Sanatçı ruhu başka, çok başka bir şeydir. İçinde böyle bir duygu taşıdığını ve senin ötekilerden (bazı noktalarda) ayrı olduğunu ufacık ço

Sanatçı ruhu başka, çok başka bir şeydir.

İçinde böyle bir duygu taşıdığını ve senin ötekilerden (bazı noktalarda) ayrı olduğunu ufacık çocukken fark edersin.

Ben, önceleri oyuncu olmak istiyordum. Yalnız kaldığımda kendi kendime ulaşılması zor hayaller kuruyordum.

Küçükken, Kardeşim Yunus ile evin içindeki masaları ve sandalyeleri kullanır, dedemin bize alıverdiği tabancaları belimize sokar, filmlerden gördüğümüz sahneleri taklit ederdik.

Büyük olduğum için hep iyi adam ben olurdum. Kardeşim ise bu işe sesini çıkaramazdı. Mecburen onun kaderine hep kötü adam olmak düşerdi. Erol Taş, Hüseyin Peyda, Kazım Kartal, gibi o zamanın Türk Sineması’nın kötü adamlarının taklidini yapardı o da.

Ama filmlerin karakteristik özelliği hep bu yönde olduğu için oyunlarımız hep vurdulu kırdılıydı.




İstanbul’a öğrenci olarak gittiğim ilk yıllarda herkese, filmlerde oynayacağımdan bahsediyor, bir ajansa gidip kaydolacağımdan dem vuruyor ve bu iş üzerine bir şeyler yapmam gerektiğini söyleyip duruyordum.

2003 yılında, Esenlerde, Deha Tiyatro Oyuncuları Topluluğu’nda üç ay tiyatro eğitimi almıştım. Bir oyun hazırlamıştık. Üstelik bu oyunu sahnelemişti ve İstanbul’un önemli belediyelerinden adamlar bizi seyretmeye gelmişlerdi. Oyunumuzu beğenmişlerdi de…

Sonra oyunun yapımcısının işleri yolunda gitmedi, adam battı, bizde kendimizi gösterememiş olduk.

Oysa İstanbul’un bütün belediyelerini gezecektik ve ben de hayallerime bir adım daha yaklaşacaktım.




Bir iki televizyon dizisinde (resepsiyon görevlisi, figüran olarak) oynamıştım. Sonra bu oyunculuk içimden çekildi gitti. Çünkü bu işin benim yapacağım bir iş olmadığını düşündüm.

Kendini beğenmiş yönetmenler söyleyecekti ben onların istediği gibi rol kesecektim. Belki de bu emir komuta olayı beni oyunculuktan uzaklaştırdı.

Bununla birlikte filmlerde oynamak için bayağı koşturdum dedim ya. Ama bunlar kayda değer şeyler değillerdi herhalde. Yani bu konuda kendimi ortaya koymadım.

Bir şeyi adam akıllı istemezsen, onun için hayatını ortaya koyacak duruma gelmezsen sabah rüzgârında savrulup gidiyorsun. Bu kadar basit ve açık seçik bu durum…

Şimdi iyi ki bu işten vazgeçmişim diyorum. Ama bir filmi ya da diziyi isterken, hangi açıyla çekilmiş, oyuncu nerede durmuş, görüntü kalitesi nasıl diye sorgulamadan yapamıyorum.

Genelde yaptığım tespitler doğru çıkıyor.




Sanatçı ruhunun nasıl bir şey olduğuna devam edelim. İçinde sanatçılık olan insanı bir şeyler dürtüyor. Anlatacaklarını, meramını, ıstırabını ve kendine göre sorun gördüğü şeyleri içinde tutamıyor. İlla ki bunları bir şekilde dışa vuracak.

Tabi böyle ruhlu insanların biraz da zor insanlar, özgürlüğüne ve özeline düşkün oldukları aşikâr... Kendi adıma söylüyorum onlarla geçinmesi zor oluyor ama yapacak bir şey yok.

Yani, yazarlar sanatçılar genelde egoları yüksek insanlardır haklı olarak, çünkü kendi potansiyellerinin farkındadırlar.

Kendilerine göre bir havaları vardır. O kadar olsun sanatçı olmak kolay değil bence.




Çünkü ben küçüklüğümden beri kendimi diğer insanlardan farklı görürdüm, mesela çocuk yaşımdan beri giyimime çok dikkat ederim. Hep kendi kendime “Bir şeyler yapmalıyım,” derdim.

Bence kendini özel hissetmek ukalalık değil, burnu havada olmak hiç değil, olsa olsa farklı bir enerji yaymak, hassasiyetleri gelişkin olmak, insanların kıymetini bilen bir yapıya sahiplik olabilir.

Kimi zaman acaba sanatçı ruhu bu mu diyorum? Ya da bu konu kahraman olmak istemekle eşdeğer mi?

Bunun açıklamasını ve ayrımını sosyal konularda bilgisi olanlara ve insan bilimcilere bırakıyorum.

Sanatçı ruhuna sahip olmak başka bir olaydır.