Yaşanmış bu hikâyemizde kıssa alacağımız, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bilmediğimiz yaklaşım şekillerine ve zarifliğine şahit olacağımız yaşanmışlıklar var. Biliriz ki; Atatürk tekke ve zaviyelerin kapanmasını ve faaliyetlerini men eden kanunları yasalaştırmıştır. Dini önemsemesi ile dini alet olarak kullanan tarikatlara ve dâhilinde olanlara da mesafeli durmuştur. Ekseri menfaat çıkar amaçlı faaliyetleri olan tarikatları ve din simsarlarını hukuk kurallarımızla yargıya yönlendirmiştir. Malumunuz Türkiye Cumhuriyeti laik, hukuk devletidir, anayasa, yasa ve kanunlarımız bu içeriktedir. Prof. Dr. Yurdakul Yurdakul Atatürk'ün yaveri Halil Nuri YURDAKUL'un oğludur, aşağıda pek çoğumuzun haberdar olmadığı bir yaşanmış hikâyeye kitabında yer vermiş, farklı bir bakış açısına şahit olmak, haberdar olmak gayesiyle yazıma ek yaptım.

..

Atatürk'ün yaveri anlatıyor;

Bir gün Atatürk'le beraber Abidinpaşa'dan gelip Samanpazarı yoluyla Ulus'a geçiyorduk.

O zamanlar Samanpazarı'n da bulunan üç beş dükkândan birisi Ali Efendi isimli kitapçıya aitti. Kitapçı dükkânının kepenklerinde, nefis bir halı asılmış duruyordu. Harp yıllarının sonu olduğundan hiçbir yerde, hele Ankara da böyle güzel bir şey görmek pek şaşırtıcı olduğu için bu halı Atatürk'ün de dikkatini çekti. Hemen arabayı durdurup indik.

Beraberce dükkâna yürüdük. Kitapçı, Ata'yı görünce, buyurun Paşam diyerek heyecanla bir emri olup olmadığını sordu. Paşa da bu halıyı çok güzel bulduklarını ifade ettiler. Kitapçı;

- "Paşam, bu halı bir müşterimin. Paraya ihtiyacı olmuş, satılması için bana bıraktılar. Benimle bir ilgisi yok" dedi.

Atatürk, böyle güzel bir halının çok kıymetli olduğunu, bunu halı sahibinin nereden almış olabileceğini öğrenmek istediler. Kitapçı ezile büzüle;

- "Paşam, emanet koyan isminin söylenmemesini özellikle rica ettiler, müsaade ederseniz ismini söylemeyeyim" dedi.

Bu sefer Atatürk daha çok merak edip;

- "Çocuk, belki halıyı almak isteyeceğiz. Kimin ve kaça olduğunu öğrenmek isteriz" dediler.

Kitapçı;

- "Paşam 40 lira istemişlerdi" deyip yine halı sahibinin ismini vermedi. Atatürk halı sahibini iyice merak edip ısrar edince de, kitapçı istemeyerek ve sıkılarak;

- "Abdülhalim Çelebi Hazretlerinin Paşam" dedi.

Abdülhalim Efendi, Hz.

Mevlâna sülalesinden gelmiş, Konya milletvekili olarak Mecliste görev yapıyordu. Kapısı herkese daima açık, cömert, gayet güzel konuşan, Mevlevî kalpağı ile gezen, akıllı, sevimli, hoş sohbet, özü sözü doğru bir kişiydi.

Mustafa Kemâl, bu cevabı alınca çok duygulandı ve bana dönerek dükkâna 40 lira bırakmamı emretti.

Hemen parayı bıraktım. Kitapçı halıyı koşarak indirip paket yapmaya koyuldu.

Bu arada Mustafa Kemal, Abdülhalim Efendi'nin kişiliğinden övgüyle bahsederek;

- "Abdülhalim Efendi, evde halısını satacak kadar parasız kalıyor ama kapısını kimseye kapamıyor" diyerek onu övdü. Sonra da kitapçıya dönerek;

- "Bana bak, halıyı biz alıyoruz. Fakat halıyı Abdülhalim Efendi'nin evine yollayınız, biz oradan aldırırız. Akşamüzeri de kendilerine bir kahve içmek için geleceğimizi söyleyiniz." dediler. Kitapçı bu davranışa şaşırmış bize bakarken, arabaya binip uzaklaştık.

Aynı akşam Abdülhalim Efendi'nin evine gittik. Kendisi bizi avlu kapısında karşıladı.

Eve girince baktım halı, kapı arkasında paketli olarak duruyordu. Mütevazı evinde minderlere oturuldu, kahveler içildi.

Abdülhalim Efendi;

- "Paşam halıyı almışsınız. Fakat halı evime geri geldi. Müsaade ederseniz, arabanıza koyduralım." dedi.

Atatürk de;

- "Abdülhalim Efendi halı yine bizim olsun. Biz arada sırada sana kahve içmeye geldikçe onun üzerinde kahvemizi içeriz." diyerek halıyı açtırdılar ve odaya serdirdiler.

Kahveler içildi ve sohbet edildi. Giderken Abdülhalim Efendi yine bizi kapıya kadar uğurlayarak;

- "Paşam eğer müsaadeniz olursa halıyı..." derken Atatürk sözünü keserek mütebessim;

- "Abdülhalim Efendi, onu sana emaneten bırakıyoruz. Her gelmemizde onu burada görmek ve üzerinde oturmak isteriz." diyerek veda edip ayrıldılar.

Böylece Atatürk, Abdülhalim Çelebi Efendi'ye, kitapçıya bile belli etmemeye çalışarak ihtiyacı olan yardımı yapmış, fakat halıyı almamışlardı.

Bu ibret verici anı; O büyük asker, devlet adamı ve devrimci liderin, en az bu nitelikleri kadar büyük olan insanlığını anlatmasının yanı sıra, onun, gerçek dindar ve üstelik bir tarikat mensubu olan Çelebiye saygısını göstermesi bakımından da ayrı bir önem taşıyor.

Abdülhalim Efendi, o halıyı Konya Mevlânâ Müzesi kurulunca oraya armağan etmiştir. Görülüyor ki, Abdülhalim Efendi de bu asil davranışı kötüye kullanmamış ve halıyı sahiplenmeyip, layık olduğu yere armağan etmiştir. (1922). Ayrıca; Herkese açık sofrasını sürdürebilmek için halısını satan bir tarikat ehliyet, dini siyasete alet ederek para, mevki ve güce ulaşmayı düşünmemiştir.

Atatürk’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar / Prof. Dr. Yurdakul Yurdakul

..

Yaşanmış anıdan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yaklaşım şekli, tavır ve tarzı, uygulama halinden çokça mesajlar almamız mümkün. Din işleri ile devlet işlerini ayrı tutmak şiarı olsa da Atamızın samimi, içten, paylaşımcı olan din ile siyaset işlerini ayrı tutan, din merkezli güç, para, şöhret kazanma hedefi olmayan her kim, kimlerse göreceği muamele ve karşılık yaşanmış hikâyemizde belirgin. Bir insan düşünün ki yetkilerin en üstününe, fazlasına sahip, bu yetkileri sadece prosedürlere uygun, yasal olarak elde etmemiş, ekseri milletin gönüllerinde yer etmiş teveccühlerini kazanmış ve yaşadıkça bu itimadı da güveni de hep artırmış. Ünü, şöhreti, saygınlığı sadece kendi devleti ve milletinin olduğu ülkede değil tüm dünya ya yayılmış sahiplenilip destek görmüş. Dehamız, kurtarıcı ve Türkiye Cumhuriyeti kurucusu, devrimci Mustafa Kemal Atatürk, bir kıymetli halı ve yaşanan hikâye, farklı açı ve farklı yaklaşımlarla ne çok ders almamız, ders çıkartıp hayatlarımıza almamız gerek.