“Değiştin diyorsun. Değişiyormuş insan, birkaç tuğla düşünce başına, günlerce yolları gözleyince, sene de birkaç kez gelme ihtimaline karşı tüm günleri ipotek altına alıp kös kös bekleyince, değişiyormuş insan. Hem biliyor musun? Sana hayır demek ilk kez içimi kemirmiyor. Bin bir numara yapıp sana göre bütün planlarımı alt üst etmemeyi senin yokluğun öğretti. Her gün buluşma ihtimaline göre yolları gözleyen biri yok artık ardında. Öyle bir rahatlık, hafiflik yayıldı ki bedenime bu gün uçsam uçarım.

Kendi değerimi nasıl da karşında bu kadar küçültebildim. Nasıl da kendime olan saygımı her gün biraz daha tüketirken, içten içe eksildim. Yörüngen, dünyan başkası olunca sana yapacak bir şey kalmıyormuş. Onun için ruhum kukla gibi gölgende, gezinirken, birkaç fotoğraf karesine gülücük atan, arkasını dönünce hüzüne boğulan o kişi yok artık. “

Yukarıdaki satırları kim bilir kaç kişi yaşamış ve kalabalığın içinde yalnız günlerin, sessizliğinde günlerini gereksiz bir bekleyişin ağır yükü ardında geçirmiştir.

***

Meğer insan kendi hapishanesinde ne çok çaresizmiş. Kuşların sesini duyamamak, denizin o coşkusunu görememek, ‘an’ avuçlarının arasından akıp giderken sen zamanını, sevilmek, biraz görülmek, küçük bir dokunuş, güzel bir bakış için zamanını heba etmek hiç adil değilmiş.  Thomas Hobbes’ın, “İnsan insanın kurdudur” sözü, İnsan insanın kurdu ise peki kendine zarar veren, insan da kendi kendinin kurdu değil midir? Oysa insana verilen akıl ve o muazzam zekâ, ruhun tekamülü için neden kullanılamaz. Nedeni hem basit hem değil kişi kendi ruhsal bütünlüğünü bir kişiye, nesneye, metaya bağladığında “gönül gözü”, “iç görüsü” yedi kapının ardında kalır. Aynı hikâyeyi anlatır durur, kişiler değişir, mekanlar değişir. Konu aynı, oyuncular, yerler farklıdır.

Bu kısır döngüden çıkmak mümkün müdür? Kişi kendince koyduğu sebep-sonuç ilişkisinden çıkmayı başarabilmesi için kafasında gerçekçi olmayan o plağı durdurması veya tümüyle çıkarması ile mümkündür. Hani duymuşsunuzdur tam ve bütün olmak, acaba bu nasıl oluyor?

Aslında doğru nefes almak ile başlıyor. Sağlıklı yiyecekler, dengeli beslenmek bedeni ödüllendiriyor. Geç saatlerde mideyi doldurmamak, sağlıklı bir uykuya zemin hazırlıyor. Uykuya birkaç saat kala haber kirliliğinden uzak kalmanın da büyük önemi var. Hatta mümkünse dualar, meditasyon, rahatlatıcı enstrümantal bir müzik bedenin daha huzurlu uykuya geçişini sağlıyor. Doğayla buluşmak, yürümek, dostlarla sohbet, gülmeye, eğlenmeye zaman ayırmak bu bütünselliğin olmazsa olmazı oluyor.

Kişi önce kendi bütünselliğine saygı duyar severse, sizi sizden başka kimse incitemez. Senin koyduğun sınırlar kadardır başkalarının hunharca kendi sınırlarına girmesi, senin izin verdiğin kadardır.

Şimdi sil gözyaşlarını, önce her ne yaşadıysan artık geçmişte kaldı. Onlar seni büyüterek bugüne taşıdı. Sana kendi değerini fark etmeni, hayatı, kendini sevmenin bir başkasının, iki dudağının arasında olmadığını fark ettirdi.

Hazır mısın? Kendine hoş geldin. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. İçindeki çocuğun incinen, kırılan, kaçınan, aşırı telafi eden taraflarını fark ettin. Hayır demeyi, önce kendinle mutlu olursan, başkalarının da bu mutluluğuna, mutluluk katığını fark etmen seni geliştirdi. Artık güçlendin. Kendinden yeniden doğmak ne güzel. İşte bu bütünsellikte bir başkasını sevmek, sevilmek daha bir güzeldir. Eksilmezsin, artar, çoğalırsın.