15 Temmuz hain darbe girişiminin ardından devletin refleksiyle alınan radikal kararların en kritiklerinden biri, askeri okulların ve askeri hastanelerin kapatılmasıydı. O dönem kamuoyunda bu kararlar, FETÖ’nün silahlı kuvvetler içindeki kadrolaşmasını önlemeye yönelik haklı adımlar olarak sunuldu. Ancak üzerinden geçen yıllar, bu adımların belki kısa vadede güvenlik sağladığını ama uzun vadede devlete bir nesil asker kaybettirdiğini gösteriyor. Bilindiği üzere Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde yıllardır sinsice örgütlenen FETÖ yapılanması, millet iradesine karşı bir kalkışmada bulundu. Bu travmatik gecenin ardından alınan sert tedbirler arasında, Türkiye’nin yüzyılı aşkın süredir askeri kadrolarını yetiştirdiği harp okulları, astsubay meslek yüksekokulları ve askeri liselerin kapatılması kararı da yer aldı. Aynı şekilde GATA ve diğer askeri hastaneler de sivil sisteme devredildi. Bu kararların kısa vadeli güvenlik ve arındırma refleksleriyle alınmış olduğu açık. Ancak uzun vadeli etkileri bakımından bu gelişmelerin, TSK’nın kurumsal kültürü ve savaşma gücü üzerinde ciddi zafiyetler yarattığı tartışılmazdır.
Kurumsal Hafızanın Zedelenmesi
Askeri okullar, sadece eğitim kurumları değil; aynı zamanda birer kurumsal hafıza ve ideolojik mühendislik merkezleridir. Subay ve astsubaylar bu okullarda yalnızca taktik, strateji ve disiplin öğrenmez; aynı zamanda Türk ordusunun asırlık örf, adet, etik ve savaşçı ruhunu içselleştirir. Bu kültür; devlete, millete, bayrağa ve silah arkadaşlığına bağlılığı şekillendirir. Çekirdekten yetişen bir Harbiyeli'nin sabırla, itaatle ve vatan sevgisiyle şekillenen karakteri, sadece akademik başarıyla elde edilebilecek bir nitelik değildir. Çünkü askeri okullar sadece birer eğitim kurumu değil, aynı zamanda karakter inşa merkezleridir. Harp okulları ve askeri liselerde yetişen gençler daha çocuk yaşta disiplin, sadakat, sorumluluk ve vatan sevgisiyle yoğrulur. Bu insanlar sadece komutan değil, gerektiğinde son nefese kadar savaşacak askerlerdir. Kursla ya da sivil eğitimden sonra orduya katılan personelin teknik donanımı olabilir ama aynı kültürü, aynı ruhu, aynı gelenekleri taşıması beklenemez.
Askeri okulların kapatılması, bu kültürel sürekliliği bir anda kesintiye uğratmış ve TSK’yı, liyakatli ancak bu kültüre dışarıdan adapte olmaya çalışan “profesyonel” askerlerle donatmak zorunda bırakmıştır. Sonuç, savaşma ruhu zayıflamış, teknik olarak yeterli ancak ideolojik ve karakteristik olarak eksik bir kadro riski doğurmuştur.
Askeri Kültürün Sivil Standartlara Entegrasyonu: Tehlikeli Yakınsama
Askeri disiplinin doğası gereği, toplumun geneliyle birebir örtüşmeyen katı kuralları ve kendine özgü bir hiyerarşisi vardır. Oysa askeri eğitim sivil üniversitelerle entegre edildiğinde bu özgün yapı, zamanla sivil standartlara evrilme eğilimi gösterir. Nitekim Millî Savunma Üniversitesi (MSÜ) modeli, bu entegrasyonun bir ürünüdür. Bu modelde subaylar sivil sistem içinde şekillenen bir eğitim anlayışıyla yetiştirilmeye çalışılmaktadır.
Ancak bu, “askerliğin meslekleşmesi” anlamına gelirken, “askerliğin yaşam tarzı ve ideolojik bir forma dönüşmesi” boyutunu törpülemektedir. Oysa harp sanatı yalnızca teknik bilgiyle değil; karakter, sadakat ve direnç ile yürütülür. Bu meziyetler ise ancak erken yaşta kazanılır. Çocuk yaşta askerî liselere giren bir birey, henüz karakter oluşumunun başında ordu kültürüyle yoğrulur. Bu fırsat ortadan kaldırıldığında, ordu sivil toplumun bir türevi hâline gelir; oysa ordu, milletin özüdür, aynası değil.
FETÖ Gerekçesinin Doğru Okunamaması
FETÖ’nün askeri okullarda örgütlendiği doğrudur. Ancak bu örgütlenme, askeri okulların yapısal zaaflarından çok, devletin kurumlar arası denetim zaafı ve istihbarat zayıflığıyla ilgilidir. Bir kurumu tümden kaldırmak, onu daha iyi hâle getirmek yerine topyekûn işlevsizleştirmeye götürür. Bu bağlamda asıl yapılması gereken, askeri okulları kapatmak değil; onları daha şeffaf, milli, denetlenebilir ve çağdaş sistemlerle tahkim etmekti.
Ne yazık ki FETÖ bahanesiyle alınan bu karar, FETÖ’nün uzun vadede amaçladığı kurumsal yıkımı, devletin kendi eliyle tamamlamasına neden olmuştur. FETÖ’nün esas hedefi, TSK’yı milletin ordusu olmaktan çıkarıp belirli bir ideolojinin aracı hâline getirmekti. Ancak askeri okulların kapatılması, bu hedefe “militer altyapı çökertilerek” hizmet etmiştir.
Stratejik Sonuçlar ve Gelecek Tehditler
Bugün Türk Silahlı Kuvvetleri, pek çok alanda dünyanın önde gelen ordularından biridir. Ancak bu başarılar daha çok mevcut kıdemli kadroların mirası ve savunma sanayiindeki atılımlarla mümkündür. Gelecek 10–20 yıl içinde, bu kadrolar emekli oldukça yeni nesil personelin ne derece bu misyona sahip çıkacağı, ciddi bir soru işaretidir.
Buna ek olarak, dış tehditlerin hibrit hale geldiği bir çağda, askeri personelin yalnızca teknik değil; ideolojik ve psikolojik direncinin de yüksek olması gerekir. Çekirdekten yetişmeyen asker, kritik savaş ve kriz anlarında “görev” ile “hayat” arasında tercih yapmak zorunda kaldığında, karar gücü zayıflayabilir. Oysa bir Harbiyeli, savaşta şehit düşmeyi bir onur sayar. Bu ruh, “kursla subay olmuş” bir bireyde kolayca oluşmaz.
Askeri liseler ve harp okulları, yeniden yapılandırılarak açılmalıdır. Bu okullar, sivil denetim mekanizmaları ve güçlü psikolojik-ideolojik analiz süreçleriyle donatılmalıdır.
Millî Savunma Üniversitesi, askeri kültürü yaşatan bir yapıya evrilmelidir. Mevcut üniversite formatından ziyade, geleneksel harp okulu mantığına daha yakın bir yapıya geçilmelidir.
Devlet aklı, güvenlik tehdidini ortadan kaldırmak adına kurumları değil, zaafları hedef almalıdır. Kurumları yok ederek güvenlik sağlamak, uzun vadede devletin güvenliğini zayıflatır.
Çekirdekten asker yetiştirme sistemi, sadece bir eğitim modeli değil; bir devlet geleneğidir. Bu gelenek, sadece savaşları değil, barışı da kazandırır.
Türk ordusu, tarih boyunca kültürüyle ve ruhuyla ayakta kaldı; modernleşme bu kültürü dışlamadan, onu çağın gereklerine uyarlayarak yapılmalıdır.