Mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’den öğrendiğimize göre eski peygamberlerden beş tanesinin kavimlerine, Yüce Yaradan’ın emirlerine karşı gelme ve yasaklarını çiğneme konusundaki azgınlıkları sebebiyle umumi bela gönderilmiş ve toptan helak edilmişlerdir.

Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılan peygamber kıssaları kastedilerek “Andolsun ki onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır.” (Yûsuf, 12/111) buyurulduğuna göre bu azapların bu kavimlere niçin ve nasıl gönderildiğine ibret almak maksadıyla bir bakalım.

NÛH KAVMİ

İdris “aleyhisselâm” göğe çıkarıldıktan sonra insanlar azdı. Doğru yoldan ayrıldı. Putlara yani heykellere tapmaya başladılar. Aralarında zulüm, zorbalık, fitne ve ahlaksızlık gibi kötülükler artıp yayıldı. Cenab-ı Hak bunlara Nûh “aleyhisselâm”ı gönderdi. O zaman, 50 yaşında idi. Nice yıl onları dine davet etti. Kendisine sadece oğulları Sâm, Hâm ve Yâfes ile az kimse iman etti. Çoğu kulak asmadı. Kendi oğlu Yâm yani Ken’ân bile iman etmedi. Alay ve işkence ettiler.

Nûh “aleyhisselâm” kavmine beddua etti. Beş yüz yaşından sonra gemi yapması emredildi. Gemi bitince tufan oldu. Müminler ile gemiye bindi. Gemiye binenlerin 80 kişi ve geminin üç kat olduğu Ebû İshak Ahmed b. Muhammed Nîşâpûrî’nin Arâ’isü’l-Mecâlis kitabında yazılıdır. Nûh “aleyhisselâm” gemiye her hayvandan da birer çift aldı. Oğlu Ken’ân’ı da gemiye çağırdı. O ise “Ben dağa çıkar kurtulurum.” dedi. Bir dalga geldi. Oğlunu alıp boğdu. Sular dağları aştı. İnsanlar ve hayvanlar telef oldu. Altı ay sonra yağmurlar durdu. Sular çekildi. Gemi Hakkâri’de Cudi dağına oturdu.

İnsanlar Nûh “aleyhisselâm”ın bu üç oğlundan üredi. Nûh “aleyhisselâm”a bu sebeple “İkinci Âdem” denildi. Sâm’dan Arap, Fars ve Rum, Hâm’dan Hindistan, Habeş ve Afrika halkı, Yâfes’ten de Asyalılar ve Türkler meydana geldi. Bering Boğazı’ndan Amerika’ya da geçip yerleşenler oldu.

Nûh “aleyhisselâm” ve kavmi ile ilgili bazı âyet-i kerîmeler:

Nûh “Rabbim” dedi, “Yeryüzünde inkârcılardan hiç kimseyi sağ bırakma! Sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; günahkâr nankör nesillerden başkasını da yetiştirmezler. Rabbim! Beni, annemi, babamı, inanmış olarak evime girenleri, mümin erkekleri ve mümin kadınları bağışla, zalimleri ise daima helâk et.” (Nûh, 71/26-28)

“Onu yalanladılar. Biz de onu ve onunla beraber gemide bulunanları kurtardık; âyetlerimizi asılsız sayanları da suda boğduk! Çünkü onlar kör bir kavim idiler.” (A’râf, 7/64)

“Nihayet emrimiz geldi ve sular coşup yükseldi. Nûh’a dedik ki: ‘Her tür hayvandan birer çift ile daha önce haklarında hüküm verilmiş olanlar dışında aileni ve iman edenleri gemiye bindir!’ Zaten onunla birlikte pek azı iman etmişti.

Nûh, ‘Haydi gemiye binin! Yüzerken de dururken de Allah’ın adını anın. Şüphesiz ki rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.’ dedi. Derken gemi onları, dağlar gibi dalgalar arasında götürmeye başladı. Nûh uzak duran oğluna, ‘Haydi yavrum gel, sen de bizimle birlikte gemiye bin, kâfirlerle beraber olma!’ diye seslendi. Oğlu, ‘Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım.’ diye cevap verdi. Nûh dedi ki: ‘Bugün Allah’ın hükmünden ancak onun esirgedikleri kurtulacaktır.’

Derken aralarına dalga giriverdi, böylece o da boğulanlardan oldu. Sonra ‘Ey toprak suyunu yut! Ey gök sen de tut!’ denildi. Su çekildi; hüküm yerini buldu, gemi Cudi’nin üzerine oturdu; ‘Zalimlerin topunun canı cehenneme!’ denildi.” (Hûd, 11/40-44)

“Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: ‘Bizim gözetimimiz altında ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Buyruğumuz geldiğinde sular coşup yükselmeye başlayınca her cinsten birer çift hayvan ile kendileri aleyhinde hüküm kesinleşmiş olanların dışındaki aileni gemiye al; ama o haksızlığa sapmış olanlar konusunda sakın bana bir şey söyleme! Onlar kesinlikle boğulacaklar!’ Yanındakilerle birlikte sen de gemiye yerleştiğinde, ‘Bizi bu zalimler topluluğundan kurtaran Allah’a hamdolsun!’ de. Yine de ki: ‘Rabbim! Beni bereketli bir yere indir; en uygun şekilde indirip yerleştiren sensin.” (Mü’minûn, 23/27-29)

ÂD KAVMİ

Yemen’de, Hadramut denilen yerde yaşayan Âd kavmine Hûd “aleyhisselâm” peygamber olarak gönderildi. Âd kavminin oğulları, malları, hayvanları ve muhteşem sarayları vardı. Güç, kuvvet, boy ve cüsseleriyle meşhur bu insanlar hem bu güçlerine hem de servetlerine mağrur olup azdılar. Doğru yoldan ve dinlerinden ayrıldılar. Allahü Teâlâ’yı unutarak putlara tapmaya başladılar. Etrafa dehşet saçıyorlar, diğer insanları zulümleri altında inletiyorlardı.

Hûd “aleyhisselâm” kavmini doğru yola kavuşturmak için tebliğ vazifesine başladı. Kavmi kendisine inanmadı. Kendisine kaba davranıp hakaret ettiler. Kavminin ıslah olmayacağını anlayan Hûd “aleyhisselâm” onlara beddua etti.

Âd kavmi sarsar denilen bir rüzgâr ile helâk edildi. Rüzgâr korkunç bir ses çıkararak esiyor, her şeyi saman çöpü gibi savuruyordu. Âd kavmi kasırgadan kurtulmak için tutundukları ağaç ve taşlarla birlikte havaya fırlayarak paramparça oldular. Rüzgâr cesetlerini bile sürükleyip denize attı. Mal ve mülklerinden, İrem denilen bağlarından eser kalmadı.

Hûd “aleyhisselâm” ve kavmi ile ilgili bazı âyet-i kerîmeler:

“Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanmayı dileyin, sonra ona tövbe edin ki üzerinize bolca yağmur göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın; sakın günahkârlar olup Allah’tan yüz çevirmeyin!” (Hûd, 11/52)

“Anılan Âd kavmi, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve ‘Bizden daha güçlü kim var?’ dediler. Onları yaratan Allah’ın kendilerinden daha güçlü olduğunu düşünmezler miydi? Onlar, âyetlerimizi de inatla inkâr ediyorlardı. Sonunda dünya hayatında onlara alçaltıcı cezayı tattırmak için o kara günlerde üzerlerine dondurucu bir rüzgâr gönderdik. Âhiret azabı ise daha da alçaltıcı olacak, onlara yardım da edilmeyecektir.” (Fussilet, 41/15-16)

“Dediler ki: ‘Sen bize tek Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin? Eğer doğrulardan isen, bizi tehdit ettiğini azabı getir bize!’

Hûd şöyle cevap verdi: ‘Üzerinize rabbinizden bir öfke ve bir azap inmektedir. Haklarında Allah’ın hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler hususunda benimle tartışıyor musunuz? Bekleyin öyleyse! Şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!’

Onu ve onunla beraber olanları rahmetimizle kurtardık ve âyetlerimizi yalan sayıp da iman etmeyenlerin kökünü kestik.” (A’râf, 7/70-72)

SEMÛD KAVMİ

Semûd kavminin ülkesi Hicaz ile Şam arasındaki Hicr denilen bölgede idi. Bunlar Âd kavminden sonra idiler. Âd kavminin başına gelenler kendilerine ulaşmış olacak ki kendilerince tedbir alarak dağları, taşları oyup sağlam sığınaklar yaptılar. Sanatta ve servette epeyce ilerlediler. Zevk ve sefaya dalıp dinlerinden uzaklaştılar. Nihayet ağaçtan ve taştan putlara tapmaya, zulme ve haksızlığa başladılar. Azgın bir kavim haline geldiler. 

Kendilerine Salih “aleyhisselâm” peygamber olarak gönderildi. Dinlemediler, inanmadılar. Mucize istediler. Söyledikleri gibi kayadan deve çıktı, yavruladı. Yine inanmadılar. Deveyi öldürdüler. Nihayet kâfirlere gökten azap geldi. Önce ağaçların yaprakları kızardı, sular kan rengi oldu, insanları yüzü sapsarı oldu. İkinci gün yüzleri kana boyanmış gibi kıpkırmızı oldu. Azabın gelmekte olduğunu anlayıp feryat ettiler. Üçüncü gün yüzleri simsiyah oldu. Bu arada Salih “aleyhisselâm” iman eden birkaç kişi ile şehirden ayrılmıştı. O gün gece yarısından sonra sabaha karşı şiddetli bir sarsıntı ve dağlardan fışkıran ateş ile yurtları altüst oldu. Sarsıntının şiddetinden hepsinin ödleri patladı, helak olup gittiler.

Salih “aleyhisselâm” ve kavmi ile ilgili bazı âyet-i kerîmeler:

“Semûd’a da kardeşleri Salih’i gönderdik. Onlara, ‘Ey kavmim’ dedi, ‘Allah’a kulluk edin; sizin ondan başka tanrınız yoktur. Size rabbinizden açık bir delil gelmiştir. O da size bir işaret olarak Allah’ın şu devesidir. Onu bırakın, Allah’ın toprağında otlasın. Ona kötülük etmeyin; sonra sizi elem verici bir azap yakalar. Düşünün ki Allah Âd kavminden sonra yerlerine sizi getirdi ve yeryüzünde sizi yerleştirdi. Onun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler kuruyorsunuz. Artık Allah’ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın.’

Kavminin ileri gelenlerinden büyüklük taslayanlar, içlerinden zayıf gördükleri kesimden inananlara dediler ki: “Siz Salih’in, rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?” Onlar da ‘Şüphesiz biz onunla ne gönderilmişse ona inanırız.’ dediler. Büyüklük taslayanlar ise, ‘Biz de sizin inandığınızı inkâr ediyoruz.’ diye karşılık verdiler. Derken, o dişi deveyi ayaklarını keserek öldürdüler, böylece rablerinin emrinden dışarı çıktılar ve ‘Ey Salih! Eğer sen gerçekten peygamberlerden isen, bizi tehdit ettiğin azabı bize getir!’ dediler.

Bunun üzerine onları o dehşetli sarsıntı yakaladı da yurtlarında yere serildiler. Salih o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: ‘Ey kavmim! Andolsun ki ben size rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim; fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz.” (A’râf, 7/73-79)

“Semûd kavmine gelince, onlara doğru yolu gösterdik ama körlüğü, doğru yolu görmeye tercih ettiler; nihayet kendi yapıp ettiklerinin sonucu olarak alçaltıcı bir yıldırım azabı yakalayıverdi onları! İnanan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanları da kurtardık.” (Fussilet, 41/17-18)

Lût ve Şuayb peygamberlerin kavimlerinin ahvalini anlatmaya sonraki yazımda devam edeceğim.

KUR’ÂN-I KERÎM’İN ANLATIMIYLA ESKİ KAVİMLERE GELEN AZAPLAR (2)

Mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’den öğrendiğimize göre eski peygamberlerden beş tanesinin kavmine, Yüce Yaradan’ın emirlerine karşı gelme ve yasaklarını çiğneme konusundaki azgınlıkları sebebiyle umumi bela gönderilmiş ve toptan helak edilmişlerdir. Bu azapların bu kavimlere niçin ve nasıl gönderildiğini incelemeye önceki yazımda kaldığım yerden devam ediyorum.

LÛT KAVMİ

Lût “aleyhisselâm” Lût gölü civarındaki Sedum veya Sodom şehri halkına peygamber oldu. Bu insanlar putlara taptıkları gibi livâta yani erkek erkeğe eşcinsel ilişkiye müptela olmuşlardı. Lût “aleyhisselâm” onları bu çirkin işlerinden men etti. Kendisine inanmadılar. Karısı da kendisine ihanet edip inkarcılarla birlikte hareket etti. Ne kadar nasihat ettiyse de kavmine dinletemedi. İsyandan ve fuhuştan vazgeçmediler.

Lût “aleyhisselâm”a kavmine azabın yakında geleceği bildirilince şehirden çıktı. Şehir altüst edildi. Gökten taş yağdı. Şehir yerin dibine geçti. Sonra kaynar sular fışkırıp göl haline geldi.

Lût “aleyhisselâm” ve kavmi ile ilgili bazı âyet-i kerîmeler:

“Lût kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladı. Kardeşleri Lût onlara şöyle demişti: ‘Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Bilin ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. Bunun için sizden karşılık beklemiyorum. Benim ecrimi vermek yalnız âlemlerin rabbine aittir. Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp da insanlar arasından erkeklerle mi beraber oluyorsunuz? Doğrusu siz haddini aşan bir kavimsiniz!’

‘Ey Lût!’ dediler, ‘Bu tutumundan vazgeçmezsen iyi bil ki sen de kovulacaksın!’ Lût, ‘Doğrusu ben bu yaptığınızdan dolayı sizden nefret ediyorum.’ dedi. ‘Rabbim! Beni ve ailemi, bunların yapmakta olduklarının vebalinden kurtar.’ diye dua etti.” (Şu’arâ, 26/160-169)

“Lût’a gelince o, kavmine demişti ki: ‘Siz, kesinlikle daha önce hiçbir milletten hiç kimsenin yapmadığı bir hayasızlığı yapıyorsunuz. Siz hâlâ erkeklere yaklaşacak, meşrû yolu kapatacak, toplantılarınızda ahlâk dışı işler yapacak mısınız?’

Kavminin tek cevabı şu oldu: ‘Hadi, doğru söyleyenlerden isen başımıza Allah’ın azabını getir de görelim!’ Lût, ‘Şu ahlâkı bozan topluluğa karşı bana yardım et rabbim!’ diye dua etti.” (Ankebût, 29/28-30)

“Lût’u da peygamber gönderdik. Kavmine dedi ki: ‘Sizden önce insanlardan hiçbirinin yapmadığı fuhşu mu yapıyorsunuz? Çünkü siz, kadınları bırakıp da cinsel tatmin için erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz haddi aşan bir topluluksunuz.’

Kavminin cevabı, ‘Lût ve arkadaşlarını memleketinizden çıkarın! Çünkü onlar fazla temizlik taslayan insanlar!’ demelerinden başka bir şey olmadı.

Biz de onu ve karısı dışındaki aile fertlerini kurtardık. Karısı geride kalan kâfirlerden idi. Ve üzerlerine dehşetli bir taş yağdırdık. İşte gör günahkârların sonunun ne olduğunu!” (A’râf ,7/80-84)

“Nihayet ortalık aydınlanırken korkunç ses onları yakalayıverdi! Ardından yurtlarının altını üstüne getirdik, üzerlerine taşlaşmış çamur yağdırdık!” (Hicr, 15/73-74)

MEDYEN VE EYKELİLER

Medyen halkı Akabe Körfezi’nden Humus Vadisi’ne kadar uzanan Kızıldeniz sahillerinde yaşıyordu. Medyenliler atalarının dininden ayrılmış kötü yollara sapmışlardı. Kendi elleri ile yaptıkları putlara tapıyorlardı. Ticaretle uğraşıyorlar, bütün işlerinde hileye başvuruyorlardı. Alırken büyük ölçekle alıyor, satarken küçük ölçekle satıyorlardı. Yiyecek maddelerini stokluyor, pahalanınca fahiş fiyatla satıyorlardı.

Kendilerine Şuayb “aleyhisselâm” peygamber olarak gönderildi. Şuayb “aleyhisselâm” onlara nasihat etti. Saha önce Nûh, Hûd ve Lût peygamberlerin kavimlerinin başına gelenleri anlattı. Dinlemeyip inkâr ettiler. İnananları da tehdit ederek yurtlarından çıkaracaklarını söylediler. Nihayet azgınlıklarına ve inananlara karşı düşmanlılarına devam eden Medyen halkı üzerine azap gönderildi. Çok güçlü bir ses ve zelzele ile helak edildiler.

Şuayb “aleyhisselâm” kendisine inananlarla birlikte bu defa Medyen’e yakın bir yerdeki Eyke’ye gitti. Eyke halkı da Medyenlilerin bütün kötü özelliklerini taşıyorlardı. Onlar da nasihat kabul etmeyip inkarlarında sabit kaldılar. Nihayet Cenab-ı Hakk’ın azabı geldi. Önce ortalığı kasıp kavuran şiddetli bir sıcaklığa tutuldular. Sular fokur fokur kaynadı. Susuzluktan kıvranıyor sıcak suları içtikçe içleri yanıyordu. Çaresizlikten gölge ve içecek su arıyorlar, bir taraftan öbür tarafa koşuyorlardı. Bu hâl 7 gün devam etti. Sekizinci gün ufukta koyu gölgeli siyah bir bulut çıkıp yükseldi. Bunu gören Eykeliler serinlemek için koşup hepsi bulutun altında toplandılar. Aniden buluttan üzerlerine şiddetli bir ateş yağmaya başladı ve hepsi ateş altında helâk olup gittiler.

Şuayb “aleyhisselâm” ve kavmi ile ilgili bazı âyet-i kerîmeler:

“Medyen’e kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. Dedi ki: ‘Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; sizin ondan başka tanrınız yoktur. Size rabbinizden açık bir delil gelmiştir. Artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların mallarının değerini düşürmeyin, düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapamayın. Eğer inananlar iseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır. İnananları tehdit edip Allah yolundan alıkoyarak ve onu eğri göstermek maksadıyla her yolun başında pusu kurup oturmayın. Düşünün ki, siz az sayıdaydınız, sonra o sizi çoğalttı. Bozguncuların sonunun nasıl olduğunu da düşünün! Eğer içinizden bir grup bana gönderilene inanmış, bir grup da inanmamışsa, artık Allah aramızda hükmünü verinceye kadar sabredin! O, hükmedenlerin en iyisidir.’

Kavminden büyüklük taslayan önderler kesimi şöyle dediler: ‘Ey Şuayb! Ya seni ve seninle beraber inananları kesinlikle şehrimizden çıkaracağız veya mutlaka dinimize döneceksiniz!’ Şuayb dedi ki: ‘İstemesek de mi? Doğrusu Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek Allah hakkında yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah dilemedikçe sizin dininize dönmemiz bizim için olacak şey değildir! Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah’a dayanırız. Ey rabbimiz! Kavmimizle bizim aramızda adaletli hükmünü ver. Sen hüküm verenlerin en hayırlısısın.’

Kavminin inkârcı ileri gelenleri, ‘Eğer Şuayb’a uyarsanız o takdirde siz mutlaka hüsrana uğrarsınız!’ dediler.

Nihayet o şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında yere serilip kaldılar. Şuayb’ı yalanlayanlar sanki orada hiç yurt tutmamış gibi oldular. Böylece asıl hüsrana uğrayanlar, Şuayb’ı yalanlayanlar oldu. Şuayb onlardan ayrıldı ve bu arada ‘Ey kavmim!’ dedi, ‘Ben size rabbimizin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl acırım!” (A’râf ,7/85-93)

“Medyenliler’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. ‘Ey kavmim" dedi, ‘Allah’a kul olun, âhiret gününü ümitle bekleyin; yeryüzünde bozgunculuk yapıp karışıklık çıkarmayın!’  Ama onu yalancılıkla suçladılar. Bunun üzerine kendilerini o dehşetli sarsıntı yakaladı da yurtlarında yere serildiler!” (Ankebût, 29/36-37)

“Eyke halkı da peygamberleri yalancılıkla suçladı. Şuayb onlara şöyle demişti: ‘Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Bakınız ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. Bunun için sizden bir karşılık beklemiyorum. Benim ecrimi vermek yalnız âlemlerin rabbine aittir. Ölçüyü tam tutun, eksik verenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın.  İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın, bozgunculuk yaparak yeryüzünde karışıklık çıkarmayın. Sizi ve önceki nesilleri yaratana saygılı olun.’

Şöyle cevap verdiler: ‘Sen, gerçekten büyü yapılmış birisin! Sen de sadece bizim gibi bir beşersin. Biz senin kuşkusuz yalancılardan biri olduğuna inanıyoruz. Eğer doğru sözlü isen, haydi üstümüze gökten azap yağdır.’

Şuayb, ‘Yaptıklarınızı en iyi bilen rabbimdir.’ dedi. Onu yalancılıkla suçladılar, derken gölge gününün azabı üzerlerine çöküverdi. O gerçekten büyük bir günün azabıydı!” (Şu’arâ, 26/176-189)

“Bunlara kendilerinden öncekilerin, Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin, İbrahim’in kavminin, Medyen halkının ve yıkılıp giden beldeler ahalisinin haberleri gelmemiş miydi? Onlara peygamberleri apaçık delillerle geldiler. Demek ki Allah onlara zulmetmiş değildi, asıl onlar kendilerine zulmetmişlerdi.” (Tevbe, 9/70)

Son peygamber Muhammed “aleyhisselâm” vefat edeli 1388 sene oldu. Ancak onun tebliğ ettiği İslamiyet taze ve hiç değişmemiş olarak durmaktadır. Bize düşen, eski kavimlerin başına geldiği gibi azgınlık ve sapkınlık sebebiyle umumi bir bela ve azabı hak edecek konumda mıyız değil miyiz, bunu tefekkür etmektir. İnsanlık olarak Allahü Teâlâ’nın emirlerini dinliyor muyuz, yasaklarından kaçınıyor muyuz, teknoloji, mali ve askeri güç sebebiyle böbürleniyor muyuz, zulüm yapıyor muyuz, şu korona günlerinde derinlemesine düşünsek iyi olur kanaatindeyim.