Aydın olmak zordur bu ülkede. Cezaevini göze alacaksın. Mahkeme salonlarını göze alacaksın. Kurşunu göze alacaksın. Ölümü göze alacaksın bu ülkede.

Yani zordur bu ülkede aydın olmak.

Çünkü aydın olmak yalakalık değildir. Aydın olmak dalkavukluk değildir. Kafasını ve kalemini kiraya vermek değildir aydın olmak.

Her nedense bu ülkede, silahı olandan değil ama kalemi olandan korkulmuştu.

-Muammer Aksoy'dan, Bahriye Üçok'tan, Ahmet Tane Kışlalı'dan korkulmuştu.

-Abdi İpekçi'den, Çetin Emeç'ten, Necip Hablemitoğlu'ndan korkulmuştu.

-Ve daha nicelerinden.

En korkulan kalem ise Uğur Mumcu olmuştu.

Kalemi kılıçtan keskindi Mumcu'nun. Yazdıkları köşesine sığmamıştı. Tehditler almıştı ama geri adım atmamış, kalemini satmamıştı.

Ve o, 25'i aşkın kitabıyla ve de binleri aşan köşe yazısıyla iktidar sahiplerini sarsmış, adeta kimyasını bozmuştu.

Çünkü o gericiliğin, tutuculuğun, vurgunculuğun, sömürünün, yolsuzluğun ve cinayetlerin üstüne gitmişti.

Çünkü o ülkemizde ve bölgemizde gezen terörün sadece Türkiye'ye özgü bir olgu olmadığını, uluslararası boyutu olduğunu ortaya koymuştu.

Ve O, yıllar önce okumuştu bugün atlatılan büyük tehlikeyi.

Yani 15 Temmuz 2016 günü kendi meclisini bombalayan ve inancını ABD'nin hizmetine sunan bir cemaatin kanlı darbe kalkışmasını.

"Tarikatlara ve cemaatlere alınan genç çocuklar ileride General vs olacaklar ve Cumhuriyete karşı ayaklanacaklar" demişti.

"Türk'ü Kürt'e, Kürt'ü Türk'e, Alevi'yi Sünni'ye, Sünni'yi Alevi'ye düşman eden bir siyaset izleniyor.

Günümüzün uğursuz siyaseti ve kanlı stratejisi budur" demişti.

Ve o, son günlerine kadar hem Türkiye hem de bölge üzerinde Amerikan ve İsrail politikalarını, özellikle CİA-MOSSAD-Barzani ilişkilerini deşifre etmeye çalışmıştı.

Ve o, son günlerine kadar hem Türkiye hem de bölge üzerinde Amerikan ve İsrail politikalarını, özellikle CİA-MOSSAD-Barzani ilişkilerini deşifre etmeye çalışmıştı.

Ama uyarıları dinlemedi. Ve o, bu uyarıların bedelini hayatıyla ödedi.

Ölümünden 24 gün sonra, bindiği uçağın şüpheli bir şekilde düşmesiyle Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis öldü.

Kürt sorunun çözümünde önemli bir aktör olan Eşref Bitlis, İncirlik üssünden kalkan ABD uçaklarının, doğudaki gelişmelere Türkiye aleyhinde müdahil olduğunu söylemişti.

Amaç, Eşref Bitlis'in ölümüyle ülkede bir Kürt-Türk çatışmasının yayılması idi.

Ölümünden 5 ay sonra 2 Temmuz günü kanlı Sivas olayında Madımak oteli yakıldı. Alevi kökenli 33 aydın yanarak can verdi.

Ve 3 gün sonra, yani 5 Temmuz'da sanki Sivas'ın intikamıymış gibi bir görüntü verilerek Erzincan Kemaliye-Başbağlar köyünde Sünni kökenli 33 köylü kurşuna dizildi ve Başbağlar köyü yıkıldı.

Amaç, ülke genelinde büyük bir Alevi-Sünni çatışmasının fitilini ateşlemekti. Yine de bu ülke halkının toplumsal sağduyusu, ülke genelinde bir felaketin yaşanmasını önlemiş oldu.

İşte o, tüm bunları yıllar önce okumuştu, yazmıştı, uyarmıştı.

Ne yazık ki, uyarısı dinlenmeyen ve de "Unutulmayalım ki cesur bir kez, korkak bin kez ölür.

Önemli olan, insanın böyle bir zamanda "mezar taşı" gibi susmasıdır" diyen bu kalem, yani Uğur Mumcu bir kış günü susturuldu.

24 Ocak 1993 günü evinin önünde, aracına konulan bir bomba ile.

Ama o, Anadolu halkından umudunu hiç kesmemiş, ölmeden önce şöyle seslenmişti.

"Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi. Bir gün sesimiz, hepimizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi." demişti.

Ve bu halk onu asla unutmadı ve de unutmayacak