Aramızda ya 30 metre vardı ya da yoktu. İsmi gibi şahin bakışlarını üzerime çivilemiş tuhaf tuhaf bakıyordu. Belki de aynı şekilde karşılık ver

Aramızda ya 30 metre vardı ya da yoktu. İsmi gibi şahin bakışlarını üzerime çivilemiş tuhaf tuhaf bakıyordu. Belki de aynı şekilde karşılık vermemi istiyordu ama görmezlikten gelerek kirden neredeyse renk değiştiren çorabıma yöneldim. Salı günleri dışında sıcak su imkânımız olmadığından her maç sonrası çoraplarımı elimde yıkar ve yatakhanenin peteğine asarak kurumasını beklerdim. Birkaç dakika sonra çekip giderken ben de koğuşumun yolunu tuttum. İyi sıkmadığımdan dolayı hala su damlayan çoraplarımı peteğe asıyordum ki ortak arkadaşlarımız Levent, Mehmet, Yılmaz ve Mevlüt gelerek arabayla gezmemizi teklif ettiler. Bu gezi ile bizi barıştırmak istediklerini biliyordum. Nazikçe reddettim ve geçip ranzama uzandım.
Ne de çabuk geçmişti yıllar. Biz Şahinle Malazgirt Alparslan Lisesi'nin ortaokul kısmında aynı sınıfı ve aynı pansiyonu paylaşmıştık. O günler henüz 11 yaşındaydık ve dostluğun ne demek olduğunu daha doğrusu bir dostun varlığının ne kadar önemli olduğunu daha o günler öğrenmiştik. Anne babadan ayrı olmak daha o günler olgunlaştırmıştı çocuk bedenlerimizi. Birlikte gezer, birlikte oynar, birlikte uyurduk… Dolaplarımız birbirimize ardına kadar açıktı. Paramıza, defterimize hatta iç çamaşırımıza varana kadar her şeyimiz ortaktı.
Sonra ben nakille Van'a gelince o da peşimden gelmiş; yine aynı okulu ve aynı koğuşu paylaşmıştık. Ranzalarımız bile altlı üstlüydü. Derken çocukluk evremiz hiç fark etmediğimiz bir şekilde geçip gitmiş ve artık ikimiz de 17 yaşındaydık. Şimdi gençtik ve var olduğunu zannettiğimiz aklımız da bir karış havadaydı. Birlikte geziyor, film izlemek için kaçak yollarla kahvelere giriyor, kavgalarda birbirimizin arkasını kolluyorduk… Onunla tek farkımız vardı ki; o Uzakdoğu sporlarına bense futbola meraklıydım. Bunun dışında her konuda uyuşan adeta yapışık ikizler gibiydik.
Ama insan en çok da sevdiğine kırılırmış. Bir yemek esnasında demir bardaklarımıza su doldururken bardakları ben çalkalamış ve en son artığı onun bardağına döktüğüm için tartışmış ve küsmüştük. İnsan böyle küçük bir mevzudan dolayı küser miydi birbirine ama küsmüştük işte. Beş yıllık dostluğumuz hatta kardeşliğimiz sudan bir bahane ile bitivermişti. O günden sonra yan yana gelmemeye özen göstermiş velev ki denk gelsek bile çabucak yolumuzu değiştirerek uzak durmuştuk birbirimizden.
Çocukluk uçup gitti sanıyorken ikimiz de çocukluk etmiştik ve ben şimdi uzandığım ranzamda bunu daha iyi anlamaya başlamıştım. Her halde Şahin de bunu anlamış olacak ki bu akşam uzun uzun yüzüme hatta gözlerime bakmış ve konuşmak için bir girizgâh aramıştı. Keşke çocukluk etmeyip karşılık verseydim. Ama kararlıydım; bu gece ilk adımı ben atıp onunla konuşacak ve yeniden o eski güzel günlerimize dönecektik.
Bu düşüncelerle dalıp gitmiştim ki koğuşuma kadar gelen seslerle çabucak kendime geldim. Acaba sahura kadar uyumuştum ve nöbetçi öğrenciler sahura mı kaldırıyordu? Çabucak ranzamdan atlayıp aşağı indiğimde herkesin hastaneye doğru akın ettiğini gördüm. Ne olduğunu bilmiyordum ama içimden bir şeyler kopmuş gibiydi. Hiç durmadan koşup nefes nefese acile geldiğimde yaralı arkadaşlarımızı ve onlara kan vermek için kuyruğa girenleri gördüm. Peki Şahin? Şahin neredeydi? Hemen acil servisten çıkıp morga yöneldim ve morg görevlisinin bütün itirazlarına rağmen içeri girdim. Altlı üstlü olmasa da yine bir ranzadaydı. Sol yanıma hücum eden ve o günden sonra hep bir iğne batması gibi hissettiğim bir acı ile üzerinde eğreti duran beyaz örtüyü hafifçe araladım ve cam kırıklarının iyice morarttığı elini usulca tutarak kulağına fısıldadım:
"Ben geldim Şahin. Hala küs müyüz?.."