Dünyada GDP (Gross Domestic Product) ismiyle takip edilir. Türkçesi Gayri Safi Milli Hasıladır. Özetle bir ülkenin üretim ve hizmetlerinin toplam rakamı, ölçümüdür.
Dünyanın hizmet ve üretme bedeli, yani dünya kapitalizminin hacmi, ölçümü, büyüklüğü 113 trilyon dolar. Rahatlıkla tahmin edebileceğiniz gibi GDP sıralamasının önlerinde ABD, Çin, Almanya, Hindistan, Japonya var. Elbette yüksek miktarda üretim potansiyelleri ile öndeler. Ar-geleri ile de önde kalmayı becerebiliyorlar. Kısmen ABD’nin ki biraz daha farklı, onun asıl mucitliği dünyaya kabul ettirebildiği doları olmuş…
Kapitalizm, çok kişi tarafından zaman zaman eleştirilir. Hatta çoğu zaman eleştiri dozu abartılır, karalama başlar. Çünkü aslında karıştırılır. Kapitalizm’in kendisi, bu GDP’yi kapsayan tüm mal ve hizmet üretimleridir. Yani aslında kapitalizm birine, canlılara, cansızlara değer katan eylemlerin tamamıdır. Üretim odaklıdır. İnsanların, dünyaya katkı ölçüsüdür. Zamanı verimli kullanmaktır. Kimseyi boşta bırakmamaktır. Her bir insanı yaradılış amacına uygun çalıştırabilme sistematiğidir.
Karıştırma meselesi ise; finans kapitalizmi ya da moda tabiri ile vahşi kapitalizmle olmaktadır. Kapitalizm halk için varken, vahşi kapitalizm bir şekilde zenginleşmiş ve sistemi sahiplenmişler için var. Kendini sistemin sahibi görenler nakdi sisteme dağıtmak yerine, kendilerine daha fazla pay bırakıyor. Tabi herkes bir Mustafa Kemal Atatürk değil, kişisel zenginliğe değil de toplumsal zenginleşmeye kıymet versin.
Vahşi kapitalizmi doğuran bu aileler, gücü kaybetmemek için her geçen gün daha da vahşileşen eylemlerde bulunmaktan sakınmıyorlar. Ve bunu diğer toplumları sömürü aracı olarak kullanıyorlar. Bu kişilerin kimi oldukça bilinen aileler. Zaman zaman adları kahvelerde bile zikredilir. O aileler oldukça bencil görünüyor. Kendi ailelerinin haricindekileri pek düşündükleri söylenemez. Ama sorsan mangalda kül bırakmazlar. Bu aileler, insanların bitmeyen açlıklarına, birikimlerini arttırma sevdalarına güvenerek piyasaya bolca fon, faiz, manipüle edilmiş borsa, türev ürünler sunuyorlar. Ve bu işlemler çok ilgi görüyor. Kumarhaneler gibi hep içerisi dolu. Ağıza biraz bal sürüyor. Ardından hamuduyla alıyor. Çok yuva yıktı o Foreksler. Önce algılar yönetiliyor. Özellikle sistemsiz, üretimi, eğitimi düşük, gelişmemiş toplumlara hızlı zenginleşme, lüks yaşam pompalanıyor.
İşte bu faiz, fon, türev piyasaları ise 700 trilyon dolardan fazla…
Evet, emek zahmet üretilen 113 trilyon doların altı katı büyüklüğünde…
Üretimin etrafı altı kez sarılmış sanki… Hatta etrafı öyle bir sarılmış ki! Bir kuruşun bile kaçması mucize…
O fonlara küçük küçükte olsa birikimlerini herkes kaptıracak. Bu oyunlara düşmeyenler ise enflasyona yenilecek. O türev ürünlerden, o pazarlama stratejilerinden, algı yönetimlerinden kurtulabilmek gerçekten çok zor. Üreterek kazandığın her şey fonlarca çevrelenmiş. Tabiri yerindeyse dışarıya kuş uçamıyor. Tüm küçük birikimleri kısa sürede kendilerine çekebiliyorlar. İnsanların tembellik hayali, hazır kazanmayı sevme eğilimi, birikimlerini hızla arttırma açgözlülüğü, kıskanma ve şehvetlerini tam olarak çözmüşler. Ve bunu türev ürünlere dönüştürmüşler.
İnsanların yıl içinde zor zahmet kazandıklarını, tereyağından kıl çeker gibi alıyorlar. Kaplan yakalayacaksan kapanın altına hazır et koyarsın. Kaplan eti yemeğe geldiğinde yakalarsın. Yakalanan kaplanda suçsuz sayılmaz. Hazır eti sorgulamamış, iştahla yiyebileceğini ummuştur. Türev yatırımlarda da fark yok. Suç tuzağa düşendedir.
Dünyaya yaşatılan bu sinir bozumlarının hepsi aynı çizgide ilerliyor. Bakın nato genel sekreteri ne demişti. “Biz bir milyar insan için çabalıyoruz.” Evet kalan yedi milyar insan onların nezdinde yok hükmünde… Onların elinden ne var ne yok almak mübah. Canları dahil. Bunu da kendilerince şöyle ölçüyorlar. Önce akıl oyunları ve doktrinlerle zihinler bulandırılıyor. Bulanmış zihinler değersizleşmeye başlıyor. Yoğun tüketim, hatta lüks tüketim enjekte ediliyor. Harcayan, harcama çılgınlığını eroin bağımlısı gibi durduramıyor. Cepte kalmadıysa, ilk etapta hemen yardım ediliyor. Kolay krediye ulaşma imkânı tanınıyor. Krediler havada uçuşur oluyor. Kendini bir süre sonra bataklıkta çırpınırken buluyor. Ya da yapmak istediği harcamalara gelir olarak yetişemeyince, son bir umut dalıyor coinlere, fonlara…
İşte buna toplumsal değersizleştirme denir. Bu değersizleşmeyi ölçmek ise kolay…
Bir tek rasyo ile aldanmış, eğitimi düşük, yaratılış amacını anlamamış, kandırılmaya müsait, gelişimi eksik toplumlar belirlenir. O da para yani kendi değeridir. Bu sayede de savaş başlatacakları, terörü coşturacakları ülkeleri belirlerler. Böylece hem nüfus eksiltir hem de silah ticareti ile ceplerinde kalan son paraları da alırlar. Bir taşta iki kuş…
Bakın Irak parası 1.310 IQDinarı, 1 Dolar. Değer farkını ölçmek ne denli kolay. Bunu güçlü ülkeler şöyle okur; “1 ABD’li 1310 Iraklıya bedel”… Ki daha zayıf olduğu zamanlar da oldu. Afganistan parası 70 Afgani, 1 dolar ediyor. Suriye parası 13.000 SYP, 1 dolar ediyor. İran parası 42.000 IRRiyali 1 dolar. İtalya destekli Libya’da karışmıştı. Parası 5,40 LYDinarı, 1 dolar ediyor. Pakistan parası 285 PKRupisi, 1 dolar ediyor. Liste böyle devam eder. Diğer taraftan Avrupa, ABD paraları hemen hemen aynıdır. Çin, Japonya paraları kısmen düşüktür. Ama bu tamamen politik bir düşüklüktür. Böylece ve özellikle ABD, Avrupa’ya ihracatta rekabet avantajı sağlarlar.
Bu abartılı bakış açısını, parası yani ilimi, teknolojisi, alacağı çok olan ülkeler kafalarına göre kullanırlar. Güç onlarda ya bir gün öyle derler, bir gün böyle derler. İşlerine nasıl gelirse onu derler. Konunun doğru olmasına gerek bile olmaz. Yanlış söylediğinde bile haklı görülsün ister. Mesela bunu sözde Ermeni soykırımı meselesinde kaç kere yaşadık. Kafasına göre ABD senatosu hop Ermeni soykırımı var diyebiliyor. Ya güzel kardeşim bak Ermenilerin ilk başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin Bükreş konferans raporu var. Burada, konferans konuşmasına gelen emperyalist ve Ermenilere ‘Beni önyargılardan sıyrılarak sabırla dinleyin’ diye rica ederek söze başlıyor. Gönüllü Ermeni silahlı birliklerin ne denli hatalı tavırlara girdiğini burada anlattı. Anadolu’da Türkleri nasıl katlettiklerini adam bir bir anlattı. Tehcirin ne denli haklı olduğunu anlattı. Batının kandırmasıyla ‘denizden denize Ermenistan hayaline’ nasıl da kapıldıklarını anlattı. Taşnak partisi yönetiminin suçlu olduğunu anlattı. Sonra bak bu konuşma, kitap haline getirildi. İki bin adet basıldı. Ve hemen Ermenistan’da yasaklandı. Ermeniler ilk başbakanlarının kitabını yasaklamışlardı. Taşnak partisi bu kitabı Avrupa kütüphanelerinden bile toplattı. Çünkü kitap itiraflarla doluydu. Özet ile “Ermeniler soykırıma yeltendi” diyordu.
Ama buna rağmen o güçlü ülkeler, bizden alacaklılar kafasına göre yok yok siz yaptınız diyebiliyor. Sonra bir ara rüzgâr dönüyor, tamam diyor ya yapmadınız. Temcit pilavı gibi ısıtıyor, soğutuyor. Karşısında çocuk varmış gibi oynuyor.
Bu arada kitap, Moskova Lenin kütüphanesinde bulundu. Kitabın Türkçeye çevirisini de Türkolog sayın Arif Acaloğlu yaptı. Yine Ermeni tarihçiler Boryan ve Lalayan’da Türk katliamlarına dair çok fazla belge yayınladılar.
Neyse, tekrar paraya dönelim. Paranın olabildiğince küçük olması meselesini daha öncede konu ettik. İnsanın değerli olduğu bir toplumda para birimi git gide küçülür. Yakın geçmişte en değerli Türk nesilleri kuruşu bolca kullanabilenlerdi.
Diğer toplumlarla karşılaştırıldığında parası en küçük olan toplum, en itibarlı toplumdur. Mesela 50 Mısır Lirası, 1 dolara denk. Küçük olan itibarlı, büyük olan ise aynı miktarda yani 50 kat itibarsızdır. İtibar elbette öyle haybeden gelmez. Daha fazla üretebilen, insana, doğaya, bilime, teknolojiye daha fazla emek verebilmeyle olur. Çalıp çırpma ile gelen geçici itibarlar konumuz dışı… İtibarsızlık ta öyle haybeden gelmiyor. Yer içer yatarsan, hoop bu seferde itibarsızlık hortlar. Zamlar da havada uçuşur. Doğalgaz rezervleri bulduk derken, arkadan doğalgaza zam gelir. “Eee hani gaz bulmuştuk!” şaşkınlığı da halkın yüzünde beliriverir.
Sen şaşkın şaşkın bakınırken, işte biri de çıkar, rahatlıkla ve hatta sesi bile titremeden dünya nüfusunun bir milyarı için çabalıyoruz deyiverir. Kalan yedi milyarın önemsizliğine vurgu yapar. Bunu diyenler; o kalan yedi milyarı yiyip içen, yatan, faydasız, dünyaya zarar vermekten başka bir işe yaramayan, zararlı toplum olarak görürler. Dünyada gereksiz yer işgal ettiklerini düşünürler.
Sonra da hızla eyleme geçer. Önce halkı bölüştür, siyasi baskı, ele geçirme, ardından türlü türlü oyunlar, terör, savaş falan filan… Yani hep bildiğimiz taktikler.
Bak şimdi İran & İsrail savaşa girdi. İran ne yapsa faydasız. Çünkü bunlar muhtemel çok önceden planlıydı. Sadece adım adım gün yüzüne çıkacaktı. Fransa’da dizayn edilmiş mevcut yönetim şekli ve yine Fransa’da göreve getirilmiş Humeyni kafasıyla, olacağı bu… Halkına işkence eden, özgürlüklerini kısıtlayan, vatanlarından gitmelerine sebep olan hiçbir iktidar anlayışla karşılanmadı. Halkı da özgür kalamadı. Tıpkı bundan önceki Irak, Afganistan, Suriye gibi…
Adım adım yaklaşırken karanlık tepki bile verememek gibi…