YAĞMUR TANYILDIZ'ın röportajı için tıklayınız...
Öncelikle sizi tanımak isteriz. Kimdir Büşra Coşkun Keskin?
Kendimi tanımlarken uzun uzun unvanlar sıralamak yerine şöyle söylemeyi daha çok seviyorum: Ben bir anlatıcıyım. Kelimelerle dünyalar kuran, ruhlara dokunan, bazen de insanın içini şöyle bir dürtüp, “Hadi, artık o ilk adımı at!” diyen biriyim. Yazarlık benim için sadece bir meslek değil, adeta nefes almak gibi. Kendimi bildim bileli içimde anlatılması gereken hikâyeler taşıyorum. Bazen o hikâyeler kâğıda dökülüyor, bazen bir danışanımla yaptığım bir sohbette hayat buluyor, bazen de sokakta yürürken fark ettiğim küçük bir detayda yeniden şekilleniyor. 1985 İstanbul doğumluyum. Yazarlığın ve danışmanlığın yanı sıra asıl mesleğim havacılık. Uzun yıllardır havacılık sektöründe, büyük bir kuruluşta görev alıyorum. Yani bir yanım hep gökyüzünde! Belki de kelimelerle uçmayı bu yüzden bu kadar seviyorum. Aynı zamanda iki harika çocuğun annesiyim. Anne olmak insana hem sabrı hem de kaosu aynı anda öğretiyor! Eğer bir yazar olarak hayal gücümün gelişimine neyin katkısı oldu derseniz, kesinlikle çocuklarım derim. Onlar bana hayatı daha farklı bir gözle görmeyi, sıradan anların içindeki büyüyü fark etmeyi ve her gün yeni bir hikâye keşfetmeyi öğretti. Bunların yanı sıra ben, üç temel alanda uzmanım: Yaşam Koçluğu, Enerji Çalışmaları (Reiki, Biyoenerji, EFT) ve Zihin Programlama (NLP). Bu alanlarda danışanlarıma rehberlik ederek, hem ruhsal hem zihinsel hem de enerjisel dönüşümlerine destek oluyorum. Dengeleri sağlamak, kişisel farkındalık ve dönüşüm süreçlerinde rehberlik etmek benim en büyük tutkum.
Yazmaya başlama süreciniz nasıl gelişti? Kelimeler sizin için ne ifade ediyor?
Bazı insanlar düşüncelerini yüksek sesle ifade etmeyi sever, bazıları resim yaparak anlatır, bazıları melodilere sığınır. Benim içinse her şeyin en doğal ve güçlü çıkış noktası kelimeler oldu. Çünkü kelimeler yalnızca bir anlatım aracı değil, aynı zamanda düşüncelerimi şekillendiren, dünyayı anlamama ve anlatmama yardımcı olan en büyük gücüm. Benim yazıyla ilişkim bir gün ansızın başlamadı. Çocukken bile kelimelerle oyun oynamayı, dünyaya farklı açılardan bakmayı, her şeyin arkasında bir hikâye aramayı severdim. Bir sokakta yürürken bir pencerenin önüne konmuş bir çay bardağı bile bir hikâyenin başlangıcı olabilirdi benim için. Herkesin sıradan gördüğü şeyleri farklı açılardan inceleme dürtüsü, yazmaya olan bağlılığımı besledi. Ama yazmak benim için sadece bir gözlem süreci değildi. Kelimeler benim düşüncelerimi düzenleme, insanları anlama ve hayata dair merakımı besleme biçimimdi. Günlükler, mektuplar, küçük hikâyeler… Yazdıkça daha fazla fark etmeye, fark ettikçe daha fazla yazmaya başladım. Bu döngü, benim için tükenmeyen bir enerji kaynağına dönüştü. Gerçek anlamda “Ben yazmalıyım” dediğim zaman, bu sadece bir his değil, bir sorumluluktu. Çünkü anladım ki, bir cümle bazen koca bir dünyanın kapısını açabiliyor. Kelimeler, yalnızca bir kişinin iç dünyasında yankılanmıyor; onlar, okuyanın zihninde yeni yollar açıyor, hislerini görünür kılıyor, bazen de cesaret veriyor. Yazı, benim için dünyayı daha büyük bir perspektiften görebilmenin, insan ruhuna daha yakından bakabilmenin en güçlü yollarından biri. O yüzden benim için yazmak bir meslek değil, bir yaşam biçimi. Kelimelerle dünyalar kurmaya, anlatılmamış hikâyeleri ortaya çıkarmaya ve insanlara dokunmaya devam edeceğim. Çünkü bazen tek bir cümle bile, bir insanın içindeki gücü keşfetmesine yardımcı olabilir.
“Gözlerini kapat ve ruhunu dinle. Belki tozun altında kalan seni fark etmen zaman alacak ama sonunda fark edeceksin. Fark ettiğinde ona iyi davran ve ihtiyacı olanı ver” diyorsunuz kitapta. Bu cümle ne anlatıyor? İnsanlar kendilerini bulmak için gerçekten ne yapmalı?
Bu cümle, aslında hepimizin hayatında bir noktada yüzleştiği bir gerçeği anlatıyor: Zamanla kendi özümüzü unutuyoruz. Çocukken, ne istediğimizi çok iyi biliriz. Oynamaktan keyif aldığımız oyunları, hangi renkleri sevdiğimizi, bizi heyecanlandıran şeyleri hiç düşünmeden söyleyebiliriz. Ama büyüdükçe, o saflığın üzerine kat kat sosyal beklentiler, sorumluluklar, deneyimler eklenir. Hayatta kalma çabamızın içinde “Ben kimim? Gerçekten ne istiyorum?” sorusunu sormayı unuturuz. Ve bir gün kendimize dönüp baktığımızda, içimizdeki o çocuk kadar cesur olmadığımızı fark ederiz.
Peki, insanlar kendilerini bulmak için gerçekten ne yapmalı?
Önce durmayı öğrenmeli. Sürekli bir yerlere yetişmeye çalışırken, içimizde olup bitenleri fark edemeyiz. Hep bir sonraki adımı düşünüyoruz, yapılacaklar listesini tamamlamaya çalışıyoruz, ama hiç kendimize dönüp “Ben şu an ne hissediyorum? Neye ihtiyacım var?” diye sormuyoruz. Ama eğer kendimizi bulmak istiyorsak, bir anlığına durmalı, sessizliği kabul etmeliyiz. Çünkü içimizdeki gerçek ses, ancak biz sustuğumuzda duyulur. Sonra fark etmeyi öğrenmeli. Ruhumuz bize sürekli sinyaller gönderir. Kendimizi iyi hissetmediğimiz bir ortamda bulunuyorsak, yanlış bir yolda ilerliyorsak, bir şeyler ters gidiyorsa, içimizde bir huzursuzluk oluşur. Ama çoğu zaman bu hissi görmezden geliriz. Oysa kendimizi tanımanın yolu, bu sinyalleri fark etmektir. İçsel huzursuzluklarımızın, korkularımızın, arzularımızın bize ne anlatmak istediğini anlamaya çalışmalıyız. Ve son olarak, kendimize iyi davranmayı öğrenmeliyiz. Kendi içimizde kaybolmuş olabiliriz, ama unutulmaması gereken şey şu: Ne kadar üzeri örtülse de, içimizdeki ışık hiçbir zaman tamamen sönmez. O yüzden, bir gün kendimizi yeniden fark ettiğimizde, ona şefkatle yaklaşmalıyız. Kendimize acımasız davranmayı bırakıp, gerçekten kim olduğumuzu kabul etmeli ve ona ihtiyacı olanı vermeliyiz. Çünkü insan ancak kendini sevdiğinde, başkalarına da gerçekten ışık olabilir.
Kitaplarınızdaki karakterler büyük bir derinlik taşıyor. Peki, Derin, Pamir, Talu, Ravza, Tuğrul, Vanessa, Leandro ve Tuna Bey gerçek mi, yoksa tamamen kurgu mu?
Kitaplarımın karakterleri, tamamen kurgu gibi görünse de aslında hayatın ta kendisi. Bir yazar olarak, gözlem yapmadan, insanları ve hayatı anlamadan karakter oluşturmak mümkün değil. Derin’i, Pamir’i, Talu’yu, Ravza’yı yaratırken sadece hayal gücümle hareket etmedim. Onlar, tanıdığım, gözlemlediğim, dinlediğim ya da hissettiğim birçok farklı insanın birleşiminden doğdu. Mesela Derin, içsel yolculuğun ve değişimin simgesi. İnsan ruhunun sürekli devinim içinde olduğunu ve bazen en büyük keşiflerin en büyük kayboluşlardan sonra geldiğini temsil ediyor. Pamir, cesaretiyle ve kendini arayışıyla birçok insanın hayatındaki dönüm noktalarını temsil ediyor. Bazen hayatta kendimizi bulabilmek için konfor alanımızı terk etmek zorunda kalırız ve Pamir, bu sürecin ne kadar zorlu ama bir o kadar da dönüştürücü olduğunu gösteriyor. Talu, sezgilerimizin ne kadar güçlü olduğunu, iç sesimizi dinlemenin ve pozitif bakış açısına sahip olmanın önemini anlatan bir karakter. Ravza, geçmişin izleriyle yaşamak zorunda kalan ama bunlarla barışmayı öğrenen bir figür. Hayatta yaşadığımız acılar bazen bizi güçsüzleştirir gibi görünse de, aslında en büyük gücümüz haline gelebilir. Tuğrul, hayattaki en temel sorularımızdan birini sorgulatan bir karakter: Güç, gerçekten güç müdür? Vanessa ve Leandro, içimizdeki dengeyi ve farklı kültürlerin, farklı bakış açılarının hayatımızdaki etkisini temsil ediyor. Tuna Bey ise cesaretin, hayallere koşmanın ve bilgece yaşamanın değerini vurguluyor. Yani kısaca, bu karakterler tamamen hayal ürünü değiller, ama birebir gerçek de değiller. Onlar, hepimizin içinde taşıdığı parçaların, farklı hikâyelerin, farklı bakış açılarının birleşiminden oluşan karakterler. Ve bu yüzden okuyan herkes, onlarda kendisinden bir şeyler buluyor.
Yeni kitap çalışmalarınız var mı? Okurlarınızı neler bekliyor?
Kesinlikle evet! Hem yetişkinler hem de çocuklar için yeni projelerim var. Üstelik güzel inanılmaz bir çalışmayla... Özellikle yetişkinler için üzerinde büyük bir titizlikle çalıştığım savaş kitabım, benim için sadece bir roman değil, manevi anlamı çok büyük bir eser. Bu kitabı yazarken, sadece bir hikâye kurgulamakla kalmadım; tarihin içinde gerçek bir yolculuğa çıktım. Bu kitabın temeli, Kıbrıs gazisi olan babamın, onun komutanlarının ve silah arkadaşlarının birebir anlattıklarıyla şekillendi. Onların savaş öncesinde, savaş sırasında ve sonrasında yaşadıkları, düşüncelerindeki, duygularındaki değişimler, hayata bakışlarındaki dönüşümler, bu kitabın en güçlü damarlarından biri oldu. Çünkü savaş sadece cephede yaşanan bir şey değil. İnsan ruhunun da savaş alanları var. Ve ben bu kitapta, sadece savaşın fiziksel yönünü değil, insanın savaş sırasında ve sonrasında yaşadığı ruhsal değişimleri de derinlemesine anlatıyorum. Bu kitap yayınlandığında, okuyucular sadece bir savaş hikâyesi okumayacaklar. Onlar, cesaretin, dostluğun, hayatta kalma içgüdüsünün ve insanın kendini yeniden bulma sürecinin içinde olacaklar. Eminim ki okuyan herkes, karakterlerle birlikte kendini sorgulayacak, kendi iç savaşlarını hatırlayacak ve belki de hayatındaki bazı gerçekleri yeniden değerlendirecek. Bunun yanında, çocuklar için beşli bir seri üzerinde de çalışıyorum. Çocuklara keşfetme duygusu, cesaret, umut, sevgi ve özgüven aşılayan hikâyeler olacak. Bu çalışmamda büyük ve başarılı bir redaktör ile çalışıyorum. Yani evet, okurlarımı sürprizler bekliyor. Ve özellikle savaş kitabımın, yayımlandığında büyük bir heyecan ve merakla karşılanacağını biliyorum. Beni ve okuyan herkesi çok duygulandıracak. Çünkü anlatacaklarım, sadece benim değil, bu toprakların bir parçası olan herkesin hikâyesi.
Yazılarınız sadece hikâye anlatmakla kalmıyor, okuyucunun ruhuna da dokunuyor. Sizce bir yazar, sadece anlatıcı mı olmalı, yoksa okuyucusunun dönüşümüne de katkı sağlamalı mı?
Bana göre bir yazar, sadece kelimeleri yan yana dizen biri olmamalı. Eğer bir kitap, okuyucusunu sarsmıyor, düşündürmüyor, ona kendini ve hayatı sorgulatmıyorsa, o sadece bir metindir, ruhu yoktur. Benim için yazmak, bir aynayı okuyucunun ruhuna tutmak gibidir. Bir yazar, sadece anlatıcı değil, bir yol arkadaşı, bir ışık taşıyıcısı olmalıdır. Çünkü her insanın içinde keşfedilmeyi bekleyen bir tarafı vardır. Ben de yazarken, okurlarımı sadece bir hikâyenin içinde gezdirmekle kalmıyorum; onların kendi içlerinde bir yolculuğa çıkmalarını, bazı şeyleri fark etmelerini ve kendi ışıklarını serbest bırakmalarını sağlıyorum. Kelimenin gücü buradadır: Bir kitap sadece okunmaz, hissedilir, yaşanır, dönüştürür. İşte ben de tam olarak bunu yapmak için yazıyorum.
Yaşam Koçu, NLP, EFT, Biyoenerji Uzmanı ve Reiki Master’ısınız. Peki, yaşam koçluğu nedir, kimler bir yaşam koçuna ihtiyaç duyar? Siz danışanlarınıza nasıl bir yolculuk sunuyorsunuz?
Yaşam koçluğu aslında bir kişinin potansiyelini keşfetmesine, hedeflerine ulaşmasına ve kendi içsel gücünü fark etmesine yardımcı olan bir rehberlik sürecidir. Ancak burada kritik bir nokta var: Yaşam koçu bir psikolog ya da terapist değildir. Ben insanların geçmiş travmalarına derinlemesine inmekten ziyade, şu an oldukları noktadan istedikleri noktaya ulaşmalarını sağlayacak yöntemler sunuyorum. Bana gelen danışanlar bazen kariyerlerinde bir çıkmazda hissediyor, bazen özel hayatlarında dengeyi kaybettiklerini düşünüyor, bazen de “Ben kimim, gerçekten ne istiyorum?” sorusunun cevabını bulamıyorlar. İşte burada devreye giriyorum. NLP, EFT ve biyoenerji gibi tekniklerle, onların zihinlerini ve duygusal enerjilerini yeniden yapılandırmalarına yardımcı oluyorum. Her danışan biricik, her süreç farklı. Ama hedefim hep aynı: Kendi ışığını keşfetmeleri ve serbest bırakmaları!
NLP, zihni yeniden programlamak olarak anlatılıyor ama bu kulağa biraz sihir gibi geliyor. Gerçekten nedir NLP? Bir insanın hayatında nasıl bir değişim yaratabilir? Kendi hayatınızda NLP’yi nasıl kullandınız?
Evet, sihir gibi geliyor ama aslında tamamen bilimsel! NLP (Nöro-Linguistik Programlama), beynimizin çalışma şeklini anlamaya ve onu yeniden şekillendirmeye dayalı bir sistemdir. Günlük hayatımızda hepimiz farkında olmadan otomatik düşünce kalıpları oluşturuyoruz. Bu kalıpların bazıları bize fayda sağlarken bazıları da ayağımıza dolanıyor. NLP, işte bu zararlı düşünce kalıplarını fark edip dönüştürmemizi sağlıyor. Bunu kendi hayatımda nasıl kullandım dersen, sanırım en büyük etkisini karar verme süreçlerimde gördüm. Eskiden bazı kararları alırken fazla düşünüp kendimi kısıtlıyordum. NLP teknikleriyle bu bilinçaltı blokajları fark ettim ve dönüştürdüm. Şimdi, hem daha özgür hem de daha bilinçli hareket ediyorum. Ve bu süreçte öğrendiğim her şeyi danışanlarıma aktarıyorum. Çünkü bence hayatın en güzel yanı, öğrendiklerini başkalarına fayda sağlayacak şekilde paylaşabilmek.
İnsanlar size genellikle hangi sorunlarla geliyor? Kendi içindeki çıkmazları aşmak isteyen biri için en kritik nokta nedir? Hiç aklınızda kalmış, sizi çok etkileyen bir danışan hikayeniz var mı?
Bana gelen danışanların büyük çoğunluğu “Sıkışıp kaldım, ne yapacağımı bilmiyorum” noktasında oluyor. Kimi kariyerinde ilerleyemediğini düşünüyor, kimi ilişkilerinde tekrar eden döngülerden kurtulamıyor, kimi de çocukluk travmalarının farkına varıp özgürleşmek istiyor. En kritik nokta ise şu: Gerçekten değişime hazır olmak. Çünkü ben kimseyi zorla dönüştüremem. Eğer biri “Ben artık hayatımda bir şeyleri değiştirmek istiyorum!” diyorsa, işte o zaman muhteşem bir yolculuk başlıyor. Aklımda kalan bir danışan hikayesi mi? Ah, çok var! Ama içlerinden biri gerçekten unutulmazdı. Bir danışanım çocukluk travmaları nedeniyle yıllarca kendini değersiz hissetmiş ve hep geri planda kalmayı seçmişti. EFT ve NLP teknikleriyle yaptığımız çalışmalar sonrası inanılmaz bir dönüşüm yaşadı. Şu an kendi işini kurdu ve hayatında ilk kez “Ben buradayım ve değerliyim!” diyerek kendine sağlam bir yer açtı. İşte, bu değişimlere tanık olmak benim için tarif edilemez bir mutluluk.
Yeni bir kitap üzerinde çalışıyorsunuz. Okurlarınızı büyük bir sürpriz bekliyor mu? Biraz ipucu verir misiniz, bu kitapta Büşra Coşkun Keskin okurlarına nasıl bir deneyim sunacak?
Ah, kesinlikle büyük bir sürpriz bekliyor! (Gülüyor) Yeni kitabım sadece bir hikâye değil, aynı zamanda bir farkındalık yolculuğu. Savaş ve kişisel gelişimi iç içe geçiren çok özel bir kurgusu var. Çünkü savaş sadece cephede değil, bazen kendi içimizde de yaşanır, değil mi? Bu kitapta, okuyucularım hem güçlü bir hikâye okuyacak hem de kendilerine dair birçok şeyi fark edecekler. “Ben olsam bu durumda ne yapardım?” diye soracaklar. Kimi zaman gözleri dolacak, kimi zaman “Evet ya, tam da bunu hissettim!” diyecekler. Ve en önemlisi, kitaptan kendi hayatlarına bir ışık alıp yollarına devam edecekler. Daha fazla ipucu vermem! Ama şunu söyleyeyim, beklediğinize değecek!
Sohbetiniz gerçekten çok keyifliydi Büşra Hanım. Son olarak okurlarınıza ve sizi takip edenlere ne söylemek istersiniz? Belki hayatlarını değiştirecek bir cümleyle bu röportajı bitirmek istersiniz?
Eğer şu an bu röportajı okuyorsan, belki sen de hayatında bir şeylerin değişmesini istiyorsundur. O zaman sana şunu söylemek istiyorum: Hayat beklediğin an gelmeyecek. Sen harekete geçmedikçe, hiçbir şey değişmeyecek. O yüzden, hikâyeni artık yazmaya başla! “Hayat, erteledikçe küçülen bir alan, cesaret ettikçe genişleyen bir yolculuktur.”
O yüzden neyi erteliyorsan, neyi hep bir sonraki güne bırakıyorsan, işte tam da şimdi onun zamanı! Çünkü yarın, aslında sadece cesaret edip adım atanların gerçekten görebileceği bir gün. Ve unutma, sen zaten tam ve bütünsün. Işığını kimsenin gölgelemesine izin verme. Çünkü bu dünyada senden sadece bir tane var ve o da yeterince harika! beklediğinize değecek.