YAĞMUR TANYILDIZ'ın röportajı için tıklayınız...

Tutkunun Sessiz Çığlığı, Hayal Avcısı ve Dizelerin Kokusu kitaplarının yazarı Cengiz Zıypak ile bir araya geldik. Hayatından, yazmaya nasıl başladığından ve kitaplarından konuştuk… Ayrıca bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı… Mustafa Kemal Atatürk’ün sözüyle birlikte sizleri röportajımızla baş başa bırakıyorum.

"Zafer, 'Zafer benimdir.' diyebilenindir. Başarı ise 'Başaracağım.' diye başlayarak sonunda 'Başardım.' diyenindir." M. Kemal ATATÜRK

Kitaplar

Hoş geldiniz. Sizi tanıyabilir miyiz? Cengiz Zıypak kimdir?

Hoş bulduk. Öncelikle beni konuk ettiğiniz için size çok teşekkür ederim. “Cengiz Zıypak, yazmaktan, yazan biri olmaktan dolayı mutlu yaşayan bir insandır,” diyerek sözlerime başlayabilirim. Elli bir yaşındayım ve hayatının ikinci cildine başlamış genç bir yazarım. Yazmaya başlayalı henüz beş yıl oldu ve bu beş yıl içerisine üç roman sığdırabildim. Çünkü bir edebiyat insanı değildim. 2019 yılına kadar Türk Silahlı Kuvvetleri’nde subay olarak farklı şehirlerde görev yaptım ve 2019 yılında albay rütbesindeyken emekli oldum. Ve bir başka dünyayla, yazarlık dünyasıyla tanıştım.

Yazmaya nasıl başladınız peki? Sizi teşvik eden biri ya da bir olay oldu mu?

Hayatımın bu ikinci perdesinde sevgili eşimin, “Senin hayal gücün yeter, yeter ki sen yaz,” sözleriyle cesaret bularak kalemimi elime aldım ve kalbimin derinliklerinde kendini fark ettirmeden yıllarca saklı kalmayı başarmış sanat tohumları birden yeşeriverdi; öyküler yazmaya başladım. Yıllardır hasret kaldığım sanat dolu yaşama böylece kavuşmuş oldum. Hayallerimi, düşüncelerimi, biriktirdiklerimi kaleme almanın bu kadar büyüleyici olduğunu hiç düşünmezdim, bilmezdim. O gün bugündür yazıyorum. Ülkemizde okur sayısını artırmak için güzel romanlar, güzel öyküler yazılmalı. Kaliteli edebiyata hepimizin ihtiyacı var, her zaman. İyi edebiyata katkı sağlamak üzere kolları sıvadım desem hiç de yanılmış olmam. Okurlarımın yüzlerinde bir gülümseme, hayatlarında bir dokunuş olmak umuduyla yazıyorum. Okurlarımla yaptığım söyleşilerde ya da bana yaptıkları geri dönüşlerde bunu başardığımı görüyorum. Bu bağlamda okurlarıma minnettarım.

Yazmak; bu eylemin anlamı sizce nedir?

Kitap okumak, önündeki yoldan yürüyüp gitmektir ve yolun varacağı yer bellidir. Kitap yazmak çok daha farklıdır. Önüne yol döşeyip üzerinden yürümektir kitap yazmak; yolun nereye çıkacağından yazar bile emin olmayabilir. Yazan bir insan olmak ve böyle yaşamak hayatıma anlam katıyor. Hayatımın, ruhumun içini güzel duygularla dolduruyor. Hayat, bize verilmiş en büyük armağan. Hayatımızı bekleyerek değil, yaşayarak tüketmeliyiz. Çabalamalıyız, uğraşmalıyız, üretmeliyiz. Okumak nasıl kutsal bir eylemse, okunmaya değer şeyler yazmak da o derecede kutsal bir eylem bence. Okunmaya değer öyküler yazmaktan mutlu oluyorum. İyi romanlar, iyi öyküler ortaya çıkarmak için çabalamak bana mutluluk veriyor.       Hayatımı kitap yazarak kazanmıyorum. “Kitap yazmak para kazandırmaz, para kaybettirir,” savını doğrulayanlar arasındayım. Okuyorum, yazıyorum, bir de keman çalıyorum. Sanatla uğraşmak insanın yükünü hafifletiyor. Hiçbir şey yapmamayı değil de bir şeyler yapmayı tercih etmek yaşamıma anlam katıyor. Duyguları, düşünceleri sözcüklerle ifade etmeyi seviyorum. Yazdıkça mutluluğum artıyor. Yazmak, yaşadığın şehirden ayrılıp yollara düştüğünde kendini belli eden bir yolculuktur. Roman yazmak, hiç tanımadığım birinin koluna girip, “Gel bak, seni nerelere götüreceğim?” diyerek hayal dünyamda yolculuğa çıkarmaktır. Benim romanlarımda felsefe ve edebiyat bir bütün olarak karşınıza çıkar. Başka zamanlara hatta zamansızlığa, farklı mekanlara, farklı dünyalara alıp götürüyorum sizi. Okurken ne oldu ne bitti gibi maddi unsurların peşine düşmezsiniz. Yazmak böyleyken, okunmak işin bir başka boyutu. Okuduklarınız karşısında sevinir, üzülür, meraklanır, heyecanlanır, kafa yorarsınız. Okuyup bitirince zamanınızı boşa harcamamış olduğunuzu hissedersiniz. Bu his size mutluluk verir. Hayatta en fazla ihtiyaç duyduğumuz şey mutluluk değil midir? Mutluluktur. Edebiyat güzel bir sanat. Edebiyatı seviyorum.

Sanatınızı bireyin ve toplumun mutluluğu için kullandığınızı anlıyorum. Tutkunun Sessiz Çığlığı nasıl çıktı ortaya peki?

Öyküler yazmaya başladığım günlerde Richard Bach'ın Martı romanını düşünüyordum. Basit ama etkileyici bir hikâyesi vardı. Ben de basit ama derin bir öykü kaleme alabileceğimi hissettim. Böylelikle en sempatik çiçekler olan papatyaları ele alarak bir öykü yazmaya başladım ve Sim dünyaya geldi; onun aracılığıyla, az sayfada çok derin konulara temas etmem mümkün oldu. İnsan sosyal bir varlık. Bir toplumun içinde yaşıyoruz. Birbirimizle etkileşim halindeyiz. Toplumsal aydınlanmanın toplumu oluşturan bireylerin ancak tek tek aydınlanmasıyla mümkün olacağına inanıyorum. Bireylerin aydınlanabilmesi ise ancak bireysel açlık duymalarıyla mümkün olabilir. Bu süreç ancak içsel bir itkiyle tetiklenebilir. Bu felsefi temel üzerine yazdığım örüntüler var kitabımda. Ortaya çıkardığım ilk eserim Tutkunun Sessiz Çığlığı’dır ama üzerinde biraz daha çalışmam gerektiğine karar verince onu geçici olarak dinlenmeye bıraktım ve diğer bir öyküme, Hayal Avcısı’na yöneldim - beni okurlarımla buluşturan ilk romanım da bu oldu.

İlk romanınız Hayal Avcısı; arka kapağındaki bir cümlenizi çok sevdim. “Umutsuzluk, sahip olmak isteyeceğin en son servettir” diyorsunuz. Hayal ve umutlar üzerine neler anlatıyor kitap?

Fantastik bir dünyada, bir çocuğun -Jakurny (Jaku)- gözünden hayatı ve insanı anlatıyor. Hayallerin önemsenmesi gerektiğini, onların çok değerli olduklarını ve onları gerçekleştirmek için çaba sarfetmekten geri durulmaması gerektiğini vurguluyor. Dış dünyada bulmakta zorlandığımız şeyler kalbimizde gizlidir; okurların dikkatini buna çekiyor. Kitapta ölümsüzlük sırrını insanların hayallerini ele geçirerek elde etmenin yolunu bulan bir cadı var, adı İfyteris. Hayalleri satın alabilmek için değerli taşlardan sihirli bir kapan yapar, hayal kapanı. İstiridyeye benzeyen bu ışıltılı kapan, görenleri büyüleyerek hayallerini ele geçirmekte ve karşılığında onlara inci bahşetmektedir. Ama sonsuz yaşam öyle sıradan hayalleri ele geçirerek olacak bir şey değildir, nitelikli hayalleri ele geçirmesi gerekmektedir İfyteris’in. Emelini gerçekleştirebilecek bir hayal avcısına ihtiyaç duyar, o da Jaku olur. Çünkü onu kendine bağlamayı başarır. Jaku, cadı İfyteris adına insanlardan inci karşılığında hayallerini satın almaya başlar. Hayallerini satan insanların içine düştüğü durumu irdeler. Bu durum umutsuzluktur ve umutsuzluk sizin de beğendiğiniz bu cümle ile görünür oluyor.

Sizin umutsuzluğa kapıldığınız dönemler oluyor mu? Ne yapıyorsunuz böyle zamanlarda? Yazmak ilaç oluyor diyebilir miyiOlmaz mı? Bir yazar olarak düşünce yumağı içinde yaşıyorum. Bütün düşünceler umut vadeden, ışık saçan düşünceler olmuyor. Ama baş etmeyi öğrendim sanırım. Hiçbir şey sonsuza dek sürmez. Böyle anlarımda bu kaideyi kendime hatırlatıyorum ve her fırtınadan sonra açacak güneşi görmeyi umut ediyorum. Bu umudum beni yaşama bağlıyor. Dış dünya böyle değil tabii.

Yazar olmak çetin yollardan geçmek anlamına mı geliyor, ne dersiniz?

Evet, öyle denilebilir. Yazmak cesaret işi, bu doğru ama dayanıklılık da istiyor. Kitabımı yazdıktan bir süre sonra karşıma çıkan azim öğütücü sonuçları göğüslemem gerekti. Bir yazarın (yazar adayının) ders çalışarak, sorular çözerek elde edeceği bir diplomayı kendine kalkan edememesi, onun arkasına sığınamadan, olduğu haliyle, öylece kabul görmeyi umut etmesi sonsuza dek sürecek bir bekleyiş gibi geliyor bazen.  Eğer bir başkasının hayalinin gerçek olması için çabalıyorsanız insanlar bunu sever. Buna bayılır. Size para öder, terfi ettirir. Onların hayalinin gerçeğe dönüşmesi önemlidir çünkü sizinki değil.  Onlar için çalışıyorsan insanlar mutlu olur ve seni destekler, beklenti içerisine girerler. Ama kendi hayallerinin peşinde koşup bir şeyler yapmaya çalışırsan bunu umursamazlar. Pek azı seni destekler. Sırf kuru inat uğruna birilerine bir şeyler ispatlamak için harcanan zaman ise kişinin kendisi için yaşayıp tükettiği bir hayat olmuyor. Tüm hayatını böyle geçirmişse geçmiş olsun! Kendisi için değil başkası için yaşamış demektir. Her şeye rağmen bir erkek, bir çocuk dünyaya getirmek istiyorsa kitap yazsın diyorum ben. Yazmak hayat kurtarır, ilk önce de yazarınkini.

Son romanınız Dizelerin Kokusu’ndan bahsedelim… İsmi neden Dizelerin Kokusu oldu?

Koku duyumuzun ne kadar etkili olduğunu hepimiz biliriz. Hatıralarımızda belli belirsiz canlanıveren çok anımız olmuştur geçmişte içimize çektiğimiz kokular sayesinde. Bu özelliğimizden yola çıkarak romanımı koku teması üzerine kurdum ve görsel hafıza yerine koku hafızasının daha dokunaklı olduğunu düşündüğüm için ismini Dizelerin Kokusu koydum. Böylece edebiyat, romantizm ve duygusal derinlik bir başlıkta buluşmuş oldu. “…Koku, bellekle ilk tanışma anını öyle kusursuz bir şekilde muhafaza eder ki su yüzüne çıkmadan geçirdiği her gün etkisi daha da güçlenir. Yukarılarda unutulsa bile derinlerde bir yerde yaşamaya devam eder. Ve tekrar karşılaşıldığında, zavallıyı tutar ve hoyratça çok öncelere, ilk temasın gerçekleştiği o muhteşem âna götürüverir. Bir koku zerresi asla hafife alınmamalıdır. İnsanı öyle bir çarpar ki işittiklerinden hatta gördüklerinden bile daha derin iz bırakır ruhunda…”

Dizelerin Kokusu, Edebiyat dünyasının zorlukları ve duygusal ilişkiler arasında gidip gelen bir şair ve onu kokularla anıların gizemli dünyasına iten bir kadını anlatıyor. Bu kitabın yazarından da dinlemek isterim, nedir sizce aşk?

Bunu anlatmak kolay değil ama kendimce, dilim döndüğünce söz edeyim. Aşk bir karmaşa halidir bence. Aşka yakıştırılan en büyük özellik ise âşık olunana ulaşamamaktır. Büyük aşklar vuslatla bitmez. Özlem ve kavuşamamak vardır sürekli. Âşık olma hali tanımsızlık içerdiği için bu duygusal tanımsızlık ortamında var olmak ya da olmamak arası bir çizgide gidip gelmektir. Söz konusu olan aşktır. Genel değildir, kişiye özeldir. Dolayısıyla bir kişinin aşkında dokunulmazlık ağır basar, bir diğerininkinde kendini bilmezlik... Âşık kendi durumunun farkında olamaz zaten, başkaları bunu anlar, onu tanımlar hatta onun halini ona anlatanlar olur, akıl verenler olur. Ama şimdi gelin içinde yaşadığımız zamana dönelim. Hayat tüm hızıyla akarken, onca uyaranın içinde hayatta kalabilmek için çırpınırken böyle bir duyguyu yaşamak hâlâ mümkün mü, bunu bilmiyorum... Dizelerin Kokusu’na, Aşkın görünmez hâli dedim o yüzden. “Aşkın bin bir tarifinden birinde şöyle der: Keyiften çok acıya yer açın kalbinizde. Çünkü aşk, acı üstünde pişer.” Onun için “Sana âşık oldum,” demek pek mümkün olmayabilir. Sözün özü sağlıklı ruh yapısına sahip insanların içine düşeceği bir durum gibi görünmüyor bana. Yemeden içmeden kesilmek, karşısına geçip saatlerce onu seyretmek… Kaldı ki âşık olmak tek taraflı bir eylemdir. Karşılık bulursa ne âlâ! Vuslata erer de sonrasında duygu durumu ne olur, onu şimdiden kestirmek ve bir standarda bağlamak zor. Ama bu duyguyu unutmamak bile güzel.

Seven sevdiğine söylemeli mi?

Evet. Birbirimize sevdiğimizi söylemeliyiz. Sevmeye ve sevilmeye ihtiyacımız var. İnsanlara, çiçeklere, hayvanlara hatta eşyalara onları sevdiğimizi söylemeliyiz. Söylüyoruz da. Sevgi adını verdiğimiz temiz duyguyu aynı temizlik ve saflıkla görünür kılmalıyız.

Okuduğunuz, örnek aldığınız yazarlar var mıdır?

Evet, var. Maksim Gorki, Fyodor Dostoyevski, Jean-Paul Sartre, Franz Kafka, bu usta yazarları sayabilirim.

Başucu kitaplarınız var mıdır peki?

Üslubundan etkilendiğim yazarların feyz aldığım kitaplarını zaman zaman tekrar açar, altını çizdiğim yerleri gözden geçiririm. Bazen tüm kitabı bir kez daha okurum. Gorki’nin Ana, Benim Üniversitelerim, Ekmeğimi Kazanırken, Çocukluğum; Dostoyevski’nin Suç ve Ceza; Sartre’ın Sözcükler, Yaşanmayan Zaman; Kafka’nın Dava, Şato, Dönüşüm, Babaya Mektup; Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby, Albert Camus’nun Yabancı; Virginia Woolf’un Deniz Feneri, Agota Kristof’un öyküleri (Okumaz Yazmaz), Turgenyev’in Babalar ve Oğullar; Yakup Kadri’nin Yaban isimli eserlerini sayabilirim.

Yeni projeler, yeni kitaplar gelecek mi? Buradan okurlarınıza duyuralım isterim.

Benim de hayallerim var. Çıktığım bu uzun soluklu macerada ulaşmak istediğim hedefler, başarmak istediğim hayallerim var. Daha çok okurla buluşmak ve okunmak arzusu taşıyorum. Duygusunu sözcüklerle görünür kıldığım, ruhları akıl almaz dünyalara sürükleyen, tanımlanmamış diyarlarda yaşanan, tarihte yer almamış mekânların zaman ötesi öykülerini yazıyorum okurlarım için. Kitaplarımın dünya çapında okunmasını umut ederek tutkuyla yazmaya devam ediyorum.

Sohbetiniz için teşekkür ederim. 30 Ağustos Zafer Bayramı bugün. Hem son sözlerinizi hem de bu özel güne dair düşüncelerinizi almak isterim…

Bu zafer, güzel vatanımızda sahip olduğumuz her şeyin temelini oluşturmakta. Bugün bağımsız bir ülkede gönlünce yaşayabilen insanlar isek eğer, bugün sizinle bu güzel röportajı gerçekleştirebiliyorsak eğer, bunu, bu toprakların genç yaşlı, kadın erkek, çocuk yetişkin, asker sivil tüm insanlarının canla başla mücadele etmelerine ve vatan uğrunda canlarını hiç düşünmeden feda etmelerine borçluyuz. Varoluş mücadelesi veren bir halkın topyekûn zaferidir bu. Biz sevdiklerimizle mutlu bir yaşam sürelim diye o yüce gönüllü insanlar sevdiklerini arkalarında bırakarak cepheye koştular ve birçoğu sevdiklerine bir daha kavuşamadılar. Bir dâhi olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere tüm kahramanlarımızı rahmet ve şükranla anıyorum. Ruhları şad olsun.       Böylesine anlamlı bir günde beni ağırladığınız için size çok teşekkür ederim.