Türkiye’de birçok çevreyi etkisi altına alan köksüzlük, kalıcı düşünce üretimini her geçen gün kendine çekmeye ve yok olma noktasına getirmeye devam ediyor.

Kavramlar, ideolojiler, düşünceler birbirinin içine geçmiş ancak taraftarları arasında yüzyıllardır devam edip gelen karşıtlık, yok sayma, görmeme hastalığının önüne geçilemiyor. 

Her ölüm ve doğum günlerinde hatırlamaktan öte somut bir şey yapılmayan bazı toplum önderleri, rol model kişileri kendi yandaşları olarak görme-gösterme hastalığı üzerinden birbirlerinden adam çalmayı kendilerine bir kazanç sağlama aracı olarak görüyor olmalılar ki alttan alta mücadele hali devam edip gidiyor. 

Kimsenin geçmişe dönüp baktığı yok. 

Günümüzde rol model, örnek şahsiyet olarak doğum, ölüm günlerinde anmaktan, sosyal medyada kutlama veya taziye paylaşımında bulunmaktan başka dişe dokunur bir şey yapmadığımız insanların hayatları, mücadeleleri, uğrunda akıl almaz çilelere göğüs gerdiği milli meseleler karşısındaki duruşlarına nedense kafa yormuyoruz! Ürettikleri, ülke, vatan ve devlet için neleri göğüslediklerine dair yeni bir çalışma ve eser ortaya konulmazken lafla peynir gemisinin yürüyeceği zehabına kapılmak bize has bir gelişim ve ilerleme örneği olsa gerek!

“İdeolojiler ve öteki algısı” yazımızda da belirttiğimiz örnekleri somutlaştırmak mümkün. İçinde bulunduğumuz durum tam tanımıyla bir kimlik bunalımı sorunudur. Yayımlandığında önemli ses getiren “Türk Aydını ve Kimlik Sorunu” kitabına katkı sağlamak amacıyla o yıllarda “Atalarımız Kardeştir” başlığıyla yazmış olduğum yazıya beklediğim gibi birçok çevreden tepki, eleştiri ve kısmen de takdir almıştım. Nasıl olurdu da günümüze kadar devam eden düşüncelerin, ideolojilerin kökenine inildiğinde birçok benzerlik bulunabilirdi?

Bize göre hastalıklı anlayışımız halen devam ediyor. Osmanlı son döneminde tartışılan pek çok konu hala tartışılmaya devam ediyorsa bir arpa boyu yol alınmamış demektir. Cumhuriyet sonrası gerçekten aydın kategorisi içine alabileceğimiz münevverlerimizin sayısı çok değildir. 

Günümüz ideolojileri, siyasi partiler Osmanlı son döneminde şekillenen düşüncelerin tezahürleridir. İdeolojiler, cemaatler, hizipler arasında yaşanan taraftarlık ruhu ve birbirlerinden rol, adam çalma ve düşüncelerinin temellerini daha gerilere götürme hastalığından en mustarip olanlar sanırım mezardakilerdir! Zira daha çok ölen aydınlarımız, milli ve dini önderlerimiz üzerinden devam edip gidiyor hastalıklı anlayışımız.

Cemil Meriç, Necip Fazıl, Kemal Tahir, İdris Küçükömer, Mehmet Akif, Erol Güngör, Hüseyin Nihal Atsız, Şeyh Bedreddin, Barak Baba, Tapduk Emre, Yunus Emre, Hacı Bektaş gibi sayabileceğimiz bazı isimler üzerinden devam edip gider bu yaklaşım. Her çevre, düşünce, ideoloji kendinden bir şeyler bulur, kendisine daha yakın görür bu tür önder şahsiyetlerimizi.

12 Mart İstiklal Marşı’nın Milli Marş olarak kabul edildiği tarih. 12 Martta Mehmet Akif Ersoy anılacak milli şairimiz hakkında herkes bir şeyler söyleyecek. Söylemelidir de. Sözümüz İstiklal Şairimiz ve İstiklal Marşımız değildir. Ancak üzülerek görüyoruz ki Mehmet Akif Ersoy’u illa bir yerlere yerleştirilmek zorundaymış gibi bazı çevreler onu “İslamcı şair” yapacak bazı çevrelerde ise “Türkçü şair” şeklinde kabul edecek! Bizim anlamlandıramadığımız şey Müslüman birisine “İslamcı”, “İslamist” tanımlamalarını yakıştırmaya, Türk birisine ise “Türkçü” demeye gerek var mıdır?

Bir insanın iyi bir mümin, Müslüman oluşu onu “İslamcı” yapmayacağı gibi kendisini Türk gören birisini de “Türkçü” yapmaz! “İslamcılık”, “Türkçülük” , “Batıcılık” düşüncesi olmak istenilen, arzu edilen şeyler için ortaya çıkmış kavramlardır diye düşünüyoruz. Bir Avrupalının “Batıcı” olması ne kadar abes duruyorlar.

Mehmet Akif özeline dönecek olursak Mehmet Akif’i en iyi tanıyanlardan birisi de Hasan Basri Çantay’dır. Hasan Basri Çantay’ın “Akifnâme” kitabını okuduğumuzda Mehmet Akif’in bugünkü tanımlamaların çok ötesinde bir hayatı ve inancı olduğunu görmekteyiz. O olsa olsa inanmış bir mümin ve devletine, milletine bağlı bir Müslüman olarak tanımlanabilir.

Millete mal olmuş ortak değerleri bir yerlere çekmeye, onları ideolojilerin arasına sıkıştırmaya gerek yoktur. Böylesine inanmış insanların herkesin gönlünde bir yeri vardır. Yunus Emre, Ahi Evran, Hacı Bayram, Hacı Bektaş nasıl bizim ortak değerlerimizse Mehmet Akif gibi değerimiz de öyledir.

“Bir Allah'ın kulu da çıkıp, (Mehmet Akif’in yazdığı) Sebîlürreşad ve Sırât-ı Müstakîm'in içinde Türk dünyasını ve Türklüğü ilgilendiren metinlerin, saf itikadî metinlerden fazla olduğunu söylemiyor. Söylese ne olacak? Bir de Türkçü Akif mi inşa edeceğiz? Hayır. Bunu, Akif’i bir siyasî idol olmaktan kurtarmak için yapmamız gerekiyor.”

12 Mart 2021’de İstiklal Marşının kabulünün 100. Yılına girdik. 2021 yılı “İstiklal Marşı ve Türkçe Yılı” olarak kabul edildi. Buna benzer güzelliklerin devam etmesi temennisiyle…