Yaklaşık 21 sene önce, takvimler 4 Şubat 1997 tarihini gösterirken, 20 tank ve 15 zırhlı araçtan oluşan bir konvoy, halkın şaşkın bakışları arasında Ankara'nın Sincan ilçesinin sokaklarında resmigeçit yapıyordu. Başbakan merhum Necmettin Erbakan’ın tepki göstermesi üzerine ertesi gün, söz konusu eylemin planlı bir eğitim faaliyeti olduğu yönünde açıklama yapılsa da Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir 21 Şubat 1997 günü, Washington’da Türk-ABD Konseyi kapanış balosunda şu sözleri sarf ediyordu: “Sincan’da demokrasiye balans ayarı yaptık.” Nitekim bu ayarın ne menem bir şey olduğunu çok geçmeden görecektik. Bir döneme adını veren ve Hükûmeti köşeye sıkıştırıp baskı altına alma amacına matuf kararların çıktığı, mahut Milli Güvenlik Kurulu toplantısı 28 Şubat 1997 günü icra edildi. Nihayetinde baskılara daha fazla dayanamayan Erbakan, başbakanlığın hükûmet ortağı DYP lideri Tansu Çiller'e verilmesi beklentisiyle 18 Haziran 1997’de istifa etti. Heyhat ki Cumhurbaşkanı Demirel, siyasî tarihimizde bir skandala imza atarak yeni hükûmeti kurma görevini arkasında TBMM çoğunluğu olan Çiller'e vermeyip ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a verdi. Sonrasında yaşı müsait olanların hatırlayacağı gibi ülke insanını tam ortasından ikiye bölünmüş bir karpuz gibi ayrıştıran, bir kesime neredeyse hayat hakkı tanımayacak şekilde zulümlerin yapıldığı bir döneme girildi.
MİLLETİMİZ ORDUSUNU SEVER
Askerin demokrasiye balans ayarı verdiği, seçilmiş hükûmetlerin antidemokratik usullerle devrilmesinde aktif rol oynadığı günlerden, sivil ve asker bütün devlet erkânının mükemmel bir uyum içinde, sınır ötesi askerî harekâta karar verip tereddütsüz uyguladığı günlere eriştik. Bu arada ordunun sadece bir kısmının yer aldığı 15 Temmuz 2016 askerî darbe girişimini hatırlamak bile istemiyorum. Amacının, başta ABD olmak üzere Batı’nın uğursuz elleriyle devletimizi içeriden yıkmak olduğu kesin olarak anlaşılan bu hain kalkışmayı, devletimizin bütün organlarının yetki ve sorumluluk bakımından yerli yerine oturduğu normalleşme süreci içinde bir yol kazası olarak görüyorum. En az 250 şehit ve binlerce yaralı gaziye mal olan, ancak ruhunu devletimizin düşmanlarına satmış asker kılıklı hainlerin açığa çıkmasına vesile olan hayırlı bir kaza.
“Peygamber Ocağı” kabul ederek 20 yıl üniformasını şerefle taşıdığım ordumuz şükür ki çok kısa zamanda toparlandı ve millet nezdindeki itibarlı konumuna tekrar ulaştı. Zaten üniforması taşımasa bile ruhen asker olan halkımız ordusunu her zaman bağrına basar, evladını seve seve askere gönderir, onun başarısı için dua eder.
DOSTA DEĞİL DÜŞMANA KORKU SALAN TANKLAR
15 Temmuz 2016’nın hemen sonrasında girişilen Fırat Kalkanı Harekâtı, içindeki hainlerin büyük ölçüde ayıklanmasından sonra ordumuzun milletimizin desteğiyle başardığı ilk sınır dışı harekât oldu. Bu harekât, Güney sınırımızın emniyeti bakımından olduğu kadar, kanlı bir kalkışmanın akabinde askerin Hükûmetin emrinde olduğunu göstermesi bakımından çok önemliydi. Halkımızın yüreğine su serpildi ve özgüvenine tekrar kavuştu.
Fırat Kalkanı Harekâtı 24 Ağustos 2016’da başladı, 7 ay 5 gün devam ederek 29 Mart 2017’de tamamlandı. Türk Silahlı Kuvvetleri ve Özgür Suriye Ordusu güney sınırımızdan 30 kilometre uzaktaki El Bab şehrine kadar ilerleyerek terörist unsurları bölgeden temizledi. Bu harekâtta 72 şehit verildi. Mübarek ruhları şâd olsun.
İFLAH OLMAZ BİR STRATEJİK ORTAK
1952’den beri NATO bünyesinde müttefikimiz olan ve stratejik ortağımız olduğunu düşündüğümüz ABD ne yazık ki uzunca bir süredir devletimizin altını oyma girişimlerini pervasızca sürdürüyor. Gel, Suriye’deki terörist unsurları beraberce etkisiz hâle getirelim diye defalarca teklif ettiğimiz hâlde, bizim terörist olarak kabul ettiğimiz oluşumlarla kol kola girmeyi tercih ediyor. Fırat Kalkanı Harekâtı ile fiilî olarak göstermemize rağmen Suriye’deki mücadeleyi müttefiki olan bir devletle değil terörist gruplarla yürütmekte ısrar ediyor. Sınırımızın hemen ötesinde terörist oluşumlara asla izin vermeyiz dememize karşılık bu gruplara askerî ve siyasî destek vererek teröristleri binlerce TIR dolusu ağır silahlarla donatıyor. İşbirliğini sürdürdükleri terörist gruplara Suriye Demokratik Güçleri (SDG) gibi isimler takarak dünyayı kandırmaya kalkıyorlar. Ayrıca akılları sıra Türk milleti ile dalga geçiyorlar. Başkan Trump, “Bu saçmalık bitecek. YPG’ye artık silah verilmeyecek.” derken hemen akabinde Pentagon “Silah sevkiyatı sürecek.” diyebiliyor.
VE ZEYTİN DALI HAREKÂTI…
Karşılaşılan problemler ne kadar büyük ve vahim olursa olsun öncelik tabii ki masada, konuşarak ve uzlaşarak siyasetle çözme seçeneğinde. Ancak devletimizin güvenliği söz konusu olunca, savaş dâhil her türlü tedbire gözümüzü kırpmadan tevessül edeceğimiz bütün dünyaya defalarca ilan edilmesine rağmen Suriye’deki terörist grupların himaye edilerek silahlandırılmasından vazgeçilmedi. Suriye topraklarının dörtte biri, Türkiye-Suriye sınırının da yüzde 65'i terör örgütlerinin işgaline terk edildi. Coğrafi yükseltileri nedeniyle özellikle Kilis'in merkezi ve Hatay'ın önemli bölümü Afrin'deki terörist unsurların ateş menzilinde kalıyor. Böyle bir duruma hangi bağımsız devlet müsaade eder?
Beklenen harekât 20 Ocak 2018 akşamı başladı. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan da bir müddetten beri operasyon mesajı veriyor ve “Fırat Kalkanı Harekâtı'nda ne dedik, 'Bir gece ansızın gelebiliriz.' Şimdi Afrin'de de aynı şeyi söylüyoruz.” diyordu.
GENELKURMAY BAŞKANLIĞININ AÇIKLAMASI
Genel Kurmay Başkanlığının internet sitesinde (www.tsk.tr) yayınlanan açıklamada şöyle denildi:
“Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından, hudutlarımızda ve bölgede güvenlik ve istikrarı sağlamak maksadıyla, Suriye’nin kuzeybatısında Afrin bölgesinde, PKK/KCK/PYD-YPG ve DEAŞ’a mensup teröristleri etkisiz hâle getirmek ve dost ve kardeş bölge halkını bunların baskı ve zulmünden kurtarmak üzere, “Zeytin Dalı Harekâtı” 20 Ocak 2018 saat 17:00'de başlatılmıştır.
Harekât, ülkemizin uluslararası hukuktan kaynaklanan hakları, BMGK’nin terörle mücadeleye yönelik kararları ve BM sözleşmesinin 51’inci maddesinde yer alan Meşru Müdafaa Hakkı çerçevesinde, Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olarak icra edilmektedir.
Harekâtın planlama ve icrasında sadece teröristler ve bunlara ait barınak, sığınak, mevzii, silah, araç ve gereçler hedef alınmakta olup, sivil/masum kişilerin zarar görmemesi için her türlü dikkat ve hassasiyet gösterilmektedir.”
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri “Leşker-i dua (dua ordusu), leşker-i gazâdan (cephede savaşan asker) akvâdır (daha kuvvetlidir). Leşker-i gazâ, leşker-i duanın yardımına muhtaçtır. İhlas ile yapılan dua muhakkak kabul olur.” buyuruyor. Cenabı Hak, İslam dünyasının ümidi, son Türk devletinin ordusunun yardımcısı olsun. Dualarımız onlarla...