Sekiz aydır yüz yüze olduğumuz virüs salgını sebebiyle hayatımıza giren yeniliklerden biri olarak dostlarla Zoom üzerinden buluşup toplantılar tertip ettiğimizi önceki yazımda anlatmıştım. 15 Nisan’dan beri devam ettiğimiz bu toplantıların geçen akşam 83’üncüsünü yaptığımızı ve konuğumuzun da kıymetli Hayati İnanç Bey olduğunu bildirerek gerçekleştirilen sohbetin ilk bölümünü siz kıymetli okuyucularımla önceki yazımda paylaşmıştım.

Bu yazımda sohbeti aktarmaya devam ediyorum. Hayati Bey başka ortamlarda muhtemelen pek çok defa paylaşmış olsa da divan edebiyatımızın o usta işi, üstad işi örneklerinden aldığı haz ve zevk sebebiyle kendine has bir coşku içinde anlatırken sözünü kesmiyor ve sırasını bekliyorum. Nihayet o an geliyor ve soruyorum. Efendim divan şiirindeki üstatlarımız içinde sizi en çok etkileyenler hangileri acaba? Söz yine Hayati Bey’de…

İLLE DE ŞEYH GALİB…

Şeyh Galip üstattan çok etkilenmişimdir. En parlak ustalarımızdan biridir. 42 yaşında dünyadan ayrıldı. 24 yaşında tertip ettiği divanını bugün şerh edecek hoca yok ortalıkta. Kime sordumsa “Ah nerde hocam…” falan diyorlar. Yaşı kemale gelmiş, altmışı geçmiş, profesör doktor ama Şeyh Galip merhumu şerh etmeye güç yetiremeyeceğini itiraf ediyor. Halbuki 24 yaşında bitirdi. Yani demek ki 15-16 yaşında başladı. Bu birikimin kaynağını merak etmek iyi olur diyorum. Merhum Şeyh Galib’den hatırıma gelen bir iki beyti de söyleyeyim:

Eğerçi gûne gûn mihnet erâzilden zuhûr eyler

O cürmün özrü müşküldür ki kâmilden zuhûr eyler

Yanisi şudur. “Elbette cahil olandan, yol yordam bilmeyenden her türlü hata beklenir ve buna şaşılmaz. Ama mürekkep yalamış hata ederse ona özür de bulunmaz, bahanesi de olmaz.” diyerek kulağımızı çekiyor. Sultan III. Selim merhumun yakın dostu idi. Yaşları birbirine yakındır. Zaten Şeyh Galip üstadın iki dostu vardı dar-ı dünyada. Sarayda III. Selim, tekkede Esrar Dede. Başka kimseyle yakın samimiyet kurduğu bilinmiyor. Herhalde dilinden anlayan fazla insan bulamadı.

Bir defasında III. Selim merhum, devlet işlerinden bahisle “Bunaldık, bunaldık şeyhim. Pîriniz Hazret-i Mevlana’dan bir keramet nakletseniz, ferahlarız.” diyerek talepte bulununca, “Sultanım, zat-ı devletlerinin bizden teselli umması pîrimin kerametidir.” cevabını alır. Bir şiirinde şöyle sesleniyor:

Ey dil ey dil neye bu rütbede pür-gamsın sen

Gerçi vîrâne isen genc-i mutalsamsın sen

Secde-fermâ-yi melek zât-ı mükerremsin sen

Bildiğin gibi değil cümleden akvamsın sen

Rûhsun nefha-i Cibrîl ile tev’emsin sen

Sırr-ı Hak'sın mesel-i ‘Isî-i Meryemsin sen

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

Sendedir mahzen-i esrâr-ı mahabbet sende

Sendedir ma’den-i envâr-ı fütüvvet sende

Gizli gizli dahi vardır niçe hâlet sende

Ma’rifet sende hüner sende hakîkat sende

Nazar etsen yer ü gök dûzah u cennet sende

Arş u kürsî yü melek sendedir elbet sende

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

Berk-i hâtif gibi bû kayd-i sivâdan güzer et

Erişen hâr u hasa âteş-i aşkı siper et

Dâmenin tutmaya asâr-ı alâyık hazer et

Şems-veş hâhiş-i Munlâ ile azm-i sefer et

Sâf kıl âyineni kâbil-i aks-i suver et

Hele bir cem’-i havâs eyle de Galib nazar et

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

Yarısını okuduğum şiir toplam 48 mısradır. Ve demektedir ki bütünü itibarıyla, insan olarak sevildiğini bil, sana verilen kıymeti unutma, yanlış yapma, sevildiğini bil yanlış yapma. Bu dünyaya büyük emanetle geldin. Allah seni muhatap kabul etti. Sonsuz hayat bahşetti. Emirlerine yasaklarına muhatap etti. Sana verilen değer kâinatın çekirdeği, özeti ve gayesi olmaktır. Bunu unutma. Ivır zıvıra takılma. Armudun sapı, üzümün çöpü diye ömrünü zayi etme. Üstadımız gayet latif, kalıcı mesajlarını bırakıp gitmiş. Yani hangisinden örnek versek göz kamaştırıcı bir yükseklik, bir derinlik var.

Hayati Bey, Şeyh Galib merhumdan çok etkilendiğinizi söylediniz. Peki bunca divan şairimiz arasında bir sıralama yaparsak sizin nezdinizde ilk ona hangileri girer? Söz yine Hayati İnanç’ta…

İLK ON DİVAN ŞAİRİ

Şeyh Galib ve Nabi Efendi bende eşit ağırlıklıdır. Aralarında 50 yıl var. Doğum vefat arasında. Bunlardan sonra ilk 10’a koyacağım isimler elbette Fuzulî, Bakî merhum, Ahmed Paşa, Necati Bey, Esrar Dede, 1978’de vefat eden bir şairimiz çok az bilinir. İstanbul müftüsü iken vefat etmiş. Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı. Muazzam bir divanı var, henüz basılmadı. Ama elime geçtiği zaman çok büyük heyecan duydum. Doğrusu on numara bir üstad olduğu görülüyor.

Ayrıca Fatih merhum. Sultanlığının hatırına değil, şair olarak da çok parlaktır. Kanunî merhum benzersiz bir güç sahibi hakikaten. Miktar itibariyle divan şiiri tarihimizde sadece Balıkesirli Zâtî tarafından geçilmiş. Onun dışında liste başıdır. 3800 küsur gazeli var. Öte yandan Nâilî çok mühimdir. Ondan da çok etkileniriz.

VE YAHYA KEMAL…

Ve tabii Yahya Kemal Beyatlı asla göz ardı edilmemesi gereken muhteşem bir dehadır. Tek başına bir medeniyet şahidi. Ancak Yahya Kemal’i tanıdığını düşünenlerin birçoğu onun meşhur, popüler şiirlerini bilirler. Onun klasik üsluptaki şiirleri benzersizdir. “Eski Şiirin Rüzgârıyle” diye bir başlık altında toplanmıştır. Oradan bir iki örnek arz edeyim. Mesela onun “Bebek” gazeli beş beyittir. Şöyle söyler:

Cihânda olmadı bir hisse-i verâsetimiz

Bebek Koyu'nda temâşâ-yı âbdan başka

Bu halka vakfedecek mülk ü mâlimiz yoktur

Beş, on gazelle şu kalb-i harâbdan başka

Sükûn-ı lâyetenâhîye varmamız yeğdir

Nedir hayât uzayan ıztırâbdan başka

Felekten istemeyiz yeryüzünde varsa huzur

Kemâl semt-i hamûşânda hâbdan başka

Yani 1958’de ölmüş olmasına rağmen bu şairimizin de mısraları Türkçeye tercüme edilmeli. “Dünyada Bebek’te denizi seyretmekten başka bir kârımız olmadı, kayda değer bir lezzet nasip olmadı elhamdülillah. Varımı yoğumu millete vakfetmek üzere hazırım amma kırık bir kalple beş on gazelden başka da hiçbir şeyim yoktur. Onları vakfederim. Bitmez bir sükûna artık muhtacım. Hayat dediğin şey uzayan bir ıstıraptan başka bir şey değil. Bu dünyada huzur varsa da talip değilim, sadece kabristanda bir sükûn isterim o kadar.” diyor. Ustalarımız ölümü anlatırken insanın ölesi gelir, işin doğrusu.

Mersâ-yı fenâda intizâr eylerken

Gâhî geç eser o bâd gâhi erken

İklîm-i ilâhîye rücû etmek için

Ervâh açılır engine yelken yelken

diyen de odur. Şöyle tercüme edilebilir: “Biz fanilik limanında boynu bükük beklerken dönüş emrini alan ruhlar geldikleri gibi ilâhî iklime rücu etmek üzere yola çıktılar yelken açtılar, kalakaldık.” Dünyada kalanlara üzülmekte gidenleri bayram sevinciyle uğurlamaktadır.

ASIRLAR ÖNCESİNDEN BİR İZDÜŞÜM

Yahya Kemal o çok meşhur olan şiirinde:

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden

Birçok seneler geçti, dönen yok seferinden

demektedir ki o beytinde ima ettiği hadise Cenab-ı Peygamber “aleyhisselam” efendimizin bi’setinden yani peygamber olduğunun bildirilmesinden evvel ahirete gitmiş olan ünlü Arap şairi Kus bin Sâide’nin sözlerdir. Kus bin Sâide Ukaz Panayırı’nda muhteşem bir hutbe irad etmiştir ve bu hutbe Arap edebiyatının en muhteşem eserleri arasında sayılmıştır. Efendimiz “aleyhisselam” Hazret-i Ebubekir efendimiz birlikte dinlemişler gençliklerinde bi’setten evvel bu hutbeyi ve çok da meşhur zaten. Kus bin Sâide’nin vefatından çok seneler sonra Hazret-i Peygamber “aleyhissalatü vesselam” sormuşlar “Bu hutbeyi hatırlayan var mı?” Hazret-i Ebubekir destur isteyerek ezberden okumuş. Müsaadenizle okurum efendim diyerek. Kus bin Sâide’nin o metnini uzun uzun okumuş. “Tek başına bir ümmet olarak haşrolmasını ümmid ederim.” diyerek onu yad etmiş, övmüştür Efendimiz. Açıkça o hutbesinde “Son peygamber geliyor, yetişenler tabi olsun.” diye net mesajlar var ve bir yerinde şöyle demektedir:

Mâ lî era’n-nâse yezhebûne fe-lâ yerci’ûn

Aradû bi’l-mukâmî fe-ekâmû

Em türikû hünâke fe-nâmû

“Bana ne oluyor ki etrafıma baktığım zaman görüyorum insanlar gidiyorlar ve gelmiyorlar. Gittikleri yerden çok mu memnunlar yoksa uykuya daldılar da dönemiyorlar mı?” diyerek ifade ediyor Kus bin Sâide. İşte Yahya Kemal’in mısraları bunun XX. yüzyıla izdüşümüdür. Çok sağlam bir farkındalık ile kaleme almış yazdıklarını. Ve onun “Ezân-ı Muhammedî” şiirine bakıldığı zaman da doğrusu insanın nefesi kesilmemek kabil değil.

Emr-i bülendsin ey Ezân-ı Muhammedî

Kâfî değil sadâna cihân-ı Muhammedî

Sultan Selîm'i Evvel'i râmetmeyüp ecel

Fethetmeliydi âlemi şân-ı Muhammedî

Gök nûra garkolur nice yüzbin minâreden

Şehbâl açınca rûh-ı revân-ı Muhammedî

Ervâh cümleten görür Allahü Ekber'i

Akseyleyince arşa lisân-ı Muhammedî

Üsküp'de kabr-i mâdere olsun bu nev-gazel

Bir tuhfe-i bedî' ü beyân-ı Muhammedî

(Aleyhissalâtü vesselâm)

“Cihana sığmaz yüksek bir emirsin ey Ezân-ı Muhammedî. Yavuz Sultan Selim merhumun ah uzunca bir ömrü olaydı da dünya nizam göreydi. İş yarım kaldı diyor. Ezan okunduğu ve sesler yukarı çıktığı zaman gök nura gark olur. Melâike-i kiram sırrı keşfederler arşın kapısını çaldığı zaman. Yazdığım şu naçiz ve özel tarzda yazılan gazel Üsküp’te yatan anacığımın kabrine hediyem olsun.” diyerek de kendi tarihçesini özetliyor. Yani o neslin üzerinden silindir geçti. Koca devlet başlarına yıkıldı. Anasının kabri Üsküp’te, dayısının kabri Leskofça’da kaldı, Sırbistan hudutları dâhilinde. Ve gördüğümüz kadarıyla bıraktığı “Selim-name”siyle de Yavuz Sultan Selim merhum için yazdığı o 70 beyitlik o muhteşem eseriyle de muazzam bir istikamet ibraz ediyor.

MERHUM ÖZTUNA’NIN YAHYA KEMAL MÜTALAASI

Vaktiyle tarihçi Yılmaz Öztuna merhumla tanışmıştım da Yahya Kemal için “Bütün Türk tarihinin en büyük şairidir.” demişti. O sözünü geri aldırmayı murad etmiştim. Belki hani pişman olur falan diye. “Mütalâamı münakaşa edersen selamı sabahı keserim.” dedi. Ve Yahya Kemal’in niçin Türk tarihinin en büyük şairi olduğunu bana üç ayrı gerekçeyle son derece mukni ve müdellel, itiraz edilemez kudrette izâh ederek beni ilzâm etti işin doğrusu. Yahya Kemâl üzerinde de önemle o yüzden durdum. Çok sağlam ipuçları vardır. Sanki tarihin koridorlarında yolumuzu şaşırırsak işaret levhalarını çakıp çakıp gitmiştir. Biraz fazla övdüm belki ama bu onun pejmürde hayatını ibra etmez. Yaşayışı çok dindar değil. Onu kastetmiyorum. Yazdıklarına bakarak söylüyorum. O dönemde çok moda olan isimleri övmeye de hiç tenezzül etmemiştir mesela. Yani bir tane örneği bile gösterilemez. Çok enteresan bir yapıdır yani. Bu da benim dikkatimi çekiyor.

Efendim Merhum Öztuna’nın dediğine katılıyor musunuz bu durumda? diye konuyu deşiyorum. Benim için de özellikle Osmanlı Hanedan ailesi konusunda örnek aldığım bu kıymetli tarihçinin mütalâası önemli. Hayati Bey anlatıyor…

YAHYA KEMAL’İN ŞİİRLERİ GÜL YAĞI GİBİDİR

Aksini iddia edemiyorum. Öyle söyleyeyim. Yani delillerini çürütemiyorum. Sizi yormayacaksa delilleri üç taneydi söyleyeyim. Biri şu: “Her şairin yazdığı şiirlerin %30’u 40’ı en fazla bilemedin 50’si ezbere değer kudrette bir sanat değeri taşır. Gerisi biraz şişirmedir, böyle divan dolsun diye şişirme şiir olur. Yani normaldir. Yahya Kemal’de böyle bir şeye rastlamazsın. Az yazmıştır ama tamamı gül yağı gibidir, posası yoktur.” dedi. Ki bu hususun aksini iddia edemiyorum.

İkincisi “Her şair yazdığı gazelde 5, 7, 9, 11, 15 beyitten -ki gazelde beyit sayısı ortalaması 7’dir-, bir veya iki beyitte konu dışına çıkarak bir renklendirmeye, tatlandırmaya gidebilir. Kusur sayılmaz ama gitmemesi tercih olunur. Yahya Kemal’in hiçbir gazelinde konu dışına çıkılmaz, yek-âvâzdır, neyle başladıysa onunla bitirir.” der ki çok doğrudur.

Nihayet “Türk tarihinde -ki Türk’ün tarihini Alparslan’la başlatır Yahya Kemal-, övmeye değer bulduğu insan sayısı çok azdır. On üç kişiyi ismen övmeye tenezzül etmiştir. Biri Alparslan merhumdur. Kimden bahsediyorsa o dönemin Türkçesiyle yazmayı başarmıştır. Bunun da başka örneği yoktur.” dedi ki bu da doğrudur.

Şahsen ben eserlerinde Yahya Kemal’in sırat-ı müstakimden ayrılık emaresi gösteren de hiçbir şeyine şu ana kadar rastlamadım. İtikadî cihetten. Günah cihetinden olabilir. Ama itikadî cihetten “Yahu burada ne yaptı bu adam?” dedirtmedi yani. O dönemin şartları düşünülürse olabildiğince dosdoğru yerde kaldığı anlaşılıyor. Yani bunu da değerli buluyorum.

Hayati Bey’in sohbetini aktarmaya müteakip yazımda devam edeceğim.