YAĞMUR TANYILDIZ'ın röportajı için tıklayınız...

Diyarbakır’da dünyaya gelen ve yüzlerce kişiden oluşan kocaman ailesinin “dört yıllık üniversite okuyan ilk kızı” unvanına sahip olan, şimdilerde de “yazar” unvanı ile tanıdığımız ZEYNEP AYDIN YAVUZ ile bir araya geldik. Yazmaya nasıl başladığını ve kitaplarını konuştuk ancak hepsi bir yana, en çok genç kadınlar bu röportajı okusunlar isterim. Belki umudunuzu kaybettiğiniz bir döneminiz olur ve Zeynep’i hatırlarsınız…

 

 Hoş geldiniz Zeynep Hanım. Öncelikle sizi tanımak isteriz.

Hoş Buldum. 1979 yılında Diyarbakır’da dünyaya geldim. Halen müzik öğretmeni olarak kamuda çalışıyorum. Akademik olarak ilerleme karar verdiğimde en sevdiğim alan olan müzikoloji alanında tezli yüksek lisans yaptım. Aynı zamanda da müziğin terapötik etkisini keşfettiğimde de müzik terapisti olma yolunda eğitimler aldım. Sürekli gelişime açık biri olmak ve okumak, yazmak muhteşem bir duygu. Evliyim ve üç yavrunun da annesiyim.

Ailenizin dört yıllık üniversite okuyan ilk kızı olmuşsunuz. Öncelikle sizinle bir kadın olarak gurur duyduğumu söylemek isterim… Zorlu bir yol muydu?

Çok teşekkür ederim. Bunu duymak ne güzel. Bu yol oldukça zordu. O dönemin aile kuralları, tabular yaşamsal olarak kısıtlasa da yapabileceğimin en iyisini yapmaya çalıştım. Tabii toplumsal normlara da saygı duyuyorum çünkü mikro kültürel farklılıklardı bunlar. Ama en büyük destekçim annem ve babam olunca, boşluğa düştüğüm her an onların varlığı ve desteğiyle ilerledim. Bu konuda çok şanslıyım ki fırsat buldukça okuyan bir babam vardı. Ortaokuldayken dünya klasiklerinin en ünlülerini okuyup bitirmiştim. Daha sonrası felsefeye merak saldım. Felsefe ile ilgili sayısız kaynakları okudum ve ergenlik gelip çattığında kişisel gelişim ve psikanalizcilerin kitapları daha çok dikkatimi çekmişti. Onların da bana hem iyi bir anne olmamda hem de iyi bir öğretmen olma hedefiyle ilerlemem de katkısı oldukça fazla oldu.

Yazmaya nasıl başladınız peki?

Küçük yaşlardan beri yazıyordum ama anlamlı şeyler değildi. Öncelikle o dönem revaçta olan bazı detaylar vardı. Mesela hatıra defterleri sonra şiir defteri günlük vs. Yazdıkça kendimi daha iyi hissediyordum ve bu yazma etkinlikleri sürekli hale gelince de sistemli yazmaya başladım. Anlamlı olan ilk yazma eylemim üniversite yıllarında öğrenciyken evlendiğimde çıktı ortaya. Duygularımın en yoğun olduğu dönemlere denk gelmesi de tesadüf müydü bilmiyorum. Anne olduğumu hissettiğim o gün benim için dönüm noktasıydı. Elimi karnıma koyarak aklımdan geçen ilk karar hafif ürkütse de başladım. Yazacaklarım zihnime hep üşüşüyordu. Geçmişte yaşadığım tüm travmalarım flashback şeklinde ortaya çıkmıştı. Yazarak iyileşmeliydim ve başladım.

Kitaplarınızdan da bahsedelim isterim. İlk kitabınız 2021 yılında çıktı. “Ruha Üflenen Nefes” nasıl çıktı ortaya? Neler anlattınız?

Müzikoloji alanı hep üzerine çalışmak istediğim bir alandı. Bu sebeple yüksek lisans tezimi etnomüzikoloji alanında yapmak istedim. Aynı zamanda mitoloji ve inançlar da eklenince ortaya böylesi bir tez çıktı. Merakımı en çok çeken inanç müziği olunca ibadet ritüelleri esnasında eşlik eden müziklerin analizini yaparak bizim müziğimizde hangi makamlara denk geldiği ile ilgili çalışmalar yaptım. Ben ve ekibim Irak’a gitme hazırlığı yaparken pandemi çıktı. Yine de her şeyi göze alarak alan araştırması yapmam gerekiyordu. Gerekli izinler alınarak Ezîdîlerle görüşmek için, Irak’ın Dohuk kentine yakın olan Şeyhan bölgesine oradan da Bahzan ve diğer alanlara tek tek giderek çalışmamızı yaparak kayıt altına aldık. Benim için farklı, heyecanlı, bir gezi olmuşu. Bu etnik topluluğa girmek nihayetinde kolay olmasa da onlar benimle görüşmeyi kabul etmişlerdi. Bu da ayrı bir mutluluktu benim için. sizlerin de aracılığıyla tekrar buradan da emeği geçen, katkı sunan tüm herkese sonsuz teşekkür ederim. Tezimiz literatürde ilk olması sebebiyle farklı bir bakış açısı kazandırdı. Daha fazla akademik çalışma yapanlara ulaşarak görünür olmasına karar verilince, yeniden düzenlenerek bir araştırma ve derleme kitabı olarak diğer araştırmacılara kaynak olması umuduyla yayımlandı.

Sonrasında 2021 yılında “Kanatları Koparılan Çocuklar” çıktı. Gerçek bir hikâye değil mi?

Evet maalesef gerçek. Bir gün bunları yazacağımı ve yayınlanacağını hissediyordum. Yazma işi öyle bir şey ki asla önüne geçemezsiniz.  Anne olduğumu hissettiğim gün aklıma ilk babaannem geldi. Karnımda bebeğimin hareketlerini hissettiğim o gün, onu her türlü beladan, kötülükten uzak tutma içgüdüsüyle aklıma gelince sarsıldım. Peki o yaşadığı bu kadar acıya nasıl dayanmıştı. Acının her türlü rengini yaşadığına şahit olduğum bu kadının, annelik duygularıyla büyüdüğümden acısı hep yankılı biçimde hissettiriyordu kendini. Elimi karnıma koyarak aklımdan gelen ilk karar hafif ürkütse de başladım. Onu, analığını, acılarını, acılarımızı yazacaktım. Hem onun ruhu hem de benim ve benim gibi olanların kanayan yerleri iyileşecekti… 1980 yılında yapılan askeri darbenin sonuçları ve yapılanlarını konu alıyor. Geçmişte yapılan yanlış kararlar eğer toplumu da ilgilendiriyorsa, kararın ve yaptırımın sonuçları da insanların üzerinde korkunç yaralar açılmasına sebep oluyordu. Öncelikle ben anneyim ve öğretmenim. Siyaset başkalarının işi. Ben ülkemde geçmişte yaşanan talihsiz bir dönemden bir haber çocukları anlatmaya çalıştım. Çünkü ben de çocuktum o zaman. Ve kanıyordum. Babasını her hafta cezaevine görmeye giden bir kız çocuğunun yani benim hikayemdi. Yazarken kalemi bıraktığım ve sinir harbi içerisinde olduğum anlar da oldu. Kitap bittiğinde yirmi yıl geçmiş, o kız çocuğu büyümüş artık ayakları üzerinde duran, başarılı bir kadın olmuştum. İyileşmişti. Öyle ki kitap yayınlandıktan sonraki ilk imza günüme saatler kala beyin kanaması geçirmiş ve yeniden doğmuştum. “Kanatları Koparılan Çocuklar” anlatı kitabı trajik gibi görünse de aslında bu kitapta güçlü bir kadının oluşumunu ve ilerleyişini okuyacaklar.

2023 yılında “Kırk Dokuz” adlı kitabınız okurlarınızla buluştu. 49 yıl boyunca yaşayan bir umudun hikayesi diyorsunuz… Seven bir kadının 49 yıl umudunu kaybetmeden bekleyişini anlatmışsınız. Sizce seven bekler mi bu kadar? Beklemeli mi?

“Kırk Dokuz” ismini gerçek bir hikâyeden aldı. Biliyorsunuz, her hikâyenin ardında onu var eden yaşanmışlıklar, travmalar, coşkular, hüzünler, farklı meseleler yatar. Toplumsal karakteri, kültürel kalıpları, yaşanan coğrafyanın yarattığı kaderi ve kaçınılmaz olanı anlayabilmek için, destanlaşan hikâyeleri vardır. Aslında Kırk Dokuz’u okuyanlar sadece aşk hikâyesi değil, o dönem aşka malzeme olan diğer tüm yaşananların bir kesiti ve sebep olan tüm detayları okuyacaklar. Birinci dünya savaşından sonra dönemin toplumsal hafızaya kazınan olayların, gerdek gecelerinde ayrılmak zorunda kalan Mahperi ve Alaz ile buluşacak okurlar. Aşkı yıllarca ilmek ilmek ruhuna işleyen bir Anadolu kadınının kırk dokuz yıl umudunu yitirmeden, inancını kaybetmeden bekleyişini anlatsak da o dönemde kadının yeri ve yaşadıklarına sadece bir örnektir. Günümüzde ikili ilişkilerin giderek değişip dönüşmesi ve saf sevginin getirdiği fedakarlığın giderek azaldığı bu dönemde yaşayan gençlerin geçmişten de haberleri olsun istedim. Sevdiğini beklemek ne yanlıştır ne de doğru. Kişinin duyguları neyi hissettiriyorsa doğru odur.

Yeni kitap çalışmanız var mı şimdilerde?

Yeni kitap çalışmam var. Yakında duyuracağım.

Öğrencileriniz kitaplarınızı okuyup yorum yapıyorlar mı? Öğretmenlerinin aynı zamanda bir yazar olmasıyla gurur duyuyorlardır eminim.

Genelde mezun öğrencilerim okuyor tabii ki. Çok beğendiklerini hissettirdiler bana. Umarım birçok çocuğu da yazma anlamında katkı sunmuşumdur.

Hayatınızda bundan sonrası için hayalleriniz neler?

Her birey gibi benim de birçok hayalim var tabii. Özellikle kitaplarımın film olmasını çok istiyorum.

İdolünüz olan bir yazar var mıdır?

Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Sabahattin Ali ismi ve bu alandaki birçok yazarın etkisinde kaldığımı söyleyebilirim. Post modern edebiyat alnında bunu daha da ilerletme hedefindeyim.

Sizi tanımak çok güzeldi. İyi tanıştık ve sohbet ettik. Tüm genç kadınlar okusun isterim bu röportajı ve örnek alsınlar. Siz son olarak neler söylemek istersiniz?

Yazdıklarım, söylediklerim birilerine ulaşacak ve elbette düşündürecektir. Tüm kızlarımıza örnek olabilmenin şansına erişirsem ne mutlu bana. Çok zor şartlar olsa da yeter ki isteyin. İsteyince ve emek verince yapamayacağınız hiçbir şey yoktur. Kendinizi geliştirmek, dönüştürmek, siz harekete geçerseniz daha da anlam kazanacak. Mutlaka hayatınızı sürdürebilecek bir işiniz, mesleğiniz olsun. Kendinizi ifade edebileceğiniz bir alanda ilerleyin. Bunları yaparken de attığınız her adımda başarılarınızla övünün ve eğlenin. Yaptıklarınız, ürettikleriniz sizi mutlu etmeli. Karnınızı doyurabilecek kadar yemek yapmayı da öğrenirseniz bundan sonra da hayat çok da zor olmayacaktır. En önemlisi mutlaka okuyun…