10 yaşından itibaren kamerayla tanışmışsınız. Bir çocukluk hayali miydi oyunculuk?
Aslında daha öncesine dayanıyor. Ben 3-4 yaşlarındayken, tüm aile bir araya geldiğinde, herkesi bir yere oturtup, onlara şovlar yaparmışım. O zamanlardan beri insanlara kendimi gösterme çabam varmış. Ailede Tolga (Çevik) abim gibi bir örnek vardı. Onun oyunlarını seyretmeye giderdim. En başından beri oyunculuk yapmak istediğimi biliyordum.
Tolga Çevik’in kuzeniniz olmasının, oyunculuğa açılan kapıda bir avantajı oldu mu?
Tabi ki oldu. Ben belki tiyatro kurslarına gidecekken, Tolga abi gibi bir örnek olunca bana hep yol gösterdi. Baba Evi dizisinin seçmelerine de o yönlendirmişti. Zaten oyunculuk kariyerim öyle başladı. Her şeyin başlaması da onun sayesinde oldu.
Önce Komedi Dükkanı sonra Sen Çal Kapımı “Erdem” karakteriyle birlikte patlama yaşamışsınız. Ondan önce nasıl bir hayatınız vardı?
Sen Çal Kapımı dizisiyle bir patlama yaşandı. “Eee, sonra?” aynı zamanlarda yayına girdi. Pandemi de ben “Eee, sonra” dizisini yazıyordum. Sen Çal Kapımı pandemiden sonra başlamıştı. Sen Çal Kapımı patladıktan sonra “Eee, sonra?” yayına girdi. Sen Çal Kapımı uluslararası bir diziydi. Şuan instagramıma baksanız % 40’ı yabancı isimlerden oluşuyor.
Ondan önce nasıl bir hayatınız vardı?
11 yaşına kadar Baba Evi dizisi sürdü. 2 yıl dublaj yaptım. Bir eğitim arası verdikten sonra, üniversitede tiyatro kulübüne yazıldım. Oradaki insanlarla birlikte, bir doğaçlama ekibi kurmuştuk. Barlarda, komedi club’larda Ali Biber vesilesiyle sahne alıyorduk. Bazen 2 kişi izliyordu, bazen 60-70 kişi izliyordu. Zaten 2010 yılında Komedi Dükkanı başladı. 2018’e kadar reklamlar, sinema, Komedi Dükkanı devam etti. Komedi Dükkanı’nda hem prodüksiyondum hem oyuncuydum. Oyun bittikten sonra kasetleri götürürdüm, kuru temizlemeleri bırakırdım.
O zaman hiç “Olmuyor, ben şimdi ne yapacağım?” stresini yaşamadınız?
Bu iş, her zaman o stresle yaşanması gereken bir iş. Şimdi de öyle… Artık bunu kabullendim. Bu işi yapan herkesin de hayatın standardı olarak kabul etmesi gerekir. O kadar değişken bir zemin ki, çıkıp bir röportaj yaparsın ve oyunculuk kariyerin biter. Komedi Dükkanı’nda her şey doğaçlamaydı. Bir şaka yaparsın, tüm hayatın biter. Bizim işimiz böyle.
Sizi izlediğimiz rollerin hepsinde eğlenceli, hayatı yaşamayı seven, insanları güldürmeyi başaran bir Sarp Bozkurt görüyorum. Bu hep böyle miydi?
Her zaman bu kadar enerjik değildim, ama insanlar komik eğlenceli insanların yanında olmak ister. Ben hep, vakit geçirmek istenilen biriydim. Bana sorarsanız, ben kendimi öyle görmüyorum. Özellikle 2018 yılından sonra hayatı daha yoğun yaşamaya başladım, hayatın dramını gördüm. Daha çok gülmenin, insan hayatındaki bir sürü şeyin çözümü olduğunu fark ettim. Genelde rahat bir adamdım, şimdi çok daha rahat bir insanım. Hayatımdaki en büyük kırılma noktasını şu düşünme sistemiyle yaşadım; eğer üst üste kötü şeyler oluyorsa, çok iyi bir şey olacağı içindir. O kötü zamanları, kendinle barışık bir şekilde atlatmak önemlidir. Ben kendimle barıştıktan sonra, kariyerimde yükselmeye başladım.
Çok gülen insanların içinde ağlayan bir çocuk olur genelde, sizin içinizde de var mıdır?
Eskiden vardı. Çok daha hüzünlü bir insandım, yalnız kalmayı çok severdim. Şimdi yalnız kalmak en sevmediğim şeydir. Hep yanımda birileri olsun isterim. Dünyada bu tür insanlar çok var, ama ben artık öyle biri değilim. Şuan mutlu bir insanım.
Nasıl bir ailede büyüdünüz. Bu mizah biraz da genetik mi?
Annem tabiri caizse yırtık bir kadındır; delidolu, eğlenceli… Babam ise hep sakindir. Ben de bu tezat içinde büyüdüm. Bu garip komedi anlayışımı annemden almış olabilirim. Babam içinde dert biriktirirdi, annem her şeyi söylerdi. Biz çok sevgi dolu bir aileydik. Sürekli sarılıp, öpüşme gibi bir alışkanlığımız vardı.
Siz kurduğunuz ailenin içinde öyle misinizdir?
En büyük amacım budur. Uyanır uyanmaz “Günaydın, seni çok seviyorum. – Ben de seni çok seviyorum” deriz, aynı şekilde gece uyurken de öyledir. Bu anlar bir aile için çok değerli. Özellikle bizim ülkede, oğluna “Seni seviyorum” diyemediği için pişmanlıklarla dolu insanlar var. Bunun çok kıymetli olduğunu düşünüyorum.
Mühendislikten oyunculuğa sonra da mizaha hızlı ve başarılı bir giriş yaptınız. Oyunculuk biraz da mühendislik işi diyebilir misiniz?
Mühendislik, problem çözme aşamasında bana çok etkisi oldu. Ben yapımcılık, kamera arkası tarafında daha çok işime yarayacağını düşünmüştüm. Broadway ve Aslan Kral’ izlemeye gittiğimde aşırı etkilenmiştim, çünkü mükemmel bir mühendislik işlenmişti. O zamanlar tatlı hayallerim vardı. Her geçen gün hayal ettiğim adamla, gerçek arasındaki fark büyüyor. O zamanlar, sahnede büyük prodüksiyonlar yapmak gibi hayallerim vardı. Senaryo yazmaya başladığımda, bana çok büyük bir etkisi olduğunu anladım, çünkü senaryonun basit hali, problem çözmektir. Bütün dizi veya film boyunca kendine problemler çıkartıp, sonra da onları çözmeye çalışırsın. Mühendislik de tıpkı buna benzer.
Deniz Işın’la birlikte “Eee, Sonra?” adında Youtube için romantik komedi bir iş çektiniz. Nasıl doğdu bu fikir?
Emre Bahadır Çırakoğlu ile 2018’de Amacı Olmayan Grup adında bir sinema filmi yapmıştık. Emre, yardımcı yönetmendi. 2019 ‘un sonlarında buluştuk, Emre bana bu fikirler geldi “Sen yazar mısın?” dedi. Ben her zaman yazmayı çok istiyordum, ama çekiniyordum. Emre’yle, senaryoya başlamadan önce, bu dizide oynayacak kadın oyuncuyu da dahil etmek istedik. Biz ilişkiyi anlatırken, eril bir dile sahip olabiliriz. O eril dili istemediğimiz için bir kadın gözünün senaryoya etki etmesini istedik, çünkü çok kolay seksist bir yere gidebilirdi. 50 kişiyle görüşmüşüzdür. Deniz’in videolarını gördüğümüz anda “Bu isimle çalışmalıyız” dedik. Görüştüğümüz anda üçümüz de birbirimize çok ısındık. Pandemi girdiğinde, biz akşamları Zoom üzerinden senaryo üstüne konuşuyorduk. 2 ay sonra sete çıktık. Eee, Sonra yayınlandığı ilk bölümle birlikte trendlere girdi. Beklediğimizin çok üzerinde izlendi. Daha üçüncü bölümü tamamlanmadan, Blu Tv aradı ve ikinci sezonu yapmak istedi.
Dijitalde çalışmak nasıl bir deneyimdi?
Keşke aynı fırsatlar olsa da hiç televizyona yapmasak, hep dijital platformlarda çalışsak. Her şeyden önemlisi oto sansürü daha az uyguluyorsun.
Şuan “Bizden Olur mu?” dizisinin, filmini hazırlıyorsunuz. Onu da Blu Tv’ye mi çekeceksiniz?
Biz o filmi sinemaya sokmak istiyoruz. Bu aralar yapımcılar, direk dijitale proje yapıp, ne harcayacağını, ne alacağını bilmek istiyor, ama biz yaptığımız şeyi vizyonda görmek isteriz. Özellikle Yotube da çekilip, vizyona çıkmak bizim için çok büyük bir başarı.
Diziye göre farklılıklar olacak mı?
Kurduğumuz yapıda, baya farklı noktalara gitti. Biz, elimizde ilişki kitaplarıyla, buluşmalara çıkıyoruz. Doğru kadını, erkeği bulmak için 100 Madde gibi kitaplar var. Onlardan bir madde seçip, Deniz’le karşı karşıya geliyoruz. Öyle zıt maddeler seçiyoruz ki, hiçbir zaman bir araya gelemiyoruz. “Bizden Olur mu?” projesi de böyle ilerledi, ama bizim Deniz’le olan uyumumuz, konsepti bu noktadan çıkarabilmemizi sağladı. Sinema filminde; ilk tatillerini yapan sevgililer konseptiyle başlayacağız.
İlerleyen zamanlarda interaktif projelere devam etmeyi düşünüyor musunuz?
Bizim aklımızda, Blu Tv’ye giderken teknik olarak bu konsept vardı, ama bunun mümkün olmadığını söylediler. İnteraktif bir şey yapmak istersek, yine youtube olur.
Eşinizle nasıl tanıştınız?
Endüstri Mühendisliği okurken, aynı zamanda Coca Cola’da staj yapmıştım. Orada tanıştık. 2009 yılından beri birlikteydik. 2016 yılında da evlendik.
Baya uzun bir zamandan bahsediyoruz. Bir insanın eşini tanıması için ideal bir zaman mı?
Birlikte büyüdüğümüz için çoğu şeyimiz ortak. Artık birbirimize şaşırmıyoruz. Ben mesleğim gereği sürekli değişimler yaşıyorum. O yüzden bu soruyu bir de eşime sormanız lazım. İlk evlendiğimiz dönemlerde bu kadar işkolik bir adam değildim, şimdi neredeyse evde zor görüşüyoruz.
Çok konuşulan karakterlerin, çok sevilen projelerin yazarı oldunuz. Ardından ideal bir eş, iyi bir baba profili oluşturdunuz. Dışarıdan biri baktığında en çok hangi kimliğiniz öne çıkar?
Beni tanımayan biri aile yaşantım hakkında bir fikre sahip olmadığı için, zıpır biri olarak görebilir, çünkü ben aile yaşantımı oğlum doğduktan sonra çok paylaşmamaya başladım. İnstagramı profesyonel açıdan kullanıyorum. Ben sadece evde babayım. Dışarıda Ezgi’nin iki çocuğu var.
Babalık ağır sorumluluklar yükledi mi? Baba olduktan sonra “Artık başka bir Sarp” oldu diyebilir misiniz?
Kesinlikle diyebiliriz. Kendim için hiçbir şeyi dert etmezken, çocuğumun geleceği hakkında tasalanıyorum. Onu güvenli bir yerde büyütüp, güzel bir geleceğe sahip olmasını istiyorum. Ben kendim için önlemler almayan biriydim. Şimdi oğlum için önlemler alıyorum.
Bir röportajınızda “Babam öldükten sonra hayata karşı bakış açım çok değişti” demişsiniz. Size bu farkındalığı getiren şey neydi?
Hayatın çok kısa olduğunu fark ettim. Herkes bunu söyler, ama başına gelince başka oluyor. Ben bunu hiç unutmadım. Yaşamak istediğim ne varsa onu yaşıyorum. Babamın ölümü ben de böyle bir etki yarattı. Bu etki hayatımda kalıcı oldu. Babamı kaybettikten iki yıl sonra beynim böyle bir düşünce sistemi üretti. Yaşamı sevmeye ve her anı dolu dolu yaşmaya karar verdim. Hatta bunun üstüne Ted x konuşmam var.
Konuşamadığınız zamanlarda yazdığınız oluyor mu?
Günlük tutmayı bu yüzden severim. Bir noktada psikologa anlatmak gibi bir şey. İnsan anlattıkça rahatlıyor.
En çok tıkandığınız, hepimizin kal geldi dediği anlarda anı nasıl kurtarırsınız?
Sahnede böyle bir şey başıma geldiğinde, hemen söyleyeceğim şeyin dışında bir şey söylerim ve karşı tarafa da bir gol atmış olurum. Bu çok eğlencelidir. Bir pot kırdıysam, direk pot kırdığımı söylerim (gülerek) çünkü pot kırdıktan sonra düzeltmeye çalışma çabası bana çok zavallıca gelir.
Seni tanımayan bir oda dolusu insanla, yarım saati bir arada geçirdiniz. Yarım saatin sonunda, sizin hakkınızda ne düşünürlerdi?
- Eğlenceli bir insan olduğum izlenimini bırakırdım. Sonra baba olduğumu görünce şaşırırlardı.