Osmanlı’da ordunun savaş için yola çıktığı andan, savaş bitip de geldiği yere geri döndüğü zamana kadar geçen süre ile bu süre zarfındaki ol

Osmanlı’da ordunun savaş için yola çıktığı andan, savaş bitip de geldiği yere geri döndüğü zamana kadar geçen süre ile bu süre zarfındaki olayların tamamına “sefer” denir. Savaş hâlini ifade eder. Padişahın başkumandan olarak bizzat ordusunun başında gittiği seferlere “sefer-i hümayûn” denir. Fatih’in 25, Kanunî’nin 13 adet sefer-i hümayûnu meşhurdur.
Bu yazımızın amacı, Yavuz’un Mısır Sefer-i Hümayûnu’na çıkmasının sebeplerini, Mercidabık ve Ridaniye Meydan Savaşlarının ayrıntılarını vermek değildir. Daha çok birtakım rakamsal bilgileri ortaya koyarak bu önemli seferi değişik boyutlarıyla kavramaya çalışacağız.
Osmanlı tarihindeki en uzun süren sefer-i hümayun ise Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır Sefer-i Hümayûnu’dur. Padişah 5 Haziran 1516 günü Topkapı Sarayı’ndan Üsküdar’daki ordugâha geçmiş ve tam 2 yıl 1 ay 20 gün sonra, 25 Temmuz 1518 günü İstanbul’a dönmüştür.
İstanbul’dan Kahire’ye kadar takip edilen yaklaşık 2500 kilometrelik güzergâhtaki 104 menzilden bazıları şöyledir: Üsküdar, Maltepe, Gebze, Hereke, İznik, Yenişehir, Kütahya, Afyonkarahisar, Akşehir, Ilgın, Konya, Niğde, Kayseri, Elbistan, Malatya, Gaziantep, Mercidabık, Halep, Hama, Humus, Şam, Safed, Remle, Kudüs, Gazze, Han Yunus, Ariş, Katıyye, Kantara, Ridaniye, Kahire.
Padişah’tan 38 gün önce yola çıkan Veziriazam Sinan Paşa’nın yanındaki 40.000 kişilik kuvvet ile Yavuz’un İstanbul’dan getirdiği ordu 23 Temmuz’da Elbistan’da birleşmiştir.
Çaldıran’dan tam iki yıl sonra 24 Ağustos 1516 günü Sultanı Kansu Gavri kumandasındaki Memlûk ordusu ile Halep şehrine çok yakın olan Mercidabık’ta karşılaşıldı. İki ordunun mevcudu konusunda çeşitli rivayetler vardır. Tahminen Osmanlı ordusu 60.000, Memlûk ordusu 80.000 kişi idi. Osmanlı ordusunda 300 top vardı. Yavuz, sağ ve sol kanatlarını birbirleriyle birleştirmek suretiyle çemberi kapatmış, Memlûk ordusunu imha etmiştir. O sırada 66 yaşındaki Melik Eşref Seyfeddin Kansu Gavri savaş bittikten sonra ortadan kaybolmuş, daha sonra bir su kenarında ölüsü bulunmuştur. Savaş esirleri arasında en değerlisi ise şüphesiz Abbasî halifesi Üçüncü Mütevekkil idi.
Yavuz 28 Ağustos’ta Halep’e girmiş, ertesi günkü Cuma namazında hutbe, yeni İslam halifesi olarak onun adına okunmuştur. Yavuz’un kaçıncı İslam halifesi olduğu konusunda değişik sayılar telaffuz edildiğinden, bu konuya sırası gelmişken açıklık getirmek istiyoruz. Özellikle Abbasî halifelerinden iki hatta üç defa halife olanlar bulunduğundan karışıklık sanırım bu sebeple ortaya çıkmaktadır. Doğrusu şöyledir:
Hulefa-i Raşidîn: İlk 4 halife
Hazreti Hasan: 5’inci halife
Emevîler: 14 halife
Bağdat Abbasîleri: 37 halife
Kahire Abbasîleri: 17 halife
Osmanlılar: 29 halife
Dolayısıyla Yavuz Sultan Selim Han 74’üncü İslam halifesidir. Son Osmanlı hakan-halifesi Sultan Mehmed Vahîdedin Han 101’inci, hakan olmayıp sadece halife olan Abdülmecid Efendi de 102’inci ve son İslam halifesidir.
Kuvvetli rivayete göre Halep’teki Cami-i Kebir’de kılınan Cuma namazında hatip yeni halifeyi anarken âdet olduğu üzere “Hâkimü’l-Haremeyni’ş-Şerîfeyn” yani “Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’nin hâkimi” olarak takdim etmiştir. Yavuz’un uyarması üzerine “Hâdimü’l-Haremeyni’ş-Şerîfeyn” yani “Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’nin hizmetçisi” olarak düzeltmiş, bundan sonra da 1924’e kadar hutbelerde hep böyle söylenmiştir. Yavuz halife olmanın heyecanı içinde gözyaşlarını tutamamış, Hazret-i Peygamber’in meşru halefi olmanın sevinciyle ağlamış ve oturduğu yerdeki seccadeyi kaldırarak alnını caminin mermer zeminine koyarak şükran secdesine kapanmıştır. Sırtındaki değerli kaftanı da hatibe hediye etmiştir.
Daha sonra hızla güneye inen Yavuz 19 Eylül’de Hama, 21 Eylül’e Humus’u aldı. 27 Eylül’de Şam’a geldi. 15 Aralık 1516’ya kadar burada 2 ay 18 gün kaldı. Uğradığı yerlerde peygamber ve evliya mezarlarını ziyaret etmeyi itiyat haline getirmiş olan Yavuz, Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabi Hazretlerinin Şam’ın Salihiyye semtindeki kabrini ziyaretinde, türbe kubbesinin yıkılmış, sandukasını toz toprak içinde görünce çok üzüldü. Türbenin tamir edilmesini, bitişiğine bir cami, tekke ve imaret yapılmasını emredip geliri için birtakım köy ve mezralar vakfolundu (Solakzâde, İstanbul 1880, s. 416).
Yavuz 30 Aralık’ta Kudüs’e geldi. 12.000 kandille aydınlatılmış Mescid-i Aksa’da namaz kıldı. Mukaddes mahalleri ziyaret etti. Ertesi gün hareket eden Padişah 2 Ocak 1517 günü Gazze’ye ulaştı. Bu arada Kurban Bayramı idrak edildi. Arık Mısır ile arada Sina Yarımadası’ndaki Tih Çölü kalmıştı. Bu çölü tarihte iki kumandan geçebilmişti. Biri M.Ö. 525’te Pers İmparatoru Kambiz, diğeri de bundan 193 yıl sonra M.Ö. 332’de Makedonyalı Büyük İskender’dir. Hatta Büyük İskender’in geçişi bile tam bir geçiş sayılmaz çünkü ordusunun büyük kısmını denizden İskenderiye’ye sevk etmiştir. Büyük cihangirlerden Timur bile bu çölü geçmeyi başaramamış Katıyye’den geri dönmüştür (Solakzâde, s. 396).
Merhum Yılmaz Öztuna’nın anlatımıyla Sina Çölü’nde hayat yoktur. Akrep, yılan, bit ve sivrisinekler hayvanlar âlemini teşkil eder ve insanı asla rahat bırakmazlar. Gündüz hararet 40 derece, bazen daha fazla olduğu gibi, geceleri kışın sıfıra düşer. Bu ısı farkı insanı mahveder. Kum o kadar incedir ki nüfuz etmediği hiçbir şey yoktur. Ayakkabı çölü geçerken kavrulur. Kuma gömülen bir yumurta birkaç dakika içinde lop yumurta haline gelir.
Yavuz, Akdeniz kıyılarından fazla uzaklaşmayarak kuzeyden Sina’yı 9-22 Ocak arasında 13 günde geçmiştir. Ortalama günlük yürüyüş 30 km olmuştur.
Son Memlûk sultanı İkinci Tumanbay’ın kumandasındaki Memlûk ordusuyla 22 Ocak 1517’de karşılaşılan Ridaniye, Kahire’nin bir kuzeydoğu banliyösüdür. Bu suretle Yavuz 30 derece arzına kadar inmişti. Başka hiçbir Osmanlı hükümdarı bu kadar güneye inmemiştir. Kanûnî ve Dördüncü Murad Han, ancak Bağdat’a kadar gelmişlerdir ki 33 derecededir.
Yavuz Mısır’ın fethinde ilk defa içi yivli toplar kullanmıştır. Avrupa’da ise yivli topun kullanılması ancak 1868’de Almanlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Keza ilk defa olarak arka arkaya 5 ve 10 gülle atan yeni dökülmüş Osmanlı topları, Ridaniye’de kullanılmış ve parlak netice alınmıştır.
Ridaniye’deki en önemli kayıp, şehit olan Veziriazam Sinaneddin Yusuf Paşa’dır. Bu ve diğer Osmanlı şehitleri için yapılan merasimde Yavuz gözyaşlarını tutamadı. Tumanbay önce öldürülmeyip kendisine itibar gösterildi. Ancak o ortadan kalkmadıktan sonra Mısır’da asayişin sağlanamayacağına kani olan Yavuz, Tumanbay’ı 13 Nisan 1517’de Züveyle Kapısı’nda astırdı. Kendisine emsalsiz bir cenaze merasimi düzenleyip tabutunu bizzat taşıdı. Merhum Sultan’ın ruhu için üç gün fukaraya altın para sadaka dağıttı.
Nihayet Yavuz Sultan Selim, muzaffer Ordu-yı Hümayûn ile beraber 10 Eylül 1517’de Kahire’den çıktı. Osmanlı hakanı bu namlı taht şehrinde 7 ay, 23 gün kalmıştı. Bu süreye 28 Mayıs-12 Haziran arasındaki 15 günlük İskenderiye seyahati dâhildir.
13 Eylül günü yeni veziriazam Yunus Paşa hiçbir padişaha, hele hele Yavuz gibi bir padişaha söylenmeyecek sözler sarf etme talihsizliğinde bulundu. Tarihi Şaban’ın 26’sı yerine Ramazan’ın 6’sı olarak veren Solakzâde olayı şöyle anlatıyor:
“Salihiyye isimli menzilin yakınında Veziriazam Yunus Paşa ile Padişah-ı cihan hazretleri atlarıyla yan yana gidiyorlardı. Paşa edep dışı hareket edip bazı ham sözler sarf ederek dedi ki: ‘Böyle güzel bir memleketi fethedinceye kadar nice insanlar toprağa girdi ve nice ümmet-i Muhammed’in kanları döküldü. Sonunda idaresini yine hain bir Çerkez’e verdiniz. Böyle olacağı bilinseydi kullarınız bir adım dahi atmazlardı.’ Bunu der demez yanlarınca ve önlerince at süren Solaklara emir veren Padişah derhal başını vurdurdu.” (Solakzâde, s. 411-412).
Padişah’ın 2 yıldan uzun bir süre sonra muzaffer olarak İstanbul’a girişini de anlatıp yazımızı bitirelim. Tarihte bir iki cihangire nasip olacak muazzam başarılarla Payitaht’a dönecek olan Padişah’ı bütün İstanbul büyük bir heyecanla beklemektedir. En büyük merasimler yapılacak, muzaffer Padişah şanına ve başarılarına layık şekilde karşılanacaktır. Yüzbinlerce halk hükümdarlarını karşılayacakları günü beklemektedir. Devlet işlerinde son derece titiz ve hatalar karşısında çok şiddetli olduğu kadar özel hayatında mütevazı bir mizaca sahip olan Yavuz, bu hazırlıkları işitince çok sıkılmıştır. Şahsına gösterilecek bu alayişten utandığı için bir gün sonra merasimle şehre girmesi lazımken, gece vakti gizlice kayıkla karaya çıkarak Topkapı Sarayı’na girmiştir. Ertesi gün halk ve devlet adamları Padişah’ın sarayda olduğunu öğrenmişler ve dolayısıyla da hiçbir merasim yapılamamıştır.