Her hafta yazılarımı ülkenin savunma stratejileriyle, uluslararası krizlerle ya da siyasi gelişmelerle dolduruyorum. Zihinlerimiz çoğu zaman güncelin gürültüsüne gömülüyor; öyle ki, sessiz ama derin izler bırakan bireysel hikâyeler gözümüzden kaçabiliyor. Oysa bazen, bir insanın hayata karşı gösterdiği direnç, en karmaşık askeri planlardan, en sofistike diplomatik hamlelerden daha öğretici değil mi? Gündemin yoğunluğunu bir kenara bırakıp, etrafımızdaki insan ruhunun sınırlarını zorlayan yaşam öykülerine de kulak vermeliyiz. Çünkü gerçek dayanıklılık, sadece savaş alanlarında ya da meclis kürsülerinde değil; bazen bir annenin sabrında, bir işçinin terinde, bir hastanın yeniden ayağa kalkma çabasında gizlidir. Yaşamın en sert darbelerine karşı bile eğilmeyen, yaralanmış ama yılmamış, düşmüş ama yeniden ayağa kalkmış, kaybetmiş ama tekrar başlamış birinin sessiz zaferinde gizlidir. Çünkü bazen en büyük mücadele, yalnızca hayatta kalmak değil; insan kalabilmektir.

Her insanın hayatında bir “geçiş anı” vardır. Bazısı bir kayıpla tanışır, bazısı yalnızlıkla. Kimisi işini kaybeder, kimisi yönünü… Ama hepimizin ortak noktası şudur, Hayat bir şekilde bizi test eder. Bazen uykusuz gecelerle, bazen beklenmedik haberlerle, bazen de içimizde durmadan çınlayan bir “yetersizlik” sesiyle.

Benim hayatımın ilk yarısı üniforma ile geçti. Zor operasyonlar, sessiz ilerlemeler, soğuk sular, karanlık geceler, dalgalı denizler… Ama ikinci yarısı, yani üniformayı çıkardıktan sonrası da en az o kadar zorluydu. Çünkü bu kez düşman görünmezdi. Zihnimle, geçmişimle, kayıplarımla, geçimle ve gelecek korkularımla yüzleşmem gerekiyordu. İşte tam bu noktada askeri hayatın bana öğrettiği beceriye sarıldım hep, Mental dayanıklılık. Bazı anlar vardır; nefes almak bile lükstür. Benim için o anlardan biri, karanlık bir gecede, denizin dibinde, ağır ekipmanla sessizce ilerlerken, göz gözü görmez, kulaklar sadece kalbinin atışını duyarken ve düşünceler "başaramazsam" fikriyle dolu yaşanırken, asıl savaşım, zihnimdeydi. Ve bu savaş, bugün aramızda aç dolaşan, bankaya kredi borcu olan, bir hastane koridorunda ölümü bekleyen ya da bir ayrılığı omzunda taşıyan herkesin verdiği savaşla aynı kökten besleniyor: Vazgeçmemek.

Ben bir SAT komandosu olarak yıllarımı, sınırların ötesinde değil, sınırların içinde savaşarak geçirdim. Fiziksel zorluklar, eğitimlerdeki dayanılmaz ağrılar, ölümle burun buruna anlar… Bunların hepsi sadece görünen kısmıydı. Hayat her an bizi test eder. Bazen maddi sıkıntılarla. Cebinde son 500 lirayla markete gitmek, bazen bir mayınlı arazi gibi gelir insana. Hangi harcamaya dokunsan patlayacak gibidir. Çocuklar neler istemez ki. Böyle bir dönemde o baba hedefe kitlenmek, dalgaların yönünü değil, geminin rotasını önemsemekten başka ne yapabilir ki...

Askerdeyken bir göreve çıkarken plan yapardık. Ama bilirdik ki, planlar ilk çatışmada değişir. Hayat da öyledir. Planlar bozulur. Beklentiler yıkılır. Ama ana hedef, onurlu yaşamak, ayakta kalmak, doğru kalmak, değişmez. Bunu unutmamak, sivil hayattaki en büyük kurtarıcımdı.

Whatsapp Image 2025 04 25 At 13.50.02

Bir Evin Mutfağında Savaşmak…

Çok sevdiğimdi ve çok özel bir dostumdu, bir sabah arkasına bile bakmadan gitti. Ne çatışma sesi vardı, ne de acil durum anonsu. Ama içimde öyle bir sessizlik patladı ki, yıllarca denizin dibinde yaşadığım baskıyı hatırlattı. Orada öğrendiğim ilk şey şuydu: Sessizlik, zihnin çığlığı olabilir. Onu duymayı öğrenmelisin.

Bir SAT için en büyük görev, kriz anında soğukkanlı kalmaktır. Bu da zamanla gelişen bir disiplindir. O sabah mutfakta çay demlerken, içimdeki o tanıdık paniği bastırmak için bu beceriye sarılmıştım. Nefessiz kalmıştım, peşinden derin bir nefes aldım. Tıpkı nefesimi sınırlı kullanmam gereken bir serbest dalışta yaptığım gibi. “Şimdi değil,” dedim. “Şimdi ayakta kalma zamanı.  Bu, askeri hayatın bana kazandırdığı bir refleks, duygularla boğulmadan, duygularla yüzleşmek.

Kriz yönetimi sadece operasyonlarda olmaz. Annemin ellerinde gözyaşıyla öğrendiğim sabır.

Bir dönem annem çok ağır hastaydı. Geceleri başında beklerken, “Savaş burada başlıyor” derdim kendi kendime. Ne düşman vardı karşımda, ne de silah. Ama çaresizliğin sessizliği vardı. Eğitimlerin bana öğrettiği bir başka beceri devreye girerdi, beklemeyi bilmek. Sabretmek. Sessizlikte güç bulmak.

Askerde zaman yavaştır. Saatler geçmez. Soğuk ısırır. Ama beklemeyi öğrenirsen, zamanın bile üzerinde hüküm kurarsın. Sivil hayatta bu, sabrın gücüdür. Gecikmiş maaş, iyileşmeyen bir hasta, geçmeyen bir acı, bitmeyen kemoterapiler… Sabır, zihinsel dayanıklılığın en güçlü kalkanıdır.

İç Sesinle Barışmak

Görevdeyken bir şey daha öğrendim; dışarıdaki tehlike kadar, içerideki ses de tehlikeli olabilir. Özellikle zor zamanlarda kafanın içi bir savaş alanına döner. “Başaramazsın”, “Artık bitti”, “Herkes seni terk etti”… İşte o anlarda kullandığım en etkili taktik, o sesi dinlemek ama ona inanmamaktı. Sivil hayatta, özellikle yalnızlık zamanlarında ve yaş aldıkça bu ses daha da güçlenir. Ama kendine şunu hatırlatmalısın; Zihnin sana oyun oynar. Onunla savaşmak değil, onu yönetmek gerekir. Tıpkı bir operasyonda karanlıkla savaşmadığın, sadece ona alıştığın gibi.

Suyun Altında Nefes Almak, Zihinsel Duvarlar ve Suyun Altında Sessizlik

Su altından sızma eğitimi en zorlu eğitimlerden biridir. Dalış partnerimle birlikte 600 metre mesafeyi suyun altında sırtımızda limpet eğitim mayınıyla ve tam karanlıkta, tamamen sessiz bir şekilde kat etmemiz gerekiyordu. Kurs sırasında gece icra ettiğimiz bir kapalı devre dalışıydı. Yarı yola geldiğimizde denize bırakılan serseri bir ağa takılmıştım. Ben daha üstte yüzdüğüm için onu teğet geçen ağ beni çepeçevre sarmıştı. Su buz gibi soğuk, görüş sıfır, zaten gece ve kopkoyu karanlıktı ve partnerim niye anlamsızca çırpındığımı anlayamazdı çünkü aramızdaki ipten başka hiçbir bağ yoktu ne görüş ne ses irtibatı. Takıldığım için 8-10 metre derinlikten aşağılara doğru çekiliyorduk, sadece ufacık bir pusula ile ilerliyorduk, ağlara biraz daha fazla dolandığım için palet vuramadığımdan suda taş gibi inerken iple bağlı olduğum arkadaşım var gücüyle bizi yukarı çekmeye çalışıyordu, derinlik arttıkça cihazın çalışma prensibinden soluduğumuz oksijenin bizi zehirleme olasılığı artıyordu. İyi bir mücadele vardı suyun içinde birbirimizi görmüyorduk, o an partnerim niye taş gibi aşağıya indiğimizi de bilmiyordu ama aynı mayanın hamuruyduk, vazgeçmemek için yoğrulmuştuk, o 1-2 dk saatler gibi işlemişti zihnime, güç bela ağlardan kurtulup tekrar palet vurmaya başladığımda artık başka biri olmuştum. Panik her şeyi daha da kötüleştirebilirdi. O an geri dönmek de bir seçenekti. Ama eğitimde öğrendiğimiz bir şey vardı, Kriz anında verilen doğru karar, karanlıkta pusula gibidir. Kursun en güzel özelliği de budur yer, mekân, zaman gözetmeksizin öğretir hem de anında;  Korku bir uyarıdır, ama panik bir düşmandır. Bu olay partnerime de belki şunu öğretmişti, Hayatta da bazen bir hedefe yürürken, yanında olan biri tökezler. Omzuna bir zorluk biner. Geri dönmek cazip gelir. Ama eğer yürümeye, yüzmeye ya da o an her ne yapıyorsan ona devam edersen, hem hedefe ulaşırsın hem taşıdığın yükü bırakabileceğin bir yere varırsın. İşte mental dayanıklılık budur, zorluğun içinde ilerlemeye devam etmek.

Bunu bugün de kullanıyorum. Bir kriz anında, duyguların patlama yaptığı anlarda, nefes alıp düşünmek… Bazen sadece üç saniye. O üç saniye, bir hayatı değiştirebilir.

Günlük hayat da böyle. İş yerinde bir baskı, ailede bir kırılma, trafikte kaybolmuş bir sabır… Bunlar modern savaş alanlarıdır. Ve mental dayanıklılık, bu savaşlarda galip gelmenin anahtarıdır. Zamanın kıyısında duran 3 saniye kaderin yönünü değiştirebilir.

Sessiz Kararlar

Bir başka eğitimde, ani bir değişiklikle rotamız değişmişti. Geriye sadece sezgiler kalmıştı. Harita yok, zaman yok, iletişim yok. Orada karar vermek zorundaydım. Ve öğrendim ki, Zihin önceden eğitilmişse, kriz anlarında otomatik olarak doğruya yönelir. Bugün bu durumu bir eğitimci olarak kalemimle yaşarken bile hissediyorum. Zihinsel hazırlık, hayatın her alanında altın değerindedir.

Sana düşen, her sabah kendine şu soruları sormak, "Zihnimi eğitiyor muyum dün zihnimi güçlendirecek ne yaptım? Bir kitap mı okudum? Sessizce dua mı ettim? Bir dostuma mı sarıldım? Ya da sadece… sadece vazgeçmedim mi?  Günlük hayatta bunun anlamı büyüktür. Çünkü kriz gelince düşünmeye zaman yok. Her sabah uyandığında şunu hatırla; bugün, yarın yaşayacağın bir fırtınaya hazırlıktır. Okuduğun kitap, yürüdüğün yol, ettiğin dua, tuttuğun nefes, ritüel haline getirdiğin disiplin... Hepsi birer antrenmandır.

Zihnini kontrol et. Bugün sana ne fısıldıyor? "Başaramam" mı? Yoksa "Bir deneyeyim" mi? Ya da ‘’Ne olursa olsun ben başarırım’’ mı? Unutma, o küçük iç ses, senin en büyük dostun ya da düşmanın olabilir. Hayatın fırtınası bitmez. Ama sen bir kere zihinsel olarak güçlenmeyi öğrenirsen, ne olursa olsun batmazsın. Çünkü asıl mesele suyun altında kalmak değil, o derinlikte nefes almadan da düşünebilmektir. Mental dayanıklılık, sadece güçlü olmak değil; bazen yardım istemek, ağlamak, dinlenmek, geri çekilmek ama sonra tekrar kalkmak demektir. Çünkü suyun altında nefes alamasan bile, zihnin suyun üstünde kalabilir.

Hayatın Her Günü Bir Tatbikattır

Bugün artık bir eğitimciyim. Sahada değilim ama hâlâ gözlemdeyim. Herkes bir şeylerle savaşıyor. Kimi işsizlikle, kimi özgüvensizlikle, kimi bir ayrılıkla, kimi yalnızlıkla… Ama hepsinde tek bir çıkış yolu var, Zihinsel esneklik. Bu da sadece güçlü olmakla değil, gerektiğinde ağlamakla, dinlenmekle, yardım istemekle ama sonra yine yola çıkmakla olur. Tıpkı suda yüzemeyen birinin, önce suya alışması gibi.

Kırılmak mı, Esnemek mi?

Mental dayanıklılık, duvar gibi olmak değildir. Aksine, bambu gibi esnek olmaktır. Rüzgârda eğilen ama köküyle toprağa tutunan bambu… İşte bizler de öyle olmalıyız. Hayat bazen seni yere yatırır. Ama kalkmak, esneklik ister. Hayatta kimse asla her darbede dimdik kalamaz; ama hayat her zaman tekrar ayağa kalkanları kucaklar.

Hayatın İçindeki Operasyon

Bugün artık üniformam yok. Silahım kalem, istihbaratım kitaplar, operasyon sahalarım ise haber sayfaları… Ama inanın, mücadele hâlâ aynı. Kimi zaman zihnimdeki geçmişle, kimi zaman bir okurun umuduyla savaş veriyorum. Çünkü öğrendiğim bir şey var, yenilmezlik bir üniforma değil, bir yaşam biçimidir.

Karanlık sulardan geçmiş biri olarak söylüyorum: En sert fırtınada bile, içindeki dengeyi korursan, karaya varırsın. Bunun için herkesin üzerine kamuflaj giymesine gerek yok, ruhuna giydirsin yeter. Kamuflaj sadece kumaştır; esas olan, ruhuna sabır ve yenilmezlik zırhını kuşanmaktır.