95 yıl önce 3 Mart 1924 Pazartesi günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde çok önemli bir kanun tasarısı görüşülüyordu. Bir gün önce Halk Fırkası Meclis Grubu’nda kabul edilen ve Urfa mebusu Şeyh Saffet Efendi ile 53 arkadaşının imzası bulunan teklif üzerindeki müzakereler 5 saat içinde tamamlandı. 431 numaralı ve resmî ismiyle “Hilâfetin İlgâ ve Hanedan-ı Osmanî’nin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun” olarak Meclis’te kabul edildi.



HALİFE AYNI GÜN VATANDAN ÇIKARILIYOR



Sürgün Kanunu 13 maddeyi ihtiva ediyordu. 3. maddede “İkinci maddede mezkûr kimseler işbu kanunun ilanı tarihinden itibaren azami on gün zarfında Türkiye Cumhuriyeti arazisini terke mecburdurlar.” deniyordu. O günlerde Resmî Gazete haftada üç gün çıktığından kanun 6 Mart’ta çıkan nüshada yayınlanmıştı. Dolayısıyla Hanedan mensuplarının vatanı terk etmesi için son gün 15 Mart olmalıydı. Hâlbuki Halife Abdülmecid Efendi’ye, daha kanunun Meclis’te kabul edildiği 3 Mart günü, gece yarısına doğru, İstanbul Valisi Haydar Bey ve Polis Müdürü Sadettin Bey tarafından tebliğ edildi. Halife, oğlu Ömer Faruk Efendi, kızı, zevceleri ve üç kişilik maiyetiyle 4 Mart sabahı Dolmabahçe Sarayı'ndan alınarak otomobil ile Çatalca'ya getirilip Simplon Ekspresi'ne bindirildiler.



Vatanı terk için kanun kapsamındaki bütün kişilere 4 Mart günü tebliğ yapılarak şehzadelere 3 gün yani 6 Mart akşamına kadar, sultanlara ve diğerlerine ise 1 hafta mühlet verilmişti. Verilen bu mühletler, pasaportların zamanında hazırlanamaması, Mısır’a gitmek isteyenlere İngiltere Sefaretinin vize vermemesi, tren ve gemilerin kalkış saatlerinin getirdiği kısıtlamalar gibi sebeplerle birkaç gün uzamıştı. Yine de 12 Mart günü bittiğinde, o sırada zaten yurt dışında olanlar ile hasta olan Fatma Sultan ve ailesi haricinde, kanunun saydığı kişilerin tamamı vatan topraklarını terk etmiş bulunmaktaydı.



HİLAFET’İN TARİHÇESİ



Peygamber Efendimizin kurduğu İslam devletinin başına onun vefatından sonra “Halife-i Resulullah” yani “Allah’ın elçisinin halifesi” sıfatıyla önce dört halife ardından torunu Hazreti Hasan geçti. Daha sonra Emevîler, Abbasîler ve Osmanlılar halifeliği devam ettirdiler. İlk dört halife ve Hazreti Hasan devri 30, 14 halifenin başa geçtiği Emevîler devri 88 sene sürmüştür. Bağdat Abbasîlerinden 37 halife 508 yıl hüküm sürdüler. Ancak 22. Abbasî halifesinden itibaren 110 sene Büveyhîlerin, 26. halifeden itibaren de 139 sene Büyük Selçuklu Devleti ve Irak Selçuklularının himayesinde, ellerinde saltanat gücü olmadan halifelik yaptılar. Nihayet 1258’de Hülâgû’nun Bağdat’taki son Abbasî halifesini öldürmesi üzerine hilafet 3 sene kesintiye uğradı.



1261’den itibaren Kahire’ye taşınan halifelik 17 Abbasî halifesi ile 255 sene sürdü. Kahire Abbasîleri de yine saltanat gücü olmadan Memlûklü Devleti’nin himayesinde halifelik yaptılar. Yavuz Sultan Selim Han, Mercidâbık’ta Memlûklülere karşı kazanılan zaferden sonra savaş esirleri arasında bulunan Abbasî halifesi III. Mütevekkil’den bu makamı devraldı. Yavuz 28 Ağustos 1516’da Halep’e girmiş, ertesi günkü Cuma namazında hutbe, 74’üncü İslam halifesi olarak onun adına okunmuştur. Bu tarihten itibaren 3 Mart 1924’e kadar Hilafet makamı 408 yıl Osmanlılarda kalmıştır. Son Osmanlı hakan-halifesi Sultan Mehmed Vahîdedin Han 101’inci, hakan olmayıp sadece halife olan Abdülmecid Efendi de 102’nci ve son İslam halifesidir.



BU NOKTAYA NASIL GELİNDİ?



Dinin ve İslam ahlakının doğru olarak öğrenilmesi ve yayılması, kuvvetli bir devletin yardımı ve himayesi ile olur. Müslümanların “hamiliği” görevini Peygamberimiz ve dört halifesinden sonra Emevîler, Abbâsîler, Selçuklular ve özellikle Osmanlılar asırlarca başarıyla yerine getirdiler.



Geniş Müslüman coğrafyasında İngilizler iki yüz sene boyunca yürüttükleri çalışmalarının sonunda, Doğu Müslümanlarının hamisi Hindistan Babürlü İmparatorluğu’nu 1857 yılında yıkıp yok ettiler. Nihai emellerine ise Birinci Dünya Savaşı’nda ulaşarak Batı Müslümanlarının hamisi Osmanlı İmparatorluğunu parçaladılar.



İNGİLTERE’NİN ŞANTAJI



Dönemin en güçlü devleti İngiltere baskı yaparak yeni kurulan Türk devletinin yöneticilerini 1292 yıllık Halifelik müessesesinin kaldırılmasına ikna etti ve dünyadaki Müslümanları tamamen başsız bıraktı. İngiltere’nin yeni Türk devletine meşruiyet kazandıran Lozan Antlaşması’nı 1 yıl gecikmeyle yani ancak 1924’te Halifelik kaldırıldıktan sonra imzalaması bu sözümüzün açık bir delilidir. Hâlbuki Mustafa Kemal Paşa ve Meclis başlangıçta bu fikrin bilakis karşısında idi.



Nitekim 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan Büyük Millet Meclisinin 24 Nisan 1920 Cumartesi günkü ikinci birleşiminde, Ankara milletvekili Mustafa Kemal Paşa uzun konuşmasının bir yerinde “Osmanlı Devleti diğer herhangi bir devlet gibi hükümdarının cismani nüfuzu etrafında şekillenmiş değildir. Saltanat makamı aynı zamanda Hilâfet makamı olduğundan Padişahımız, İslam toplumunun da reisidir. Çalışmalarımızın birinci gayesi ise Saltanat ve Hilafet makamlarının ayrılmasını amaçlayan düşmanlarımıza Milli İrade’nin buna uygun olmadığını göstermek ve bu kutsal makamları yabancı esaretinden kurtararak ülü’l-emrin yetkisini, düşmanın tehdit ve zorlamasından serbest kılmaktır.” diyerek Ankara hükümetinin esas amacının, Saltanat’ın Hilafet’le birlikte muhafaza edilmesi olduğunu vurgulamıştı (Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, c. 1, Ankara 1920, s. 35).



Büyük Millet Meclisinin 25 Nisan 1920 Pazar günkü üçüncü birleşiminde ise “Büyük Millet Meclisinin Memlekete Beyannamesi” başlıklı bir metin alkışlarla kabul edilmiş ve Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa imzasıyla yayınlanmıştı. Bu beyannamede Meclis’in, “Halife ve Padişahımızı düşmanın baskısından kurtarmak, Anadolu’nun parça parça şunun bunun elinde kalmasına mani olmak, payitahtımızı yine Anavatan’a bağlamak için” çalıştığı anlatılıyor, “Biz vekilleriniz Cenabı Hak ve Resul-i Ekrem’i adına yemin ederiz ki Padişah’a ve Halife’ye isyan sözü bir yalandan ibarettir.” deniyor ve “Allah’ın laneti düşmana yardım eden hainlerin üzerine olsun, rahmet ve yardımı Halife ve Padişahımızı, millet ve vatanı kurtarmak için çalışanların üzerinden eksik olmasın!” duasıyla sona eriyordu (Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, c. 1, Ankara 1920, s. 64-65).





İNGİLİZ’İN KORKUSU



Dünya Müslümanlarının birlikte hareket etmesinden son derece ürken İngilizler bu konuya öyle önem vermişlerdir ki eski Hindistan Genel Valisi ve 1919-1924 yılları arasındaki İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon daha sonra şu konuşmayı yapmıştır: “Şu anki durum, Türkiye'de İslam Hilafeti'nin öldüğü ve bir daha asla ortaya çıkmayacağı yönündedir. Ancak Müslümanların gelecek nesilleri arasında İslami birliği sağlayacak herhangi bir girişime asla izin vermemeliyiz. Hilafeti sona erdirmeyi zaten başarmışken, fikri veya kültürel manada bile olsa Müslümanlar arasında böyle bir kurumun bir daha asla meydana gelmemesini temin etmeliyiz.”



Sonuç olarak dünya Müslümanları 95 seneden beri başsızdır. Başsız oldukları bu dönemde Müslümanların başına nelerin geldiğine hep birlikte şahit olduk, olmaya devam ediyoruz.



HANEDAN’IN SÜRGÜNÜ



Sürgün kapsamındaki şehzade unvanını taşıyan 35 kişiyle birlikte son padişah ve son halife dâhil Hanedan’ın toplam 37 erkek üyesi bulunuyordu. Sultan denilen padişah ve şehzade kızları (42 kişi), bu sultanların sultanzade denilen erkek (16 kişi) ve hanımsultan denilen kız çocukları (15 kişi), ayrıca buraya kadar sayılanlardan evli olanların zevç (18 kişi) ve zevceleri (27 kişi, aslında bu kategoride olanlar, mecbur olmadığı hâlde gidenler sebebiyle 27’den daha çoktur) ile birlikte kanunun saydığı kişi sayısı asgari 155'e ulaşmaktaydı.



Sürgün, şehzadeler dışındaki erkekler ile kadınlar için 28, şehzadeler için 50 yıl sürdü. 16 Haziran 1952’de Hanedan’ın şehzadeler dışındaki üye ve mensuplarının vatana dönmesine imkân veren kanun çıktığında, 1924’teki sürgün listesinde bulunan 42 sultandan 18’i, aradan geçen 28 yıl içinde vefat etmiş bulunuyordu. Sağ olan diğerlerinin ve bu arada doğan yeni sultanların da bu izinden faydalanıp sürekli kalmak için vatana dönmesi son derece zordu. Vatana dönme izni çıkan bir sultan veya şehzade eşi, yasaklı babasını, kocasını veya oğlunu, bulunduğu ülkede bırakıp nasıl gelecekti? Dolayısıyla bu izinden aslında, fevkalade sınırlı sayıda kişi istifade edebilmişti.



Aradan yarım asır geçtikten sonra 15 Mayıs 1974’te şehzadeler için de vatana giriş izni verildiği zaman, 1924 Mart’ında vatandan çıkarılan 37 erkek üyeden sadece 10 tanesi hayatta bulunuyordu. 42 sultandan da 14’ü sağdı. Artık yaşları ilerlemiş, çoğunun İstanbul'da ne bir arkadaşları ne de akrabaları kalmıştı. Yâd ellerde geçen yarım asırlık uzun zaman dilimi, yaşadığımız şu mukaddes vatan topraklarında dedeleri 623 yıl hüküm sürmüş bu ailenin her bir ferdi için, kimi ilginç, kimi hüzünlü, hatta bazıları insanı ağlatacak serencamlara şahit olmuştu. 1924 Mart’ında tren ve gemilerle vatanı terk etmeye mecbur bırakılan Osmanlı Hanedanı mensubu 155 kişiden bugün hayatta olan hiç kimse yoktur. Son olarak 17 Ocak 2019 günü Beyrut’ta vefat eden 1918 doğumlu Bilun Hanımsultan, Sultan Abdülmecid Han’ın torunu Fatma Zehra Sultan’ın kızı idi.



Şu anda hayatta 25 şehzade ve 13 sultan vardır. Bunların dışında, sultan çocuğu olan 21 sultanzade ve 13 hanımsultan bulunmaktadır. Ayrıca vefat etmiş ve hayattaki sultan çocuklarının çocuk ve torunları olan 230 civarında aile üyesi ile birlikte Sultan İkinci Mahmud Han’ın neslinden gelen hayattaki kişi sayısı 300’ü aşmaktadır.