hayli fazla olacaktır.  Hatta sağ kalan eş, diğer mirasçıların haklarını katılma alacağına mahsup ettirerek ödemek suretiyle, ölen eşine ait olan aile konutunun tamamının mülkiyetinin kendi üzerine geçirilmesini de aile mahkemesinden talep edebilir.” Hatırlatmalarında bulundu.

Editör: TE Bilisim