Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Antlaşmasında ABD’nin desteğini almak ve ilişkileri geliştirmek için Chester Teşviklerini 1923 yılında meclisten geçirmiştir.

Yine II. Dünya Savaşının sonlarına doğru ABD’nin de içinde bulunduğu müttefiklerin yanında yer alarak tarafını belli etmiştir.

19 Mart 1945’te Sovyet hariciye komiseri Molotof 7 Kasım 1945’te sona erecek olan Türk-Sovyet dostluk antlaşmasının günün koşullarına uyarlanması için Türkiye’ye bir nota verdi. 20 Aralık 1945’te iki Gürcü Profesörü, Giresun’a kadar olan toprakların Gürcistan’a bırakılmasını istedi.

5 Nisan 1946’da, Washington’da Ermenilerce öldürülen Türk büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesini Missouri savaş gemisi ile İstanbul’a getirildi. Gemi sempatiyle karşılandı. 8 Ağustos 1946’da Sovyetler boğazlarda üs ve müşterek savunma istediler. Türkiye 22 Ağustos 1946’da bunu reddetti. Sovyetler bu isteğini 28 Eylül 1946’da tekrarladı.

12 Mart 1947‟de Thurman Doktrini yayınlandı. Thurman doktrini, Amerika Birleşik Devletleri’nin uluslararası politikasının değiştiğini ve Sovyet karşıtlığının bu yeni politikada temel esas olduğunu ilan etmiştir. Bu doktrin ile Amerika Birleşik Devletleri “komünizm tehdidi” altındaki devletlere mali ve askeri yardım yapacağını açıklamıştır. Bu kapsamda Yunanistan’a 300 Milyon dolar Türkiye’ye 100 Milyon dolar yardım yapılmıştır. Bu süreci Marshall yardımları takip etmiştir. Soğuk savaşta Türkiye ABD’den yana olmuş ve bu süreç 1990‟ların sonuna kadar yani SSCB’nin çöküşüne kadar devam etmiştir.

14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle ABD ile ilişkiler daha da artar. 1950 yılında Türkiye, ABD’nin yanında yer alarak Kore Harbine katılmıştır. 5090 kişilik birlik 21 Kasım 1950 yılında ABD’li birliklerle beraber çatışmalara katılmıştır. 18 Şubat 1952 yılında Türkiye NATO’ya girmiş ve 1955 yılında CENTO’nun kurucu üyeleri arasında yer almıştır.

1954 yılında Türkiye İncirlik Üssünü ABD’nin hizmetine sunmuştur. Bu üs soğuk savaşın ardından I. Körfez Harbi ve Irak Harbinde de kullanmıştır. ABD’nin Jüpiter füzelerini Türkiye’ye yerleştirmesine 1959 yılında izin verilmiştir.

5 Haziran 1964‟te İnönü’ye Başkan Johnson tarafından çok sert üsluplu bir mektup yazılmıştır. Bu mektuba göre: Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale kararı almadan önce müttefiklerine danışması gerektiği anımsatılmıştır. Ayrıca bu savaşın Sovyetler Birliği’nin de Türkiye’ye müdahale ihtimalini doğuracağı ve NATO’nun böyle bir durumda Türkiye’yi savunma konusunda isteksiz olacağı ima edilmiştir. ABD’nin Türkiye’ye sağladığı askeri malzemenin bu müdahalede kullanılmasına izin verilmeyeceği kesin bir dille ifade edilmiştir.

1964 yılından itibaren Türkiye, SSCB ile arasında ki ilişkileri düzeltmeye çalışmıştır. 1968 yılından itibaren anti-Amerikan öğrenci hareketleri başlamıştır.

Türkiye’nin ABD baskısı ile 1971‟de yasakladığı Afyon ekimi 1974‟te serbest bırakılmıştır. Bunu Kıbrıs müdahalesi izlemesi, Amerika’nın 1975-1978 yılları arasında Türkiye’ye ambargo uygulamasına neden olmuştur.

1979 yılında İran’da Humeyni’nin Şah’ı devirmesi ve ABD’nin İran Büyükelçiliğinin işgal edilmesi İran ile ilişkileri kopma noktasına getirmiştir. 27 Aralık’ta SSCB’nin Afganistan’a girmesi ile birlikte ABD için, Türkiye: “Krizli bir bölgede en güvenilir müttefik” olarak tanımlanmıştır. Buda Türkiye’nin bölgede ki önemini daha da artırmıştır.

1980 yılının başlarında Türkiye-ABD ile Savunma İşbirliği Antlaşması imzalamıştır. ABD 1980-1987 arasında Türkiye’nin serbest piyasaya geçişini desteklemek için IMF kredileri, borç ertelemeleri ve askeri yardımlarda dâhil olmak üzere Türkiye’ye 13 milyar dolarlık kaynak aktarmıştır.

1991 yılında Saddam’a yönelik yapılan Çöl Fırtınası harekâtında Türkiye’ye Çekiç Güç konumlandırılmıştır. SSCB çökmüştür. Bununla beraber Soğuk savaş dönemi kapanmıştır: Nitekim farklı tehdit algılamaları ortaya çıkmıştır.

Soğuk savaş sonrası dönemde, barış ve refah dolu yeni bir dünya düzenini öngören değerlendirmelerin fazla iyimser olduğu kısa sürede ortaya çıkmıştır. Süper güçler arasında geniş çaplı bir nükleer savaş çıkma tehdidi ortadan kalkmakla birlikte, yeni ve potansiyel olarak daha tehlikeli bölgesel sorunlar ve çatışma riskleri ortaya çıkmıştır. Bunların arasında, Balkanlarda ve Kafkaslarda meydana gelen ve tüm bölgeyi etkileyen etnik yayılmacılığa bağlı çatışmalar ile terörizm, dini ve mezhepsel fanatizm, gelişmekte olan ülkelerdeki hızlı nüfus artışı, küresel kirlilik, ırk ayrımı, yabancı düşmanlığı öncelikli tehdit alanları olarak gündeme gelmiştir.

11 Eylül 2001 Saldırıları sonrasında Türkiye, ABD’ye terörizme karşı yaptığı mücadelede destek verdi. Ancak ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgal etmek istemesi Türk kamuoyunda büyük bir tepkiyle karşılandı. ABD’nin bu işgal sırasında Türk topraklarını kullanmasına izin vermek için TBMM’ye sunulan 1 Mart Tezkeresi’nin reddedilmesi ABD’de büyük bir hayal kırıklığına yol açtı. Yine ABD’nin kuzeydeki Kürtleri desteklemesi Türkiye-ABD ilişkilerinin soğumasına neden oldu.

4 Temmuz 2003 günü Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentinde karargâh kurmuş bulunan (bir binbaşı komutasında) 11 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubunun ve Türkmen mihmandarlarının Irak’taki işgal kuvvetlerinin bir parçası olan Amerikan 173. Hava İndirme Tugayı’na bağlı askerlerce ve yanlarında peşmergelerin de bulunduğu bir ortamda, bir baskın sonucu Türk askerini tutuklayıp 60 saat süresince sorguya çekmeleri olayı, ilişkileri daha da gerginleştirdi.

Başbakan Erdoğan’ın 25 Ocak-1 Şubat 2004 tarihleri arasında yaptığı ABD ziyareti, daha sonra 9 Haziran 2004’te ABD’de düzenlenen G-8 zirvesine Türkiye’nin “demokratik ortak” sıfatıyla katılımı, ABD Başkanı George Bush’un NATO zirvesi nedeniyle 26-29 Haziran 2004’te Türkiye’ye düzenlediği ziyaretiyle, uluslararası ortamdaki yeni gelişmeler çerçevesinde görüşmeler yapıldı.

30 Mayıs 2005’te Washington Yönetimi, Annan Planı referandumunun KKTC’de kabul edilmesi, Rum tarafında ise reddedilmesinden sonra, Kıbrıs Türklerine yönelik izolasyonun kaldırılması için girişimlerde bulunmak amacıyla KKTC’yi ziyaret etti.

ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, göreve gelmesinin ardından çıktığı ilk bölge turu kapsamında 5-6 Şubat 2005’te Türkiye’yi ziyaret etti.

İsrail’in 31 Mayıs 2010 Tarihinde açık sularda seyreden Mavi Marmara gemisine baskın düzenlemesi ve bu baskında 9 kişiyi öldürmesi, Türkiye’nin de uluslararası alanda hakkını aramaya çalışması, ABD’nin de bu süreçte sessiz kalması, ilişkileri olumsuz yönde etkiledi.

TÜRK- AMERİKAN İLİŞKİLERİNDE ALGISAL YAKLAŞIM

Türk halkının Amerika’ya bakış açısı tarihsel süreç içerisinde çoğunlukla güvensizlik göstermiştir. Hem Amerikan yönetiminin başına buyruk tavırları hem de geçmişte yaşanan bir takım problemler(Johnson Mektubu, Çuval Olayı, Ermeni Sorunu gibi.) KA Araştırma şirketinin 6-14 Aralık 2010 tarihinde TESEV için 1000 kişilik bir örneklem grubu ile yapmış olduğu araştırmayı da ele alarak bu ilişkilerin algısal içeriğini inceleyelim.

Türk Halkının Amerika’nın yaklaşımlarını dostane görmediği açıkça görülmektedir. Aşağıdaki grafiklere bakacak olursak olumsuz bakanlarının oranın % 52 olduğunu açıkça görmekteyiz. Bunun sebeplerine baktığımız zaman ise ilk sırayı, ‟ABD’nin kendi çıkarlarını düşündüğü için” ibaresi gelmektedir. Yine düşmanca yaklaşan ülkeler arasında Amerika’nın %33 ile ikinci sırada yer alması düşündürücüdür. Nitekim son on yılda yaşanan problemlerden sonra dostça görenlerin oranları da azımsanmayacak düzeyde olduğunu ifade edebiliriz.

İkili ilişkilerde yapısal bir karşıtlık görülmemekle birlikte bu bakış açısında diplomatik ilişkilerin etkili olduğu görülmektedir. Amerikan hükümetinin Türkiye’yi de dinlemesi ve tavır alırken Türkiye’yi de önemsemesi ve daha yakın işbirliği içinde çalışması ikili ilişkilere ve Türk halkının bakış açısına olumlu katkı sağlayacaktır.

Araştırmaya göre Türkiye’nin Amerika’ya yaklaşım tarzının %76 oranında dostça olduğu ifade edilmiştir. Araştırmanın yapıldığı dönemde Obama’ya kendi ülkesindeki destek % 45 ile % 49 arasında değişmekteyken Türkiye’de bu oran %76 olarak gerçekleşmiştir.

Özellikle 11 Eylül saldırıları 1 Mart tezkeresi ve sonrası, “Irak’ın İşgali”, “Çuval olayı” gibi problemlerden sonra Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğini olumlu bulanların oranının %53 olması Türk halkının bu ilişkiye önem vermesi ve bütün olanlara rağmen güvenmesi açısından çok önemli gibi durmaktadır.

İkili ilişkilerde her iki grafiğe de bakacak olursak iki ülkenin geleceği konusunda net bir fikir beyan etmeyenlerin oranı da azımsanmayacak düzeydedir. Bu konuda fikri olmayanların oranının yüksek olduğunu göstermektedir.

KAYNAK

https://www.tuicakademi.org/gecmisten-gunumuze-turk-amerikan-iliskileri/